27 Aralık 2012 Perşembe

Uyanamadım ki..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 08:41 | 1 Yorum
Ne güzeldi sabaha karşı
Aklıma dizilen kelimeler,
Uzanamadım kâğıda
Hepsi senin içindiler oysa.

Sözcükler uçup gitse,
Kalmasa dudaklarımda
Hissi tamamen aklımda,
Canımda, kilit altında..


25 Aralık 2012 Salı

Kendine iyi davran:-)

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 03:16 | 1 Yorum

Ayrılırken bana “kendine iyi davran” dediğinde, yüzünde diğer insanlardan farklı bir veda cümlesi söylemiş olmanın verdiği hazzı, tıpkı bulaşık deterjanı reklamlarında, bardağın “cink” diye parlaması gibi, sırıtışında gördüm. Bu artık kendi niyet bozukluğumdan mı yoksa bir arkadaşımın kendini överken diline pelesenk ettiği gibi, üçüncü gözümün açık olmasından mı bilemedim. Diyemez miydi herkes gibi “kendine iyi bak”.
Düşündüm ondan ayrıldıktan sonra yolda, kendine iyi bakmak, hasta olmamak için üşütmemek, ağır taşımamak, beslenmeye dikkat etmek, bilgisayar başında çok kalırsam iki üç saatte bir boyun kireçlenmesini önleyici hareketleri yapmak, saçını başını düzgün tutmak, günlük temizlik vs. Peki ya kendine iyi davranmak. Daha içsel bir olgu bu. Fizikselin ötesine geçmek ve ruha hitap etmek gibi. Kendim için hareketlerimde ve sözlerimde iyi olmanın dışında düşüncelerimde de iyi olanı seçmek gibi. Günün sonunda bana kendimi en iyi hissettirecek olan benim kendime olan tutumum değil mi? Bizler kan kussa da kızılcık şerbeti içtim diyenler değil miyiz? Maskelerimiz yok mu bizim? Çıkmaz mı sonunda öfke dışarıya, düşmez mi maskelerimiz bizim? Düşer be ya! Sen kendine ne kadar iyi bakarsan bak, maskenin altından olur sızıntı. Peki ya kendine iyi davranmak, maskenin altının pırıl pırıl olmasına sebep olmaz mı? Olur vallahi! İyi de o zaman maske mi olur? Olmaz vallahi! Zira kendine iyi davranan başkalarına da doğal yoldan iyi davranır. Kendisi ile iletişimi iyi olanın başkaları ile de iletişimi iyi olur.
Sanırım yaşamı dönüştürmek değiştirmek, bekli de sanat gibi yaratmak burada yatıyor. Bu dönüşüm ise sahip olduğum meziyetlerimi erdemlerimi ortaya çıkarmadan, kullanmadan olmuyor. Yani ruhumun mücevherlerini parlatmadan olmuyor.
Şimdi soruyorum, bugün;
Hangi davranışlarım sevgiyi ortaya koydu?
Kendimi hangi dakikalarda huzurlu hissettim?
En çok hangi anlarda mutluluğu hissettim?
En güçlü olduğum an ne yaptığım andı?
En bilge tavrım hangisiydi?
En saf dakikalarımda aklımda ne vardı?  

Bu soruların altlarını doldurabiliyorsam kendime iyi davranmaya niyet etmiş, bu soruların cevaplarını “gün boyu” na çevirebiliyorsam kendime iyi davranmaya başlamışım demektir. Maskeye kimin ihtiyacı var?

Gerçekten dilerken kendime iyi davranmamı, sen de bunları mı düşündün? 
Sağolasın:)

