25 Ocak 2013 Cuma

Tarih hocam ağlattı bugün beni..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 15:53 | Yorum Yap
İstanbul Modern kütüphanesindeyim. Kardeşim müzeyi dolaşırken ben de bir rapor hazırlıyor ve mesajlarımı kontrol ediyorum. E maillerimin arasında bana günlük ilhamlar veren “daily thought”u öylesine beğeniyorum ki bugün Facebook’ tan yayınlamaya karar veriyorum.

Şöyle diyor “Bilgi güneş gibidir nerede parlarsa orada güç hissedilir. Ruhsal konularda bilgi sahibi olursunuz ama onları hareketleriniz ile ortaya koymadıkça gücünü hissedemezsiniz. Haydi bugün sahip olduğumuz bilgiyi kullanıp gücünü hissedelim ”.
Birkaç gündür aslında konsantre olmam gereken şeyler varken, kafamın dağınıklığı sebebi ile nasıl odaklanamadığımı düşünüyorum. Kapatıp gözlerimi çerçöp temizliğini iki dakikada yapıyor ve yenileniyorum

Facebook açılınca kötü olan şey bir göz gezdirmeden edememek, düşüyorum yine tuzağa. Geçen haftadan beri Uğur Mumcu’nun haberleri, onunla ilgili yazılar, meşhur Dikili konuşması hep dolandı durdu. Açamadım yazıları çok istesem de, sadece hatırladıklarım gezindi kafamda. Şimdi aşağılara indikçe mesajlarda sevgili tarih hocam Ayfer Çekiç’in paylaşımını açamadan geçemiyorum. Yazıda 10 yaşındaki bir kızın gözünden görüyorum o kap karanlık yılları, şimdiki aydınlığa dudak bükerek. Otuzlu yaşlarını yaşadığını söyleyen Özge’ye koşup sarılmak, çocukça kabullenişini bağrıma basmak istiyorum.Okumak istereniz link burada.

Allahtan sessiz ve gözden ırak bir köşedeyim, sadece gözlerim değil akıp duran,  artık burnum da devrede, çılgınca çantamda olmayan mendili arıyorum. 

15 Ocak 2013 Salı

Pusula nereyi gösteriyor

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 20:05 | Yorum Yap



Değerlerimizle yaşamak doğrudur da yeniliriz bazen içimizdeki öfkeye

Eğitim gruplarından birisinde çok tatlı bir bayanla tanıştım. 20 kişilik bir gruptu ve yaş aralığı genişti. Güzel, neşeli bir sabah oturumunun ardından öğle yemeğine çıktığımızda, yemeğim elimde yer ararken gözlerim ona takıldı, içinden gelen doğal gülüşü ve masaya daveti ile yalnızlığım geçiverdi. Birlikte yediğimiz öğle yemeğini evlatlarımızın tutumları, aile sevgimiz ve ilişkilerimiz ile yemek tariflerimiz süslese de sonunda sohbet yine iş yeri şikayetlerine geldi. İş yerindeki köklü değişimler sonucu maddi manevi yaşanan hoşnutsuzlukları dinledim.

Değişime kolay kolay ayak uydurmak, çok yönlü bakmak çoğu defa zaman alır her iş yerinde. Yılların alışkanlıklarından , rahatından vazgeçmek kolay mı? 


Yemek boyu dinledim kendince uğradığı haksızlıkları, unvanlardaki adaletsiz dağılımı, onca emeğin boşa gittiği, inancını ve kendini sistemin dışında nasıl hissettiğini.. Tüm bunlar, kuruma karşı olan inancıyla birlikte katkı isteğini de azaltmış. Bunu açık açık ifade ediyor.  O kadar içten döküldü ki kelimeleri..”Benim yerime dünkü çocuk getirildi, bana kibirle ve saygısızca davranıyor bir de utanmadan gözümün içine bakıyor ona bilmediklerini öğreteyim diye. Kızgınım, kırgınım öğretmeyeceğim”. Hem kuruma hem de kendisine saygısızlık ettiğini düşündüğü genç çalışana tepkili. Sustum bir şey söylemedim, sadece ona gülümsedim. Gözlerinden okudum, benden ona hak vermemi istediğini. Baktı ki tepki yok, “nasıl davranayım sence” diye sordu. “Koşulları, iş yerindeki olumsuzlukları, o kişinin kibirli davranışını bir kenara bırak, böyle olmasaydı nasıl davranırsın? Şimdi gözünün önüne getir iş yerini,çalışma mekanınızı ve sana uygun, düzgün koşullarda sor bu soruyu kendine. Bildiğini paylaşıp öğretmek, yardım etmek ister misin?" Gözleri pırıl pırıl, her halinden yardım severlik, hayata bağlılık fışkıran, kendimi yakın hissettiğim Ayşe, bir an durdu, omuzları düştü, gözleri uzaklara gitti ve sonucu gördü. O da bana gülümsedi. Bir an teslim bayrağını kaldıracak sandım ama içindeki reaktif devreye girdi. “Yok yahu Zeynep içimden gelmiyor benim” dedi. Daha fazla konuşmadık ama bildik ikimizde neyin doğru olduğunu.
Değerlerimiz, ilkeler, işte bize yol gösteren pusula. Eğer pusulayı dikkate almazsa, tecrübeli kaptanlarında bir gün karaya oturacağı aşikar. Hava kapalı da olsa, fırtına dalga sallasa da gemimizi, gözümüz de kalbimiz de pusulada olsun.
Değerli günler:-)

