28 Ocak 2012 Cumartesi

Duyarak büyüdüğümüz sözler

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 00:43 | 4 comments
Hepimizin annelerinden babalarından, büyükannelerinden büyükbabalarından duyarak büyüdüğü sözler var. O zaman ne anlama geldiğini belki bilemiyoruz ama hepsi bir tohum gibi kafamıza ekilip bizim karakterimizin oluşumuna katkıda bulunuyor ister istemez. İyi tohumlarda var, kötü tohumlar da ekilen içimize. Biz ise şimdilerde iyi tohumların meyvelerini yiyor, kötülerin meyvelerini temizlemekle uğraşıyoruz. Annemin ektiği iki tohumdan bahsedeceğim, ki bugün ben de aynı şeyleri söylüyorum çocuğuma.

Sadece korktuğum için ya da istediğim bir şeyi elde edemeyeceğimi düşündüğüm zaman ağladığımda, “GÖZ YAŞLARINI ZİYAN ETME” derdi. Bu aslında basitçe, “daha bir şey olmadan hemen ağlama, dur bak bakalım belki de ağlaman gerekmeyecek ve işler istediğin gibi gidecek ne biliyorsun?” diyordu bana. Derinde neler diyor? Birincisi önyargısız ol, bir işe başlarken her zaman olumlu düşün ve seni alıkoyan ego’ya kulak asma diyor. Daha bir şey olmadan bu endişeleri, yani gereksiz düşünceleri yaratırsan bunlar akıl süzgecini tıkar o zaman doğru karar veremezsin diyor. Hayatını ağırlaştıran gereksiz korkular, endişeler duyma, içinde bunları yaratma diyor. Şimdi korkusuz bir cengaver miyim, yok tabi ki değilim ama bir olay olduğunda oturup kendime kızmak, hayıflanmak, kendim için ağlamak yerine, çare arayan, ders alan ve düzeltmeye gayret eden bir kişiliğim var. Tabi ki herkesin başına geldiği gibi benimde kendimi çok kötü hissettiğim, gerçekten bir şey olduğu ve ağladığım, kendimi çaresiz ve dipte bulduğum zamanlarım oldu. İşte çok fazla diplerde kalmadan, ağlamayı kesip yeniden yukarıya çıkmamı sağlayan diğer tohum söz de şudur. Bunu sevgili anneannemden de çok duydum. YERE DÜŞSEN BİR AVUÇ TOPRAKLA KALKARSIN. Bu sözü resim olarak canlandırırdım gözümde hala da öyle yapıyorum. “Çok kötü duruma düşsen bile ayağa kalktığında elinde yanına kar kalan bir şey var” demek. Düşündüğümde bu “bir çare vardır” diyen ses oldu bana ve diplerde çok da uzun kalmadım ben. Bugün çoğumuz, yaşadığımız her düşüşten ders alıp yeni bir yolda umutla devam ediyoruz, bunu bana çabucak hatırlatan tarafım bu tohumdan geliyor sanırım. Üstelik şimdilerde gözümde canlanan resimde, sadece düştüğümde kaptığım toprak değil, kalktığımda elimde tuttuğum içinde yeşermiş birçok filiz barındıran toprak var. Bu tohum lafta geçen “toprak” hem fiziksel hem de ruhsal olarak çok derin, başka zamanın sohbeti olsun, ya da sessizce kendi başımıza düşünelim..

Bana yazar mısınız, "sizin tohum laflarınız" ne? Büyüklerinizden size geçen, kişiliğinizi şekillendiren? 


