16 Temmuz 2013 Salı

Hep Sevgili Kalalım-Fatma Torun REID

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 02:01 | Yorum Yap

Bazı kitapları okurken, yazara yakınlık duyar, onu tanıyormuş hissine kapılır ya da açıp telefonu, kendimi tanıtıp tatlı bir sohbet için kahveye davet etmek isterim. İşte "Hep Sevgili Kalalım" kitabını okurken de aynı şey oldu. Bir hikaye kitabı ya da roman filan değil. Aile ve çiftler terapisinde klinik çalışmalar yürüten uzman psikolog “Fatma Torun REID” tarafından yazılmış kendisinin psikoterapi çalışmalarından örnekler verilerek yazılmış bir kitap. 

Gözü korkutan bir cümle kurduysam özür dilerim, yanlış anlaşılmak istemem zira anlatılan her olay, onu izleyen gözlem ve sonuçlar öyle tatlı bir dille anlatılmış ki, romantik desem yeridir. Aktardığı vakalarda seçilen kişiler ya da ilişkiler kendi içinde çok özel ve farklı farklı olayları anlatsa bile, kendinizden ya da ilişkilerinizden bir parça illaki buluyorsunuz.
Çocukluğumuzun ilk üç yılının ve ergenlik dönemimizin bitmemiş işlerini nasıl bugüne taşıdığımızı, daha doğrusu bugünün sevgili, eş ve evlat gibi önemli ilişkilerine nasıl taşıdığımızı anlatıyor. Geçmişin bitmemiş işlerini tamamlamamıza yarayacak eşlerimizi nasıl seçtiğimizi anlatıyor.
Eşimi düşündüğüm zaman, ikimizin bazı karakter özelliklerini, hayata bakış açımızı, alışkanlıklarımızı... kuzey ve güney gibiyiz. Nasıl oldu da birbirimizi seçtik, nasıl oldu da aşık olduk evlendik ve nasıl oldu da iyi kötü zamanlarla 20 yılı devirdik. Ben bu kitabı okurken bu soruların hepsinin cevabını buldum. Boşlukların yani derin çukurların, yığılmış tepelerin, yollar açmak için sökülüp açılmış ağaçların, yolları kesen barikatların farkına vardım. Bana eşimi seçtiren neydi sorusunun cevabını buldum. Bu rahatlatıcı, düşündürücü ve aslında umut verici, çocukken birden abla ya da ağabey olduğunu farkına varıp büyümek gibi. Bilinmeyenin bilinir olduğunda kendine duyduğun güven gibi.
Hep sevgili kalabilmek gerçek anlamda kendini bulabildiğin zaman ama bunu birlikte yapabildiğin zaman mümkün. Fatma Torun hep sevgili kalabilmenin bir tavır meselesi olduğunu söylüyor. Kişinin birlikteliği yürütme niyeti, yapılan gayreti görmesi, kendine, diğer insanlara ve dünyaya sevgi penceresinden bakabilme özelliği diyor. İşte o zaman "Murat Özgül" tarafından hazırlanmış o kitap kapağında olduğu gibi kurumuş onca yaprağın içinde hala baharı yaşayan yemyeşil iki yaprak gibi kalıyorsun.
Okurken kızımı da çok düşündüm, tamamlayamadığı neler var acaba ilerde ilişkilerine taşıyacak olduğu? Hem kendimiz hem de geleceğe hazırladığımız evlatlarımız için okunacak bir kitap.

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Seminerin adı; "Bir Kirpiye Nasıl Sarılırsınız?"

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 14:46 | 3 comments

Dün akşam, bana ismi oldukça ilginç gelen bir seminere katıldım.
Seminer konusu: ”Bir kirpiye nasıl sarılırsınız.?”

Kirpiler sevimli hayvanlardır tamam da sanırım sarılmak pek hoş olmaz onlara, ne de olsa dikenleri batar ve acı verir. İlanı görünce etrafta ne de çok kirpi gibi dikenleri olan insanlar var diye düşündüm. Nedir bakalım başa çıkmanın yolu derken bir sürpriz oldu ve kendimi en baba kirpi ilan ettim çünkü, Yogesh Sharda nın saydığı tüm kirpi özelliklerinde kendimi de gördüm.. Çok da zalim olmayacağım kendime, kirpilik hallerimin çok nadir ve kısa süreli oluyor. Bu gibi kirpi durumlarında ben genellikle ortalıklarda pek görünmemeyi tercih ederim. Bilirim batacağımı başkalarına hele en yakınımdakilere. Zor insan oluveririm onlara.

