22 Ekim 2011 Cumartesi

Evimin huzuru

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 18:42 | Yorum Yap
Bu sabah saati çok erkene kurmuştum ama saat çalmadan pıt diye gözlerimi açtım. Artık sabahları uyandığımda bir tekerlemem var.’GÜNAYDIN TANRIM, GÜNAYDIN DOĞA, GÜNAYDIN BEDEMİN..Hepsini de hissederek söylüyorum ve yatağımdan öyle kalkıyorum. Bu sanki günün ayarını yapıp, güne hissederek apaydın başlamak oluyor. Bir sohbetimiz sırasında arkadaşlarımdan birisi bana güne ‘Günaydın Tanrım ‘diye başlıyorum dedi, bunu tecrübe edip kendimi iyi hissettiğimde, diğer arkadaşımla paylaşınca o da bana ‘aaa ben Günaydın Tanrım, Günaydın Doğa, Günaydın Bedenim’ diyorum dedi..Bu daha hoşuma gitti ve sabahları Tanrıya, Doğaya ve Bedenime şükranla kalkar oldum..
İşte bu sabah yine böyle uyandım ve sessizce yataktan süzüldüm..Bu günümü evimde ve biraz yavaş geçirmeye karar verdim. Öyle ki sanki her şey bana böyle olması için yardım etti.. Çok nadir sabahları aç karnına canım kahve çeker, mis kokulu bir kahve yaptım,yumuşacık bir kumaştan annemle diktiğimiz pijamalarımı öğlene kadar çıkarmadım, terliklerimin fışt fışt çıkardığı sesle eğlendim. Hiçbir yere yetişme telaşım olmadan saate bakmadan evimin keyfini sürdüm. Ne TV açtım, ne müzik dinledim..Düşüncelerim bile yavaşladı..Son zamanlarda üzerinde çalıştığım ve gün içinde dikkat ederek ayıkladığım gereksiz düşünceler bile sanki bugün hiç aklıma gelmedi..Kendimi tüy gibi hafif, tatlı tatlı akan bir nehir gibi hissediyorum..Evime bakıyorum, evimde bir güzellik, bir sıcaklık..
Kendim için azcık bulgurdan kısır yaptım( çünkü azcık vardı..:-) ,fırından simit, marketten İzmir tulumu ve vişne reçelini kaptım, günlerdir canım vişne reçeli çekiyordu.. Bu arada annemlere 15 dakika uğradım, merdiven kısa geldiğinden takamadıkları perdeleri asmalarına yardımcı oldum..Hava harikaymış bu sayede ondan da geri kalmadım.Akşam üzeri çayla keyif ve bu günün paylaşımı.
Günün bu güzel saatinde sessizliğin içinde, kendim için yarattığım mertebenin keyfini çıkarıp, bu anları bilincime yerleştireyim.
Sevgi ve huzurla kalınJ

7 Ekim 2011 Cuma

Yeni yolculuklar için cesaret

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 13:59 | Yorum Yap
Bir seminer vermek üzere hazırlıklara başladım..Seminerin konusu 'Düşünme Sanatı ya da düşünce kalıplarımızın değişimi' olsun istiyorum.
Dernekte önümüzdeki aylarda yapılacak olan programları konuşmak üzere geçenlerde toplandık. Bu toplantıda arkadaşlarım beni eğitim vermem konusunda çok teşvik etti.Tabi cevabım henüz değil şeklinde oldu..

Eğitimleri veren kişilerin bu konuda başarılı olabilmeleri için gerçekten anlattıkları konuları öncelikle kendilerinin sindirmiş ve uygulayabiliyor olmaları gerektiği söylenir. Bir anda tamam deme cesaretini gösteremedim ama eve gelince oturup düşündüm, ben neden yapamam dedim? Bir tek cevabı var bunun o da cesaretli davranmadığım. Emniyetli bölgeden çıkıp, tehlikelere maruz kalabileceğim bir bölgeye çıkmak. Tehlike nedir peki? Başarısızlık tabi ki..