19 Ocak 2012 Perşembe

Bu sabah Taksim

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 10:08 | 4 comments
Bu sabah Taksim gözüme ne güzel geliyor. Hava buz gibi, etraf gri ama o kadar aydınlık ki, güneş bulutların arkasında, sadece ışığı var, ha çıktı ha çıkacak. Meydana bakan Simit Sarayındayım. Sıcak çay ve beyaz peynir, domatesli simidim. Buraya gelirken kendimi nedense, yurtdışında bir şehirde hissettim. Bunun nedenini düşündüm, sanırım oralara gittiğimizde her şeye dikkat edip içimize sindirme isteği oluyor, bugün ben de gördüğüm her şeyi içime sindirmek istiyorum. Koca Taksim meydanı, acaba adı neden Taksim Meydanı? Vikipedi de şöyle yazıyor : Osmanlı döneminde, civar semtlere su dağıtmak için şu an Taksim Meydanı olarak bulunan bölgeye bir su deposu yapıldı. Depolanan suyu da dağıtmak, yani taksim etmek için küçük bir yapı, yani maksem yapıldı. Meydan, adını, eskiden Galata-Beyoğlu suyunun "taksim edildiği", Taksim Maksemi' nden almıştır.  Karşımda Aya Triada Rum Ortadoks Kilisesi, aralarda kaybolmuş, dıştan çok büyük, içini çok merak ediyorum. Belki bir gün gezmek nasip olur.
Bu sabah neden buradayım. Geçtiğimiz hafta yaptığımız kültür turu beni çok etkiledi. Dolaştığımız sergilerden birisi fotoğraf sergisiydi. Bashir Barlakov-Meksika Rüyaları-Pilot Sanat Galeri. Değişik bir çalışma görmek isterseniz gidin derim. Bu sergide yaşanmış bir hikayenin ( Troçki, Meksika daki sürgün hayatı, aşk, kin, politika ) dijital tekniklerle resmedilmesi vardı. Fotoğrafçılık deyince aklıma hemen Cüneyt gelir, sanırım fotoğraf tutkusu ile dünyanın değişik yerlerine fotoğraf çekmek üzere gidiyor olması beni etkileyen şey.Kenya bunlardan biri, ne macera. Bu arkadaşıma hevesle gezdiğim sergiyi anlattım. O da bana henüz kendisinin gezmediği Halim Kulaksız’ın Döngü konulu sergisini tavsiye etti, konuya tutuldum ve işte bu sergiyi gezmek için buradayım. Bazen her zaman yaptığımız şeylerin dışında bir pencere açıp taze hava almak iyi oluyor. İnsanı gülümsetiyor. Bugün benim için taze hava, bu sergi oldu. Şimdi Arzu’nun sesini duyar gibi oldum ‘sen kalk sabahın körü Taksime sadece bir fotoğraf sergisi dolaşmaya git, manyaksın sen’ . Dua et Arzu’cum bu sabahın köründe kalkıp buralara gelmekle kalsınJ
Çocukların, balıkçıların, selamı var dalgaların, öp dediler gözlerinden bir kerede benim için. Nerdeysen her kimleysen…Vayy Tarkanım vayJ
Sevgiyle kalın dostlar.

10 Ocak 2012 Salı

Ben bir ressamım..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 10:31 | 4 comments
Sevdiğim bir arkadaşım kendisine çok yakıştırdığım bir işi yapmaya başladı. Koçluk yapıyor ve yaptığı koçluğu da ‘değişim koçluğu’ olarak adlandırıyor. Kendimle ilgili değiştirmeye çalıştığım, eski üstüme yapışan ama aslında ben olmadığıma inandığım alışkanlıklarım üzerinde düşünüp, çıkar yollar ararken ne de güzel denk geldi ve dün ‘hadi birlikte çalışalım’ dedik.
Dedik ama nasıl bir şey olacağını bilemedim önce, açıkçası arkamdan bir şey dürttü, ne kadar yakın arkadaş olursam olayım o kadar özel duygularımı, zayıflıklarımı, ne kadar doğal bir insan olduğuma inansam da oluşturduğum maskelerimi, egomu şimdi kendimden ayırmam kenara bırakmam gerek diye düşündüm. Bu kolay bir şey mi? Zamanın akışını hissedip, ayağına geleni şans sayıp, gülümseme ile devam edince kolay sanırım. Başlamak ve bitirmek benim elimdeyken denememek kayıp olur dedim ve bu düşünceyle akşamüzeri buluştuk. Bu buluşmaya seans deniyor. ( Bu benim hızım mı yoksa ‘koçum arkadaş’ımın hızımı? : Denk geldi denkJ)
Bir buçuk saate yakın sürdü seans. ( Bak yazarken fark ettim ben buna seans demeyeceğim, seans lafı bu sohbeti ‘koç-danışan’ ilişkisinden uzak yere koyuyor,  buna sohbet diyeceğim. Seans lafını kullanırsam, girdim çıktım bitti hissi, sohbet lafını kullanırsam geriye kalan güzel bir tat hissi oluyor içimde) Sohbetimizde kendimi hiç de yukarıda saydığım gibi rahatsız hissetmedim. ‘Koç arkadaş- Danışan’ da değildik, ‘koç-danışan’ dık o süre içinde . Şimdi elimde ben konuşurken sarf ettiğim birçok kelime, önemsediğim değerlerim ve beni aşağıya çeken o iç sese karşı kullanacağım bir cümlem var. Devam eden zamanlarda ortaya çıkacakları hevesle bekliyorum.
Ben şimdi; kocaman duvar büyüklüğünde bir tuval aldım, bir ressamın duyduğu hevesle geçtim karşısına. Şimdi renk renk boyalarımı seçiyorum, fırçalarımı seçiyorum.( Seçiyorum çünkü aklımın alabileceği her renk ve her çeşit fırça var,istediklerimi kullanacağım) Sevdiğim şeyleri resmedeceğim o tuvale, engin bir deniz, o sert dalgalara dayanan deniz fenerim, ailem, arkadaşlarım, yemyeşil bereketli topraklar ve o sonsuz kaynak Güneş..
Tuvalimi boyarken, beni dinlemek isterseniz burada buluşuruz yineJ