İlişkilerde, karakter özellikleri bize uymayan insanları kirpi olarak değerlendirdiğimiz konuşuldu. Mesela çok ciddi ve titiz tabiatımız var ise hayatı o kadar da ciddiye almayan kişiler bize göre kirpi olur ya da tam tersi. Düşündüğüm zaman bu tip farklılıklara tolerans göstermem kolay oluyor benim, kirpilik yapmıyor, dikenlerimi batırmıyorum. Benim derdim daha başka.

Kirpileştiğim durumlar daha çok hayal kırıklığı yaşadığım durumlar. Dün akşam neden hayal kırıklığına da uğradığımız konuşuldu. Beklentilerimizin karşılanmadığı durumlarda hayal kırıklığı ile incinmişlik hissediyoruz dendi. Ne kadar da doğru. Bir beklenti oluşturuyorum yani aslında bir “hayal”. Sadece ve sadece benim zihnimde. Onu evirir çevirirken, üzerine yoğunlaşırken öylesine inanıyorum ki kendi ürettiğim hayali, beklentiyi gerçek sanıyorum. Buraya kadar sorun yok, sorun o beklenti gerçekleşmediğinde oluşuyor. Bir kirpi oluveriyorum. Bu dönüşümde en çok zararı da ben görüyorum. Ah o pişmanlık var ya batırınca dikenlerimi, üzünce başkalarını, hayal kırıklığından beter çünkü dikenler en çok beni acıtıyor. Reçetesi ise “beklentilerine olan bağımlılıktan kurtulmak”. Bir yerde özgür olmak, hafif olmak, kendine dönük olmaktır. Bağımsızlık mertebesi ise yüksek bir ruhsal seviye gerektiriyor. İçine dönüp bakan, ben kimim sorusuna cevap arayan kişilerin gayretidir hep bu mertebeyi korumak.  Hepimize nasip olur inşallah. Aklımızın kilitleri açık olsun, gerçekle hayali ayırt etme gücümüz olsun.

Sevdiğim bölümlerden birisi de şu oldu. “Olan oldu, durumu unut. Dersini al ve geleceğe sadece onu taşı.” Neden? Çünkü daha güçlü bir yaşam için olanlardan ders almak. Bu durumda kendimiz için yaratabileceğimiz iki seviye var. Birisi her şeyin olup bittiği seviye bir diğeri ise, her durumun altında aslında ilerleyebileceğim bir ruhsal sebebin olduğunu bildiğim seviye. Ve ruhsal sebeplerde mutlaka bir erdemimizi ortaya çıkarmak için oradalar. Örneğin affedicilik, kararlılık, güven, sabır, istikrar..vs.

Bir de ödevimiz vardı, her hafta bir erdemle ilgili düşünmek ve çalışmak. Zihnin olumluluk ile çalışması için ona iş vermek ve böylece düşünce enerjimizi bir üst seviyeye taşımak.Çünkü “bütün hayatımız düşünce enerjimizi nasıl kullandığımızın yansıması”..


Zihne ödev vermek isteyenlere kolay gelsin.

7 Temmuz 2013 Pazar

Ekümenopolis

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 17:00 | 1 Yorum

Derler ki fareler adamın kulağını uyurken üfleye üfleye yermiş. İşte uyanıp da kulağımızı kemiren fareyi fark etmemiz için büyük emekle hazırlanmış bir belgesel. Saraybosna Film Festivali'nden İnsan Hakları Ödülü ile dönen "EKÜMENOPOLİS - Ucu Olmayan Şehir".. Rant peşindeki siyasetçilerin elinde didik didik edilen bir buket çiçek İSTANBUL.. 3. Köprüyü çevrecilerin şımarık kaprisi diye nitelendiren, gözlerini sımsıkı yummuş olanlara uyanış için güzel bir belgesel.

Avrupa'yı Asya'ya bağlayacak karayollarının adımını atmak uğruna bu köprüyü yapacağını söylüyor Başbakan. 3. Köprünün transit geçişi alarak köprülerde rahatlama yaratacağını savunanlara ise İTÜ İnşaat Fakültesi Profesörlerinden Sn. Haluk Gerçek, transit trafiğin toplam trafik içindeki payının %3 bile olmadığını belgelere dayanarak söylüyor. 