12 Ocak 2013 Cumartesi

Ben insanları seviyorum..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 19:56 | 4 comments

Benim twitter listemde genellikle arkadaşlarım, gazeteciler, kitap yazarları, quotes atan siteler var. Aslında bir alışkanlık değil bende twitter, sadece arada sırada aklıma geldiğinde boş kaldığımda, vapurda, otobüste baktığım bir vakit geçirme aracı. Attığım twitlerde sadece kendi blog yazılarımla kısıtlı.

Birkaç zaman evvel retweet edilen mesajlarda çok hoşuma giden üzerinde düşündüğüm bir twit almıştım, sonra da kim atmış aslında bu twiti diye baktım ve gönderdiği diğer mesajlar hoşuma gittiği, beni gülümsetip bazen de düşündürdüğü için takip etmeye başladım. Bugün bir sürpriz oldu ve sessiz sedasız, attıklarını zevkle izlediğim o kişi de beni izleme listesine ekledi. Yani çok fazla paylaşım yapmadığım için hayal kırıklığı yaratmam olası. Belki de bir gün gerçekten karşılıklı sohbet edeceğim bir arkadaşlık bile kurabilirim onunla, kim bilir? Belki de twitter raconu gereği seni ekleyeni sende ekle durumu vardır, olsun varsın.

Ben insanları seviyorum, yeni dostlukları seviyorum. Tanımadığım kişilere gülümsemeyi seviyorum, tanımadığım kişilere ilham vermekten mutlu oluyorum, onları dinlemekten zevk alıyorum. Görmediğim arkadaşlarımı özlüyor ve sadece özlediğim için sebepsiz arıyorum. Demet bana bir gün “nasıl bu kadar yeni insanı hayatına sokabiliyorsun, bir de onlara nasıl vakit ayırıyorsun” diye sormuştu. Düşündüğümde bunun için özel bir çabam olmuyor aslında, kendiliğinden izliyor her şey birbirini. Herkes de öyle güzel değerler var ki, sıkı sıkı kapatsalar bile kendilerini bazen, o değerleri görmek ve  izlemek var olduklarını muhteşem.

Bankadan emekli olduktan sonra bir süre eğitimler vermiş sonra işlerin değişik şekilde gelişmesi ile ara vermek zorunda kalmiştım ancak ben yine eğitim danışmanlığı işime geri döndüm. Yeni insanlarla tanışıyor, onlara ilham veriyor ve onlardan ilham alıyorum. Sadece kendi yaşadıklarımdan değil başkalarının da yaşamlarından da öğreniyorum. Onların şikayet modundan çıkıp, çözüm üreten moda geçtiklerini izlemeyi, tanıdığım tanımadığım kişilerle işbirliği yapmayı seviyorum. Paylaşmayı çok seviyorum, faydalandığım ne varsa herkes de faydalansın istiyorum. Herkes mutlu olsun, ben de mutlu olayım istiyorum.

Hepimize doğamızda var olan mutluluğu ve sevgiyi her nefes alışımızda hissetmeyi diliyorum:-)

5 Ocak 2013 Cumartesi

Hepimize ödüllü günler..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 17:25 | 2 comments
Bir gün uyanmış, elleri boş. “Almışlar” elindekileri..Düşünmüş, ne vardı elimde demiş?