4 Ocak 2012 Çarşamba

Sessiz kalabilmek

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 18:13 | Yorum Yap
Bir arkadaşımı tweet atmış ve ‘Hızlı başlayan bir gün, hıza ayak uydurmak zorunda değilim, günü yakalamak zorunda değilim’ demiş. Bugünlerde aldığımız her nefesin bile farlına vararak yaşamanın üzerinde düşündüğüm ve bunu doğal halim durumuna getirmek için çabaladığım şu günlerde kendisine hevesle ve bilgece hemen cevap yazdım. ‘Günü mü, gündemi mi? Gündemi boş ver ama günü yakalayınca ohh diyorsun, yani ben böyle yapıyorum’..Gelen cevap şöyleydi: ‘Sen daha iyisini yapıyormuşsunJ
Evet, ben o an için daha iyisini yapıyorum da her zaman bunu yapabiliyor muyum? Ne günü, ne gündemi yakalamak istemediğim zamanlar olmuyor mu? Tabi ki oluyor. Heyecanla yazdım o cevabı ben, neyin doğru neyin yanlış olduğunu söylemek değildi niyetim. Gelen cevap karşısında içimde birden bir sessizlik oldu. Demek ki arkadaşım hem heyecanımı hem de niyetimi anlamıştıJ . Duygularını her kimse benimle paylaşan, arkadaşım, çocuğum, eşim, annem.. benden zaten bildikleri şeyleri duymak istemiyorlar ki, sadece onları anlamamı bekliyorlar. Niyetim hep sevdiklerimin yanında olmak benim ama bunu ifade şeklimi değiştirmeliyim. İşte üzerinde düşünüp değiştireceğim bir yönüm daha.
Daha sessiz olmalıyım.. Tıpkı Alp’in bana gönderdiği cevap gibi.. Sessizlikte cevaplar çok daha kolay geliyor.Sessizlikte an daha kolay yakalanıyor..Teşekkür ederim Alp.

29 Aralık 2011 Perşembe

Zarafet

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 23:24 | Yorum Yap
Ben pazardan alışverişe bayılırım. O tezgahlarda satılan taze sebzeler meyveler...Hımmmmıh.. Çocukken meyve tezgahlarının önünden geçerken oyuncakcı dükkanının önünden geçiyormuş gibi zevk alırdım..Annem sen bir manavla evleneceksin galiba derdi..Bir manavla evlenmedim fakat tezgahlarda hala gözüm kalıyor..Pazartesi sabahları Selamiçeşme Pazarına gider oldum son zamanlarda..Daha tezgahlar yeni kurulurken yani sabahın köründe gidiyorum, aslında pahalı oluyor ama günümü ziyan etmemiş oluyorum, yemekler yapmaya da erkenden başlıyorum..Bu işten pazarcılar memnun, çünkü benden yapılan siftahtan memnunlar. Bir kere geç gittim, yeşillik satan çocuk hesap sorup sitem ettiJ

Pazardan çocukluk arkadaşımın bloğunda yazmış olduğu pancar salatasını yapmak üzere taze taze pancarlar aldım..Aslında denemek istediğim şey sadece tarifini aldığım salata değil, Hande’nin pancarı soyarken hissettiklerini anlamaktı. Bilirsiniz pancar el boyar, ben de genelde eldivenle ve elma soyar gibi soyarım pancarı, çabuk çabuk.. Bu sefer eldiven kullanmadan, aynı arkadaşımın tarif ettiği gibi pancarın ellerimin arasından kaymasına izin vererek soydum..Aslında patates gibi ince kabuklu bir sebze, mat kabuk gittikten sonra içinden pasparlak kadife gibi yumuşak gibi bir doku çıkıyor. Ellerde kalan pembelik de iki yıkamada gidiyor.
Burada ben bilmediğim bir şeyi öğrendim.( çok gerekli olup olmadığı tartışılır), ayrıca yaptığım pancar salatası yaptıklarımın en lezzetlisi, en kıymetlisi oldu.