21 Aralık 2012 Cuma


Birkaç sene evvel, Adana’ya gitmiştim genç bankacılarla birlikte olmaya. Yeni işe başlamış, gözleri pırıl pırıl, hevesli gençlerdi hepsi. Bankanın uyum(oryantasyon)eğitimiydi, onların üç haftalık maratonunun bir haftası benimle geçti. Bu süre uzun olunca birbirimizi tanıma, yakınlaşma, bol bol sohbet etme fırsatımız da oldu. Bir akşam Eski Saat’te adını unuttuğum bir kebapçıda, sokak ortasına kurulan kocaman bir masada, bu tatlı gençlerle kahkahası bol bir ziyafet çekmiştik. Beni arkadaş gibi kabul edip davet etmelerine bayılmış, bir o kadar da mesafeli saygılı duruşlarına hayran olmuştum. Unutamadığım banka eğitimlerinden biridir bu. İçlerinden birisi son gün yanıma gelip, boynumdaki akik gümüş kolyeyi hiç beğenmediğini “kara kara bu hocam size yakışmıyor, siz daha canlı daha eğlenceli şeyler takmalısınız” demiş ve mavi boncuklu hala sakladığım kolyemi bana hediye etmişti. Bir akşamüzeri ise Ayşe Ballı’nın yaptığı poğaçaların üzerine üşüşümüzü hiç unutmam. Tarifini istemiştim, unutmadı eğitim sonrası bana e mail attı. Son zamanlarda bu genç arkadaşları çok düşünür oldum zira Ayşe’nin o güzel tarifini biraz değiştirerek kendime göre yorumladım. Temel koyulacak malzemeler var sonrası senin yaratıcılığına kalmış. Evde ne varsa koy karıştır! Çıkar değişik tatları ortaya. Her seferinde bir diğerine benzemedi yaptığım, yani bizler gibi, insanlar gibi. Temelde aynı olan özümüzün, yaşadıklarımızla tatlanmışlığı gibi. Hayatı acı mı yapacağız, yoksa tatlı mı? Maddenin esiri mi olacağız, yoksa aklından kalbine ulaşan zenginlikle kuşlar gibi özgür mü? Kim özgür olmak istemez? Özgür olan yorulmaz, özgür olan yük tutmaz. Hayatlar alt üst olduğunda yerin altındaki değerli madenler gibi çıkar ortaya zenginlikler. O madeni bulacak detektör ise iyi niyet, güler yüz.

Hepimizin kalbindeki detektörü fark etmesi dileği ile daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yapıyor ve yazılarımda ilk defa sizinle bir tarif paylaşıyorum. Eğer yaparsanız, yaparken fark edin lütfen içine ilave olarak attığınız her malzeme sizin seçiminizdir. O an elinizde bulunan malzemeler her ne ise, neyi koyacağınıza karar vererek yaratacağınız tat sizindir. ÖzgürsünüzJ Ağzınıza layık keyifle yiyeceğiniz kurabiyeler yapasınız.

Derin bir kaba aşağıdaki malzemeleri koyun ve iyice çırpın.

1 su bardağı sıvı yağ
1 su bardağı yoğurt
1 su bardağı su
1 küçük çay bardağı şeker
1,5 tatlı kaşığı tuz

Yavaş yavaş kevgirden geçirdiğiniz unu ilave ederken tahta kaşıkla karıştırmaya devam edin.
Artık hamur yoğunlaşmaya başlarken, 1 paket kabartma tozu ve 2 tatlı kaşığı karbonatı una karıştırarak dökmeye devam edin. Hamur hafif, yumuşak ama yapışmayan bir hamur oluyor.
Buraya kadar yazdığım tarifin sade hali, yaratmak istediğiniz lezzeti, ki bu içine bol dereotu koymak, o yoksa birazcık kimyon ve kekik koymak, su salmayan sebzeleri minik minik doğramak, haşhaş katmak, çörek otu koymak olabilir, daha henüz unu ileve etmeden, diğer malzemeleri çırptıktan sonra koyarak yaratınız. Afiyet bal olsunJ

5 Aralık 2012 Çarşamba

Renin gibi

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 20:09 | Yorum Yap

Resim çizsem morlu sarılı yeşilli
En çok hangi çiçeğe benzer desem
Neresine koysam onu tualin
İnce zarif ruhlu mor menekşem
Ne dost desem ne akraba

Geriye ne kaldı diyene
İnsanı tarif etsem
Bir ırmak olup akan yılların
İçine sadece çiçekler eksem

Zeynep





1 Aralık 2012 Cumartesi

Bu sene üniversiteye hazırlık senemiz

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 19:55 | 2 comments

İki gün önce Facebookta oyalanırken bir arkadaşımın sayfasında bulunan çocukluk resimlerimize ulaştım. Hande, bir yaz tatilinde Amerika’ya teyzesinin yanına gitmişti, gidiş o gidiş. Tüm lise yıllarımız onsuz geçti, gelenle gidenle gönderdiği gençlik dergilerinin içine sıkıştırılmış mektuplarda paylaşıldı sırlar. Bakarken resimlerimize, aklım o yaşlardaki halime çekildi. Annem hep yakın arkadaştı bana, hata yaptığımda paylaşabileceğim bir arkadaş. Sıkı sıkı tembih ederdi, darda kaldığında ilk annelere söylenir çünkü bir annenin sevgisi öyle büyüktür ki yaptığını beğenmese de senin için en tarafsız olandır o, sadece senin iyiliğini düşünerek sana ne yapman gerektiğini söyler. Beni severken, överken senin kızında senin gibi olsun derdi. Ne güzel bir övgü değil mi? Ben de kızımı aynı sözlerle büyütüyor ve onu aynı övgü ile seviyorum. Ama annemin gözden kaçırdığı kara tarafı bertaraf etmek için, senin kızın da senin bu güzel huylarına sahip olsun olsun diye seviyorum.