Başarılı ya da başarısız olmak
Başarısız olursam ne kaybederim? Bana, Zeynep’cim senin biraz daha çalışman lazım, kimse memnun kalmadı derler. Nasıl bir his içerisinde olurum o zaman? Rezil olmuş hissederim, başkalarının gözünde küçük düşerim. Başarısızlıkta bu hisler önce ortaya çıkıyor ve sonra kendini suçlama, kırılan cesaret duygusu derken ilerleme yolunda kendimizi kısıtlıyoruz..Daha önceki başarısız denemelerden yerleşen düşünce kalıpları..Ben bunları yıkmak için onca zamandır çalışmıyor muyum? O zaman bu kalıbı yıkmak için önce cesaret göstereceğim. Başarılı ya da başarısız olmaya değil, bunu bir yolculuk olarak kabul edersem eğitimin hazırlık sürecindeki kazanımlarıma ve farkındalıklarıma odaklanmalıyım. Nelerin anlatılması gerektiğinin tespitini yapıp, her birini özenle üzerimde uygulamalıyım. Bundan daha ala ne olabilir.

O zaman ilk değiştirdiğim düşünce kalıbı; ‘Ya barısız olursam’ düşüncesinin, ‘Kendim için harika bir fırsat yakaladım’ düşüncesine dönüşmesi.. Eğitimin konusu da düşünce kalıplarımızın değişimi olabilir.

Nereden başlasam? İki saatin içine hangi konuları alsam? Kendi üzerimde ne uygulamalar yapsam..

O zaman kendime bol kazanımların ve farkındalıkların olduğu iyi yolculuklar diliyorum..:-)

14 Ağustos 2011 Pazar

Bir İstanbul Günü

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 21:58 | Yorum Yap

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Burası Set Üstü Çay Bahçesi..Manzara masal gibi. Solda Boğaziçi Köprüsü, karşımda Haydarpaşa, sağ tarafımda Prenses Adaları..Yüzyıllık ağaçlar arasında kuş seslerinin içindeyim. Önümde İstanbul surları ve onları kaplayan ağaçların içinden giden uzun zamandır sesini duymadığım tren..Tıktak tırak tıktak trak. Masmavi deniz üzerinde balıkçı tekneleri, tankerler,Sirkeci arabalı vapuru,şehir hatları vapurları, deniz otobüsleri..

Tek başıma yaptığım bu İstanbul gezilerimin keyfini özlemişim. Silüeti ne düzgün şu kentin.Tüm karmaşasına, trafiğine, yoğunluğuna rağmen uzaktan gözlendiğinde kendine göre bir dinginliği var. Gizli köşeleri, saklı bahçeleri var. Yaşlı ağaçların huzurunu barındırdığı nice yaşanmışlıklara, aşklara şahitlik yapmış bahçeleriJ
uz. Her yer pırıl pırıl, kuş sesleri korosu, toprağın çimin kokusu, yeşilin tüm tonları, sabahın o erken saatinde kaçak aşıkların kaçak bakışları ama bakışlarda sevgiyi paylaşmanın mutluluğu..Hepsi birleşip içimdeki o çoşkuyu tetikledi, herkese uzanma ve yaşam sevincimi paylaşma isteğimi körükledi.

Parkın ardından, hiç gitmediğim Yerebatan Sarayı, unuttuğum Sirkeci Garı ve balıkçıların yanından yürümeye hep özendiğim köprü, bir de bonus olarak Murat’la Karaköy Namlı’da öğlen yemegi..   
Herkese kalbimden kucak dolusu sevgi. Olumlu ve ışıkla kalalım.