Pancarın bana düşündürdüklerini bugün sizle paylaşmak istedim;
Hedef aynı olsa da ulaşmak için yollar kişiye göre nasıl da değişiyor. Çabucak yapıverdiklerimizde kaçırdığımız ve ne çok zevk alabileceğimiz noktalar var. Yani şimdi pancarı öyle soysam ne olur soymasam ne olur denebilirJ  Evet ama sadece pancar soymak gibi işler mi çabuk çabuk yaptıklarımız. Attığın her adımın, yediğin her lokmanın, baktığın her noktanın keyfini çıkarmak gerek..İşte bu ZARAFETtir. Ben her işi ağırdan alalım demiyorum, çabuk çabuk yapılsa da ne yapıyoruz hissedelim diyorum. En son yaptığım pancar salatası hayatıma daimi olarak zarafeti kattığım andır..:-)

2012 hedeflerimden birini de bulmuş oldum..Zarafet..

Herkese zarif günler diliyor, salata tarifini merak edenler için bloğu yazıyorum.

NİCE MUTLU SENELEREJ

25 Kasım 2011 Cuma

Bir yaşamın son perdesine şahitlik

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 20:56 | 1 Yorum
Çiftehavuzlar’da Papa John’s diye bir pizzacı var..Pizzasının tadına ilk defa sevgili komşularımızdayken bakmıştık. Özel domates soslarından ekstra koydurup, sadece mantarlı ve ince yaptırıyoruz. Yanındaki tombul biber turşuları ile yerken dudakların acıdan hafif şiştiğini hissediyorsunuz. Orta boy alana ikincisi sadece 4 TL farklaJ..Bu durumda komşuda pişiyor ve bize de düşüyor durumu oluyor doğal olarak..Papa John’s a ilk sipariş verdiğim günü hatırlıyorum. Yeni vejeteryan beslenme kararı aldığım günlerdi..Eve gelen pizzayı sevinçle parasını ödeyip aldım..O gün yalnızdım Nisan ya da Murat yoktu. Pizzamı alıp koltuğa keyifle kurulacakken bir kapağını açtım ki karton kutunun, üzerinde dumanı tüten sucuklar, sosisler dans ediyor..Himm dedim, hayat oyunu beni, bakalım sucukları lüpletecek miyim diye test ediyor..Olabilir diye es geçtim ve kibarca gelip bu pizzayı almalarını yerine sipariş ettiğimin getirilmesini rica ettim..Ah vah bir çok özür, yarım saat sonra kapı çaldı..Sevimli bir çocuk, pizzamı bana uzattı. Akıllandığım için hemen kapıda pizzanın kapağını açtım baktım. Kalın pizza!!! Çocuğa neler söyledim hatırlamıyorum, verdim pizzayı eline, para iadesi de istemediğimi söyledim..Hızımı alamadım, açtım telefonu sipariş alanlara, biri birinin üzerine attı hatayı, öbürü diğerinin. Dinlemiyorum, ben komşuda yedim beğenmiştim bi daha asla sipariş vermeyeceğim diye tüm kızgınlığımla kapattım..Yani hayat oyununun bu testinden başarı ile geçemedim ve sınıfta kaldım..Sanırım burada test edilen sabrım ve nezaketimdiL..Bir iki ay sonra dayanamadım ve tekrar sipariş için aradım Pizzacıyı..Aramayacağım demiştim ama Pizzanız çok güzel ne yapayım, lütfen bundan böyle dikkat edin dedimJ O gündür bu gündür sipariş alan Davut ve Hüseyin ile aram çok iyi, telefon numarasını alır almaz ekstra domates soslu ince mantarlı değil mi diye soruyorlar..

İşte ayıptır söylemesi o güzelim pizzadan yiyerek sizinle bu yazımı paylaşıyorum..