9 Haziran 2013 Pazar

Zorunluluk olarak mı? Sevgi ile mi?

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 13:24 | 2 comments
BK Kadikoy facebook sayfasından
BK Kadıkoy facebook

Hayatta ki rollerimize baktığımızda, anne olarak, evlat olarak, vatandaş olarak, çalışan olarak, arkadaş olarak, çok doğaldır ki yapmak zorunda olduğumuz çok fazla şey var. İstesek de istemesek de bir sorumluluğumuz varsa bunu yerine getiririz. Öyle gördük, öyle de beklenir.  Zorunluluklar bazen gözümüzde büyür, sırtımızda kambur olur, hayatımızı zorlaştırır. Sadece kendi zorunluluklarımız olsa içimiz gam yemez, bir de el alemin zorunluluklarındadır gözümüz, işte bu da kamburun kamburudur bize.

7 Mayıs 2013 Salı

Seçmece rüya:-)

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 10:53 | 1 Yorum

2 Nisan 2013 Salı

Pollyanna'ya laf ettiler, kanıma dokundu:-)

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 13:02 | 2 comments

Hepimizin bildiği Pollyanna oyunu vardır, oyunu “her olayın içinde mutlaka iyi olan bir tarafını bulmak ve ona odaklanıp sahip olduğun neşe ve hayat enerjisini kaybetmemek, üstelik öyle ki bunu başkalarına da bulaştırmak” şeklinde tarif edebiliriz.
Geçenlerde bir sohbet esnasında arkadaşlarımdan birisi hikayenin içinde geçen Pollyanna’nın koltuk değnekleri ile yürürken bile bunun iyi bir tarafını bulup onunla mutlu olması ile alay etti. Bu arkadaşım kendisini “gerçekçi” olarak tanımlıyor. Vallahi kanıma dokundu, benden bir parçaya laf etmişler gibi geldi. Bu arada Pollyanna’nın hikâyesinin akışını anımsamaya çalıştım, bir de baktım ki aslında unutmuşum. Evet, ben çocuk kitabı Pollyanna’yı bu yaşımda yeniden okudum. Bu kafamla bile hala ben bir Pollyanna’cıyım.

29 Mart 2013 Cuma

Özenildiğimiz ve özendiğimiz nice günler olsun.

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 17:23 | 1 Yorum

Henüz oy verme hakkına kavuşmuş ama daha tam yetişkin olamamış yaşlarımda bir arkadaşımın evindeyim, akşam yemeği yenecek ve evde annesinin hazırlık telaşı var. Olan her neyse şahit olup olmadığımı hatırlamıyorum ama baba ve annenin arası oldukça bozuk ve hatta annesinin gözlerinin yaşlandığını, babaya kırgın olduğunu, iki kardeşin annelerini haklı bulup da babalarına kızdıklarını hatırlıyorum. Bizler sofra kurulurken ortalıkta yardım ediyor, biraz da hava yumuşasın diye şaklabanlık yapıyorduk. Sofrayı kurarken bardaklardan bir tanesi takımdan farklı ve küçüktü. Arkadaşım babaya kızgın olduğu için takım dışı bardağı babasına koydu, hatta aramızda bunun için gülüştük. Kendimize göre ceza verdik yani. Artık yemeğe oturacağız, havada hala soğuk yeller esiyor, anne son kontrolleri yapıyor artık yemeği getirecek, sofraya baktı ve babanın tarafındaki takım dışı  bardağı alıp kendi önündekiyle değiştirdi. Bir an birbirimize bakıştık ve arkadaşımın sesi geldi “ben biliyordum”. Yaptığımız kabahati onlarla paylaşmadık ama ben hiç unutmadım bu dersi. Bu özendir. Bu eşin yakasına paçasına, nasıl göründüğüne özen, yani gösterişlik özen değil, gerçekten sevdiğine gösterdiğin özendir. İlla eş, sevgili de olması gerekmiyor ki bu özen için çünkü bu sevginin özeni, belki de sevgiyi getiren, onu sıkı sıkı tutan özen.

Özenildiğimiz ve özendiğimiz sevgi dolu nice günler olsun.

Sayfa Görüntüleme