Zeyno

13 Nisan 2011 Çarşamba

Eleştirmek yerine uygulamak

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 11:37 | Yorum Yap
Eleştirmek ne kolay..Bunun nedeni  olayın dışından baktığımızda yanlışları daha kolay görebilmemiz mi acaba? Dün kızımı arkadaşından aldım, eve doğru yollanırken Şaşkınbakkal’da sağ tarafta her zamanki araç yoğunluğu ve gereksiz bir trafik sıkışıklığı var..Sağdan iki şerit araba park etmiş olmasına rağmen bir araç üçüncü şeritte birisini indirdi ve uzun bir süre konuşmaları bitmediği için yol ortasında trafiği kapamaya devam ediyordu. Arkada bekledim, sağlayamıyorum çünkü sağdan akış devam ediyor. Kornaya bastım ve boşluk bulduğum için sağladım bir yandan da sinirlenerek yanından geçerken adama söylendim.  Kızım, 'anne trafik herkesi bu hale getiriyor galiba bak sen de oldun, eskiden daha sabırlıydın, ya geç ya bekle’ dedi.  Aslında vaktim varsa beklerim ve korna çalmaya çok karşıyım. Kızımın sesini duyduğumda hemen kendimi düşündüm. Aynı hatayı bende yapıyorum. Kendim iki dakika kazanacağım diye başkalarının iki dakikasını çalabiliyorum. Yani eleştirdiğim davranışları sergileyebiliyorum.  Arkamdan korna çalan olduğunda, aman iki dakikaya öldün mü diyebiliyorum.  Evet eleştirmek kolay, zor olan ise eleştirdiğimiz, teorikte yanlış olduğuna kanaat getirdiğimiz davranışları yapmayarak özen gösterip örnek olmak. Çocuklarımıza birçok nasihat veriyoruz, ne kadarını biz uyguluyoruz? Sonradan annenin dediğini yap yaptığını yapma diyoruz. Eskiden beri aklımıza işlemiş ne kötü bir deyiş. Tabi ki önce ben doğrusunu yapacağım doğru alışkanlıklar edineceğim ki çocuğum da bunu örnek alsın. Ya da arkadaşım bunu örnek alsın ya da yollardaki diğer sürücüler. Eleştirmek, bunun doğrusu bu yanlışı bu demek kolay, sürekli bir uygulayıcı olmak zor. Biraz yapıp biraz yapmamak değil marifet, her şartta doğruyu yapmak. Yapmayana yaparak örnek olmak..

15 Ocak 2011 Cumartesi

Şems den bir hikaye..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 17:27 | Yorum Yap

Okuduğum son kitaplardan birisi Sinan Yağmur’un yazdığı Aşkın Gözyaşları.  Şam’dan Konya'ya geri dönerken, Şems’in Sultan Veled ve seyahatte kendilerine refakat eden dervişlere anlattığı bir hikaye….


İkindi vakti namazı öncesi şeyh dervişlerinden birinden, abdest almak için kendisine bir ibrik su dökmesini rica eder. Hem abdestini almakta hem de dervişi gözlemektedir. Bu arada su döken derviş bakar ki şeyhin ellerinin bazı yerleri kurudur ve aklından ‘bir de şeyh olacak doğru dürüst abdest almayı bile beceremiyor ’ diye geçirir.  Derviş in alaycı bakışlarını yakalayan şeyh onun aklından geçenleri okur ve ‘sen bize yaramazsın’ diye dervişi kovar.
Derviş pişman olsa da iş işten geçmiştir. Düşer yollara, ailesi ve gidecek yeri yoktur, yorulmuş acıkmıştır. Karanlıkta bir ince ışık görür ve oraya doğru yöneldiğine kendisine yemek pişiren çoban onu da buyur eder ve ona acıyıp karşı dağın ardındaki şehirden bahseder. Ancak bu şehrin özelliğini de söyler. Bu köyde ne alırsan sadece ‘Eyvallah’ demek yeterliymiş fakat uyulması gereken 3 kuralı da varmış ve ihlal edeni şehirden atarlarmış.
‘Birinci kural kulun işine karışmayacaksın, ikinci kural Allah’ın işine karışmayacaksın, üçüncü kural yalan konuşmayacaksın’ demiş çoban. Dervişin çok hoşuna gitmiş çünkü kurallar ona çok basit gelmiş.
Ertesi sabah erkenden yola çıkmış ve şehre vardığında doğru hamama gitmiş. Yıkanmış paklanmış, sağ elini göğsüne koyarak hamamcıya ‘eyvallah’ demiş. Hamamcıdan aynı karşılık gelmiş. Emin olmak için derviş ‘borcum?’ diye sormuş. Hamamcı ‘eyvallah dedin ya o yeter’ demiş. Derviş bir ay boyunca böyle yaşmış ve "iyi ki de dergahtan kovulmuşum" demiş içinden.  
Bu arada köle pazarından yine bir "eyvallah" karşılığı bir köle kadın almış ve onunla evlenmiş. Günleri güzel geçmekteymiş.
Günlerden bir gün karşıdan bir adam ve iki kadının geldiğini görmüş Derviş. Kadınlardan genç olanın saçı başı açık, daha yaşlı olanın ise her tarafı kapalıymış. Bizim derviş ‘Şuna bak, asıl örtünmesi gerekenin her yeri açık saçık’ diye bağırmış. O da ne! Genç kadın birden bağırmaya başlamış ‘Zaptiyeee, zaptiye kulun işine karışıyoooor’. Derviş ne olduğunu anlamadan soluğu karakolda almış ve biraz da hırpalanmış. Duruma çok içerleyen derviş karakolun dış avlusunda ellerini havaya açarak ‘Ey rabbim bu nasıl iş? Ben bir kulunu uyardım sadece, bu nasıl iş’ diye söylenmiş. Oradan geçen bir birisi ‘Zaptiyeeee, zaptiye Allah’ın işine karışıyor’ diye bağırmaya başlamış. Ve yine karakol, yine dayak..Bizim derviş yorgun argın evine gelip ve kendini yatağa atmış. Olayı duyan av arkadaşları kendisine ziyarete gelmişler ancak o kadar halsizdir ki karısına ‘evde yok de evde yok de' der. Bu sefer eşi bağırmaya başlar ‘Zaptiyeee, zaptiye , eşim yalan konuşmamı istiyoooor’.
Ve tabi derviş zaptiyelerce şehirden kovulur.
Kitapta bu hikayeye bayıldım. Ben çocukluğumdan beri  kendimi başkalarının yaptıkları ile fazla ilgilenmez bilirim.( "fazla" ilgilenmez J ) Bu hikayeden sonra dikkat etmeye karar verdim ve bir sürprizle karşılaştım. Başkaları beni ne kadar gereksiz ilgilendiriyormuş.  Başkasının şu anda ne yaptığı ve nerede olduğu, ben yaya yürümeme rağmen başkasının neden yolun ortasında trafiği tıkadığı, olmuş bitmiş konularda ah keşke şöyle olsaydılar  vs. vs. Gün içinde her birini not alsam, vay vay vayy..