Ah şu kara taraflar yok mu? O kara tarafıyla karşılaştığımda, hemen o zamanlardaki duygularımı ve bana onları yaptıran içimdeki antagonisti düşünüyorum. Aldığım ama uygulamadığım nasihatleri, ila da duvara mı çarpman lazım? sitemlerini aklıma getiriyorum.

Bu sene üniversiteye hazırlık senemiz. Okul açılışı ve yoğun dershane programı başlarda stres yarattı zira güzel kızım, "benim ve babasının istediği gibi" derslere erkenden kapanmadı. Evde gerginlik, bizim onu hizaya sokma çalışmaları derken sıkı takip ve Nisan’ın isyanı. Evde mutsuz dönem.

Mutsuzluk varsa yanlışlık da var. O zaman doğru olan ne? Hep beraber oturduk, o bizi dinledi biz de onu, sesler yükseldi,göz yaşları ziyan oldu ve en sonunda, doğru olan herkesin üstüne düşeni yapması, kendi sorumluluğunu üstüne alması dedik. Bunun için güven, sabır ve işbirliğinin dengesi gerekti. Onun yerine çalışamayız ama onun ortamını düzgün tutar, vaktinden çalan, konsantrasyonu bozan ne varsa ona göre ayarlayabilirdik. Çenemizi sıkı sıkı tutar, sabreder ve işlerin düzene girmesini bekleyebilirdik. Biz de öyle yaptık. Zaman zaman benim sabrım taştı, Murat yatıştırdı, onun ki taşınca da ben. Önceleri sadece olması gerektiği için var etmeye çalıştığımız huzur, yerini doğal huzura bıraktı galiba. Şimdilerde kızım dengeyi tutturmuşa benziyor. Sonuç her şey olabilir, kazanır ya da kazanamaz ama herkes elinden gelenin en iyisini yapmış olur. Önümüzde daha bir kaç ayımız var. Sabrın sonu selametmiş. Hepimize sabırlar ve evlatlarımıza başarılar. 



7 Kasım 2012 Çarşamba

Venüs bana göz kırpınca

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 00:07 | 6 comments

Sabahın erken vakti, kahvaltı hazırlıyorum kızıma, gözüm mutfak penceresinden gökyüzünün taze rengine takıldı. Güneşin ilk ışıkları derinlerden geliyor, gökyüzündeki bulutlar alttan aydınlatılan modern sanat eserleri olmuş. Öyle bir renk ki bulutların üzerine oturduğu, sanki palette lacivert, mavi, beyaz ve turuncu şöyle bir karışmış, özenle tabloya saçılmış. Gayri ihtiyari havayı yüzümde, serinliği bedenimde hissetmek istedim ve çıktım balkona, kafamı uzatır uzatmaz ışıkların yayıldığı taraftan pırıl pırıl Venüs Yıldızı görüş alanıma girdi. Bir an köşeden dönünce sevgiliyi karşısında bulan genç kız gibi attı kalbim. O da beni gördüğüne sevindi, bana gülümsedi, göz kırptı ne çabuk unuttun birlikte geçirdiğimiz hafta sonunu hani yazacaktın bizi dedi..

Ağustos sonunda, Antalya Saklıkent’te 2,000 metre yükseklikte, memleketi kavuran sıcaklardan uzak Tübitak 15. Gökyüzü Gözlem Şenliğine katıldım. Gün boyu düzenlenen seminerler, etkinlikler, gece boyunca yıldız seyirleri, teleskopların başında sabaha kadar yapılan gözlemler, anlatılan hikayeler, tanısın tanımasın yanındakine soru soranlar, bilgisini başkası ile heyecanla paylaşanlar, hepsi inanılmaz keyifliydi. Demet ve Boydan’la tüm Avrupa’yı gezmiş tecrübeli çadır, kızımın ilkokulda gittiği bir geziden kalma uyku tulumu ve yanıma aldığım çok az eşya ile ilkleri yaşadığım bu hafta sonunuydu.