Geçen hafta sonu eşimin bir arkadaşının annesinin vefatı üzerine cenaze töreni için Bursa’ya gittik. Sevgili Eren’in bu acısını duyunca aslında artık onun sadece eşimin arkadaşı değil benim arkadaşım Eren olduğunu fark ettim..Sabah erkenden Pendik Yalova feribotu ile Yalova’ya geçtik. Bursa ‘da sadece bir mezarlık varmış, Hamitler de ve çok büyük, bulmamız hiç zor olmadı. En arkalarda bir yer ayırmışlar yabancı uyruklulara (Eren anne Belçikalidır)..Oraya gittik biz de. Henüz erken olduğundan kimse yoktu. Yavaş yavaş, bazılarını İzmir’den de tanıdığım Eren’in arkadaşları ve tabi hem annesinin hem de kayınvalidesinin ( Eren  kayınvalide Almandır) yabancı uyruklu arkadaşları gelmeye başladı. Herkesin yüzünde kaybın acısını taşıyan bir  tebessüm ve bu tebessümle birlikte ellerde güzel, özenle paketlenmiş rengarenk çiçekler..  Gelenler tanısınlar tanımasınlar birbirlerinin ellerini sıkıp başsağlığı dileklerini ifade ettiler. Bu sırada Eren’ nin eşi Sibel bir papaz getirdi..Alman papaz önce herkesin tek tek elini sıktı, başsağlığı diledi ve kendini tanıttı..Duasına başlamadan önce de çok iyi Türkçe konuşamadığı için özür dileyerek duayı Almanca okuyacağını söyledi.. Ben hiçbir şey anlamadan dinlemeye başladım tabi ki..Ancak uzaktan Eren’nin ablası İrem gözüme takıldı..İrem yurt dışında yaşıyor ve her Noel tatilinde annesini ziyarete geliyor…Papaz duasını okurken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı..İster istemez ben de içimden onun için dua ettim..Koşa koşa gidip sarılmak geldi içimden, onunla birlikte hiç tanımadığım annesinin cenazesinde ben de hüngür hüngür ağladım..Biz Türkler biraz duygusalız aslında, en güzeli bu duygulara hakim olabilmek..Neden ağlarız?.. gidenden çok kendi kayıplarımız ve kaybedebileceklerimiz için, belki buna kendimizde dahil. Papazdan sonra Eren ve İrem, iki evlat, mezarın başına geçtiler. İrem Annesine göz yaşları içinde bir konuşma yaptı..Ben asıl burada çok etkilendim, konuşma Fransızcaydı söylenenlerin ne olduğundan en ufak bir fikrim yoktu. Uzakta yaşadığı için çok daha duygusal olabileceğini düşündüm sadece..Konuşma bitince gerçekten dayanamadım bu sefer gittim ve kendisini kucaklayıp duygularımı ifade ettim. Bu cenaze töreni, insanın üzerinde ağırlık yaratan bir tören değil mütevazi bir vedalaşma oldu..Daha sonra Sibel hepimizi evlerine davet  etti. Feribota yetişmek için vaktimiz olduğundan bu davete biz de icabet ettik. Biliyor musunuz Eren ve Sibel geçen seneden beri yeni geçtikleri evlerine bizi davet edip duruyor..Keşke ziyaretimiz daha hayırlı bir gün de olsaydı ama nasip bu güneymiş..
Eve geçtiğimizde bizi Sibel ve annesi Gertrud un yaptığı güzel yiyecekler, içkiler ve Sevgili Selim’in nazik ikramları ile güzel sohbetler bekliyordu. (Selim, Eren ve Sibel’in oğlu, gülünce onlar gibi gözlerinin içi gülüyor) Dayanamadım İrem’ e annesine ne söylediğini sordum. Bana annesinin İkinci Dünya savaşında daha henüz 14 yaşındayken bir kızken, Almanlardan yürüyerek Fransa’ya kaçtığını ve aslında Almanlardan nefret ettiğini, aklına bir Alman gelin ve dünür sahibi olmanın en son gelecek şey olduğunu ve Alman bir papaz tarafından gömüldüğü için annesinin rahatsız olduğunu bildiğini, bundan dolayı annesinden özür dilediğini söyledi. ( bu arada gelinini de dünürünü de hep çok sevmiş olduğunu vurgulamadan geçmedi) . Ayrıca yanımıza yaklaşan Gertrud a tüm yaptıkları için minnettar olduğunu , sen olmasaydın bunların hiç biri olmazdı diye söyledi. Gertrud’da annesinin Alman takıntısı olduğunu bildiğini ancak Fransızca konuşan bir papaz bulmak için ellerinden geleni yaptıklarını söyledi..İki medeni insan hem kalpleri ile hem de gözleri ile konuştu birbiri ile.