O anda insan çıplak mı hisseder? Ağır mı hisseder? Bomboş, soğuk  bir arazide mi hisseder? Sağa sola gidilecek yollara bakar, çalılar, taşlar, çakıllar, nasıl da çekilmiş sadece onun için serilen halılar.  Kıpırdayamaz, batmasın ayaklarına dikenler, acıtmasın çakıllar. Oturur oturduğu yerde bekler gelsinler diye. Oysa uzaktadır onu sevenler. Seyreder o, açık hava araba sinemasında kocaman ekran karşısında ama ne patlamış mısır var ortada ne de kola. O kocaman perde de oynar onun da içinde olması gereken film. Görüntüler gelir geçer, perde ona el sallar, oyuncular “gel,gel” der, candan yürekten. O sadece yok der kafayı hafifçe yukarı kaldırır, dudaklarının kenarları aşağı çekilir. “Yok ben oraya gelmek için bu dikenleri çakılları geçemem, canım acımasın benim”.

Bedel ödemek esastır bu dünyada, öyle böyle ödersin. Yürürsün dikenli yolda, girersin filmin karesine, unutursun acıyan yerleri, bakarsın yaralar hatta izler  yok olmuş.

Can acısıysa cesaretin bedeli, özgürlüktür onun ödülü.

Hepimize ödüllü günler.

27 Aralık 2012 Perşembe

Uyanamadım ki..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 08:41 | 1 Yorum
Ne güzeldi sabaha karşı
Aklıma dizilen kelimeler,
Uzanamadım kâğıda
Hepsi senin içindiler oysa.

Sözcükler uçup gitse,
Kalmasa dudaklarımda
Hissi tamamen aklımda,
Canımda, kilit altında..


25 Aralık 2012 Salı

Kendine iyi davran:-)

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 03:16 | 1 Yorum

Ayrılırken bana “kendine iyi davran” dediğinde, yüzünde diğer insanlardan farklı bir veda cümlesi söylemiş olmanın verdiği hazzı, tıpkı bulaşık deterjanı reklamlarında, bardağın “cink” diye parlaması gibi, sırıtışında gördüm. Bu artık kendi niyet bozukluğumdan mı yoksa bir arkadaşımın kendini överken diline pelesenk ettiği gibi, üçüncü gözümün açık olmasından mı bilemedim. Diyemez miydi herkes gibi “kendine iyi bak”.
Düşündüm ondan ayrıldıktan sonra yolda, kendine iyi bakmak, hasta olmamak için üşütmemek, ağır taşımamak, beslenmeye dikkat etmek, bilgisayar başında çok kalırsam iki üç saatte bir boyun kireçlenmesini önleyici hareketleri yapmak, saçını başını düzgün tutmak, günlük temizlik vs. Peki ya kendine iyi davranmak. Daha içsel bir olgu bu. Fizikselin ötesine geçmek ve ruha hitap etmek gibi. Kendim için hareketlerimde ve sözlerimde iyi olmanın dışında düşüncelerimde de iyi olanı seçmek gibi. Günün sonunda bana kendimi en iyi hissettirecek olan benim kendime olan tutumum değil mi? Bizler kan kussa da kızılcık şerbeti içtim diyenler değil miyiz? Maskelerimiz yok mu bizim? Çıkmaz mı sonunda öfke dışarıya, düşmez mi maskelerimiz bizim? Düşer be ya! Sen kendine ne kadar iyi bakarsan bak, maskenin altından olur sızıntı. Peki ya kendine iyi davranmak, maskenin altının pırıl pırıl olmasına sebep olmaz mı? Olur vallahi! İyi de o zaman maske mi olur? Olmaz vallahi! Zira kendine iyi davranan başkalarına da doğal yoldan iyi davranır. Kendisi ile iletişimi iyi olanın başkaları ile de iletişimi iyi olur.
Sanırım yaşamı dönüştürmek değiştirmek, bekli de sanat gibi yaratmak burada yatıyor. Bu dönüşüm ise sahip olduğum meziyetlerimi erdemlerimi ortaya çıkarmadan, kullanmadan olmuyor. Yani ruhumun mücevherlerini parlatmadan olmuyor.
Şimdi soruyorum, bugün;
Hangi davranışlarım sevgiyi ortaya koydu?
Kendimi hangi dakikalarda huzurlu hissettim?
En çok hangi anlarda mutluluğu hissettim?
En güçlü olduğum an ne yaptığım andı?
En bilge tavrım hangisiydi?
En saf dakikalarımda aklımda ne vardı?  