Bir organizasyonun mükemmel olması için hem düzenleyenin hem de katılanın niyetinin ne olduğu çok önemli. Oraya ayak bastığımız andan dönünceye kadar gönüllü görev yapan amatör gökbilimcilerin heves ve coşkularıydı beni etkileyen. Eflatun tişörtlü bu gençler kimsenin gözünde soru işareti olmasına izin vermedi. Sağım, solum, önüm, arkam, hep gülen gönüllü! Saklıkent'e erken varanlardan olduğumdan, vadiye bakan ilk sıraya çadırımı da onlar kurdu.
Yapılan sunumların içinde gökbilime gönül vermiş, büyüyünce astronot olma hayalinin sadece hayal olarak kaldığı, şimdi bir erkek çocuk sahibi olan Nurcan’da vardı. Nurcan, şenliklere ilk katıldığında “Teleskop nasıl yapılır?”ı dinlemiş, araştırmış, denemiş ve başarmış. Evinin baş köşesine yerleştirdiği teleskoptan bir tane, bir tane daha derken bunun apartman dairesine uygun bir hobi olmadığına karar verip harika bir çözüm üretmiş. Şimdi onun yaptığı teleskoplar, İstanbul’dan Kilis'e kadar okullarda, denizi bile daha görememiş çocukların, gökyüzünün derinliklerini keşfetmesine yarıyor. Katılımcılar arasında bulunan Kilis İlkokulu’nun öğretmeni, mevsime göre erken bastıran kar, kapanan yollara rağmen, Nurcan’ın sadece sözünü tutmak, aydın yarınlar için meraklı gençlerin yetişmesine katkı sağlamak  adına, hangi koşullarda oraya nasıl vardığını anlattı. 2000 den fazla çocuğu gökyüzü ile tanıştırmış bu hanımı herkes gibi yürekten alkışlarken, malum sulu gözlülüğüm sebebi ile tutamadığım gözyaşlarımı gülümseyerek sildim.

Nurcan şimdi Ankara’da yaşıyor ve kurduğu atölyede (http://www.ilkteleskobum.org/) şimdi çocuklarla birlikte teleskop yapıyor. Bizlere de anlattı nasıl yapıldığını. Zaman isteyen ama kolay, yeter ki insan istesin türünden bir uğraş. O, her gece oğlunu bir takımyıldızı masalı ile uyuturken, aklını ve zamanını verdiği hobisini faydalı bir hale getirmiş. 500 ile 5000 TL arasında mal edebildiği teleskoplara kendisine Uzaylı Zekiye muamelesi yapılmasına aldırmadan sponsor arıyor. Yolun açık olsun Nurcan..

7 Ekim 2012 Pazar

Mutluluğun bana göre tarifi:-)

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 17:31 | 2 comments

Mutlu olmayı düşünüyorum..Hepimizin farkında olarak ya da olmayarak amaç edindiği mutluluğu. Kendimce bir tanım bulmaya çalışıyorum. Kelimelere dökmek zor geliyor bana. Sadece hissedebileceğim bir şey.  Peki o zaman hislerimi yazıya dökebilir miyim? Bilmem, denerim:-)
Gözlerimi kapasam ve tarife başlasam..Hımm evet, seçeceğim ilk kelime hafiflik olur, bende yarattığı his bu çünkü. Düşüncelerde hafiflik, ilişkilerimde hafiflik, yaptığım seçimlerimde hafiflik, taşıdıklarımda hafiflik, hayatın gidişatında hafiflik..daha liste uzar gider.

Düşüncelerde nasıl hafif olurum ki? Tersten gitmek daha mi kolay, o zaman ‘ağır’ olan düşünce nedir? Buldum! O, dudağımı büken, kalbimi buran, yani benim hiç ihtiyacım olmayandır. İhtiyacım olmayanı taşımak, işte bana yük olan da budur. Hemen alır da, atar mıyım o ağır düşünceyi bir kenara?  Cevabı ararken, çocukken duyarak büyüdüğüm bir söz daha, ‘tek elin sesi çıkmaz’ karşıma dikiliyor o vakit. 

Bu söz bana diyor ki;
-Zeyno, ne ise alıp kenara atacağın, atmadan önce üstüne düşeni bul, başkasının yaptıkları ya da yapmadıkları ile ilgilenmek yerine, sadece kendi yaptıklarınla ilgilen ve gözünden ne kaçtıysa, takıldığın hangi çıkıntı ise yont onu.
Kendi çıkıntımı yontup, kafamın içinde ve hatta dışına taşmış olan düşünce balonlarını birer birer patlattığımda ise… Ohhh..Ferahlık!! Hafiflik!! Bu bazılarının dediği gibi umursamazlık değil bence, sadece kendini düşünmek değil, aksine diğerlerine saygı göstermek, aslen kendine saygı göstermek olur.

Bugün birisi kulağıma fısıldadı ‘öz-saygıda dengede durmak yaşam bilmecesini çözmektir, mutluluğun anahtarını edinmektir’ dedi. Bu öyle bilmece ki her gün başka türlü soru var:-) . Kimi bunları biriktirir, ‘aman, sonra çözerim der’ atamaz da, yüküyle yaşar. Kimi ‘aman bana ne der’, hep karşısına aynısı hatta daha zoru çıkar da geçmez o burukluk asla. Kimi gayret gösterir, kullanır o anahtarı açar mutluluk kapısını. Anahtarı elinden almak için fırsat kollayan olsa da o anahtarı hep kalbinde, aklında taşır. Ben gayret gösteren olmak istiyorum. 

Hepimize denge içinde günler dilerim..

Sayfa Görüntüleme