Bir oyun oynayın ve siz de dikkat edin.

Bakın bakalım aslında sizi hiç ilgilendirmeyen kaç kişi ya da kaç olayla ilgili aklınızı, zihninizi meşgul ediyorsunuz? Durum böyle ise ne kadar çok vakit kaybediyoruz, geri getiremeyeceğimiz o çok değerli hazinemizi boşa harcıyoruz.
Bu düşüncelerden kurtulmak, odak noktasını kendimiz yapmak bize yol aldırır. Kendimizi odağa aldığımızda içimizdeki sesi duyma olasılığımız o kadar fazla. Bu noktada bir dikkat daha sarf etmeli ki o da bu sesin dost mu düşman mı olduğunun ayırımı. Dost ses bizi destekler, ona güvenmek bizi harekete geçirir ama düşman ses de yaş tahtalar konusunda uyarabilir. Takılmadan onu da kullanalım o zaman.
Peki yakın çevremizle ilgilenmemek mümkün mü? Çocuğumuz, eşimiz, dostlarımız elbette bizi ilgilendiriyor. Ucu rahatımıza dokunan o kadar çok  konu var ki... Bağlılık değil bağımlılıklar çok. Oysa bağlılık yaratıp bağımlılıkları azaltınca ilgi gerçek ilgi oluyor ve sevgi de gerçek sevgi.
Başlangıç olarak dış halkaları almak ve birer birer onları küçültmek sonunda kendimize varma yolunda kolaylık sağlar.
İyi yolculuklarJ

3 Ocak 2011 Pazartesi

Her sabah o gün için hedef belirlemek

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 15:33 | 1 Yorum
Her yılbaşı geçen yılın ardından bakarım. Zaman ne çabuk geçmiş şaşar kalırım.

Bu sene de şaşırdım mı? Evet şaşırdım ama geçen seneler gibi panik halim yok. Her yıl olduğu gibi bu sene de benim ve sevdiklerim için dileklerim var ancak dilekler yanında sadece kendim için hedeflerim de var. Her an gözümün önünde tutacağım, sabahları hatırlayıp akşamları unutup unutmadığımı kontrol edeceğim hedeflerim var. Hedefler göz önünde tutulduğunda sanırım zaman kaybı da olmuyor. Zaman kaybı olmayınca stres olmuyor.Stres olmayınca güzel enerji yayılıyor, güzel enerji yayınca aynı düzeyde olaylarla karşılaşılıyor, akşam günü düşünürken ohhh çekiyorsun..Günüm güzel geçti..Belki de nasıl gördüğümüz önemli. Bugün Depack Chopra'nın dediği gibi engelleri sadece nefes alıp dinleneceğin anlar olarak görmeli.

Bu sabah hedefim insanlara daha fazla gülümsemek, daha fazla anlayış göstermek ve bunu zorunluluk değil içimden gelerek yapmak..Sevgili Neşe Akar dan esinlenerek..Sagol Neşe..

Sayfa Görüntüleme