Bu soruların altlarını doldurabiliyorsam kendime iyi davranmaya niyet etmiş, bu soruların cevaplarını “gün boyu” na çevirebiliyorsam kendime iyi davranmaya başlamışım demektir. Maskeye kimin ihtiyacı var?

Gerçekten dilerken kendime iyi davranmamı, sen de bunları mı düşündün? 
Sağolasın:)

21 Aralık 2012 Cuma


Birkaç sene evvel, Adana’ya gitmiştim genç bankacılarla birlikte olmaya. Yeni işe başlamış, gözleri pırıl pırıl, hevesli gençlerdi hepsi. Bankanın uyum(oryantasyon)eğitimiydi, onların üç haftalık maratonunun bir haftası benimle geçti. Bu süre uzun olunca birbirimizi tanıma, yakınlaşma, bol bol sohbet etme fırsatımız da oldu. Bir akşam Eski Saat’te adını unuttuğum bir kebapçıda, sokak ortasına kurulan kocaman bir masada, bu tatlı gençlerle kahkahası bol bir ziyafet çekmiştik. Beni arkadaş gibi kabul edip davet etmelerine bayılmış, bir o kadar da mesafeli saygılı duruşlarına hayran olmuştum. Unutamadığım banka eğitimlerinden biridir bu. İçlerinden birisi son gün yanıma gelip, boynumdaki akik gümüş kolyeyi hiç beğenmediğini “kara kara bu hocam size yakışmıyor, siz daha canlı daha eğlenceli şeyler takmalısınız” demiş ve mavi boncuklu hala sakladığım kolyemi bana hediye etmişti. Bir akşamüzeri ise Ayşe Ballı’nın yaptığı poğaçaların üzerine üşüşümüzü hiç unutmam. Tarifini istemiştim, unutmadı eğitim sonrası bana e mail attı. Son zamanlarda bu genç arkadaşları çok düşünür oldum zira Ayşe’nin o güzel tarifini biraz değiştirerek kendime göre yorumladım. Temel koyulacak malzemeler var sonrası senin yaratıcılığına kalmış. Evde ne varsa koy karıştır! Çıkar değişik tatları ortaya. Her seferinde bir diğerine benzemedi yaptığım, yani bizler gibi, insanlar gibi. Temelde aynı olan özümüzün, yaşadıklarımızla tatlanmışlığı gibi. Hayatı acı mı yapacağız, yoksa tatlı mı? Maddenin esiri mi olacağız, yoksa aklından kalbine ulaşan zenginlikle kuşlar gibi özgür mü? Kim özgür olmak istemez? Özgür olan yorulmaz, özgür olan yük tutmaz. Hayatlar alt üst olduğunda yerin altındaki değerli madenler gibi çıkar ortaya zenginlikler. O madeni bulacak detektör ise iyi niyet, güler yüz.

Hepimizin kalbindeki detektörü fark etmesi dileği ile daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yapıyor ve yazılarımda ilk defa sizinle bir tarif paylaşıyorum. Eğer yaparsanız, yaparken fark edin lütfen içine ilave olarak attığınız her malzeme sizin seçiminizdir. O an elinizde bulunan malzemeler her ne ise, neyi koyacağınıza karar vererek yaratacağınız tat sizindir. ÖzgürsünüzJ Ağzınıza layık keyifle yiyeceğiniz kurabiyeler yapasınız.

Derin bir kaba aşağıdaki malzemeleri koyun ve iyice çırpın.

1 su bardağı sıvı yağ
1 su bardağı yoğurt
1 su bardağı su
1 küçük çay bardağı şeker
1,5 tatlı kaşığı tuz

Yavaş yavaş kevgirden geçirdiğiniz unu ilave ederken tahta kaşıkla karıştırmaya devam edin.
Artık hamur yoğunlaşmaya başlarken, 1 paket kabartma tozu ve 2 tatlı kaşığı karbonatı una karıştırarak dökmeye devam edin. Hamur hafif, yumuşak ama yapışmayan bir hamur oluyor.
Buraya kadar yazdığım tarifin sade hali, yaratmak istediğiniz lezzeti, ki bu içine bol dereotu koymak, o yoksa birazcık kimyon ve kekik koymak, su salmayan sebzeleri minik minik doğramak, haşhaş katmak, çörek otu koymak olabilir, daha henüz unu ileve etmeden, diğer malzemeleri çırptıktan sonra koyarak yaratınız. Afiyet bal olsunJ

Sayfa Görüntüleme