Sanırım bu da hayat oyununun testlerinden birisi ve de tabi ki karmalarımız. Bir şekilde en korktuğumuz şeyler karşımıza çıkıyor, kendimizden en emin olduğumuz konularda nasıl yıkılabileceğimizi gösteriyor, kibirle verilen tepkilerin ne anlamsız olduğunu farkına varmamızı sağlıyor, en önemlisi son perdede bedenin eninde sonunda gidici olduğunu ve gerçek olanın  sahip olduğumuz erdemlerimiz ve tüm erdemlerin kaynağının ise sevgi dolu yaşamak olduğunu gösteriyor. Bu nu neden aklımızda tutamıyoruz? Özümüzü unutup bedende kalıyoruz. Hareketlerimizin çoğu bedenimize, malımıza ve kendi tohumunu atarak içimizde büyüttüğümüz egomuza gelecek zararı önlemek için. Bu zararı önlemeye çalışırken ruhumuza verdiğimiz zarar?
İnsan ilişkilerinde karşındakinde eleştirdiğin ne varsa aslında aynısından sende de var ki, bunu görebiliyorsun derler. Ne korkunç değil mi? Kendi üzerimde çalışmak için, birlikte olmaktan kaçındığım insanların kötü özelliklerini yazıp, bu özelliklerin karşıtı olan iyi özellikleri edinmeye özen göstermeliyim. Benim için güzel bir çalışma olacak. J

Sevgi dolu anlayışlı günler yaşamak ve yaşatmak dileği ile.. 

11 Kasım 2011 Cuma

Akıl zihin ve bedenin uyumu..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 00:25 | Yorum Yap
Mutsuzluklar uyumsuzluğun eseri..Bugünlerde zihin ve bedenin uyumunu ve uyumsuzluğun sonuçlarını düşünüyorum. Zihinde bir düşünce ortaya çıkıyor, bu düşünce akıl süzgecinden geçiyor ve tepkilerimiz buna göre oluşuyor. Bazen akıl doğruyu seçse bile, yeterince güçlü olmadığımız için,eski alışkanlıklarımızla ve bile bile aklımıza uymayan tepkiyi veriyoruz. Yani akılımız ile bedenimiz uyum sağlayamıyor, bu durum devam ederse de insan kendine çok büyük zararlar veriyor. İki arada bir derede kalmışlık hissi, başarısızlık hissi, kendini suçlama, tabi ki başkalarını suçlama, davranışlarda istikrarsızlık, karışık duygular ve tüm bu durum ve hislerin bilinçaltına kayıtı..Kafamızı tavus kuşu gibi toprağa gömsek, sorunu görmezden gelsek bile akıl ve bedenin uyumsuzluğundan kaynaklanan hislerden kurtulamıyoruz.
Yeni Türkü'nün bir şarkısı var; ya içindesindir çemberin ya da dışında.. Doğru değil mi? Adımınızın biri dışarıda birisi de içerde olduğunda hayata odaklanamıyorsunuz..Odaklanmadan başarı olmuyor, bölünmüşlük, doyumsuzluk ve boşluk hissi..
Hoşnutsuz, karışık duygular içinde olduğumda kendime kısacıkta olsa sessiz bir ortam yaratıyorum, uyumsuzluğu gözlüyor ve kaynağını tespit etmeye çalışıyorum.  Sessizlikle dengeye geliyorum, bedenimi aklımın seçimine uyumluyorum. Bu gibi durumlarda aklıma gelen hemen şu Çin atasözü oluyorJ Değiştirebileceğim şeyleri değiştirebilmek için bana güç ver, değişemeyecek şeyleri kabullenmem için sabır, bu ikisini ayırt edebilmem için akıl ver. Değiştirmek ya da kabul etmek J aslında akıl ve bedeni uyumlamak..
Allahın sevgisini her daim kalbinizde hissetmeniz dileği ile.. 

Sayfa Görüntüleme