11 Eylül 2014 Perşembe

Promodoro Tekniği- Gün boyunca odaklı olmak (Çeviri)

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 17:52 | Yorum Yap

Üretkenliğinizin bir günden diğerine değişkenlik gösterdiğini mi düşünüyorsunuz? Bazı günler işleri çabucak hallederken bazı günler çok zaman harcayıp hiçbir şey yapmamışsınız gibi mi geliyor size?

Uzun ve yoğun çalışmanın üretkenliği arttırdığı gibi bir yanlış inanış vardır. 2008 yılında İllinois Universitesi’nin yaptığı bir çalışmada uzun saatler masa başına bağlı kalmanın üretkenliği azalttığı ancak muntazam ve kısa araların ise odaklı ve enerjik olmaya yardımcı olduğu ortaya çıkarılmış.
Dahası birçok çalışma uzun zaman masa başında oturmanın sağlık açısından da sakınalı olduğunu söylemektedir.  Aynı zamanda uzun zaman aralıklarında hareketsiz kalmak obezite, kalp hastalıkları, kanser şeker ve hepsinin ötesinde ölüm riski ile ilişkisi vardır, ancak uzmanlar bu risklerin çeşitli egzersizlerle giderilebileceğini söylemektedirler.

İsveçli spor bilimcisi Dr.Erin Ekblom-Bak 2010 da bir makale yayınlayıp egzersizlerin sağlık için vazgeçilmezi olduğu ancak sürekli olarak masa başında vereceğiniz bu aralıkların sağlık riskini azalttığını göstermiş. 

Makale Promodoro tekniğine dayanıyor. Bu basit yöntem, günlük programınızın içine kısa düzenli aralıkları almanız konusunda sizi cesaretlendiriyor ve üretkenliğinizi arttırıp sağlığınızı koruyor.
Öneri hakkında
Promodoro yöntemi Francesco Cirillo tarafından 1980 de geliştirilmiş. Aynı adlı en çok satan kitabı 2013 düzeltilerek yeniden basılmış.
Promodoro İtalyanca domates demek. İşinizi 25 dakikalık bölümlere ayırmakla başlıyorsunuz. Cirillo üniversite öğrencisiyken zamanını ayarlamak üzere domates şeklinde bir mutfak saatinden yararlanırmış ve yöntem de ismini buradan alıyor.
İlk, bu kadar çok ara verilmesine insiyaki olarak karşı çıkılıyor ama araştırmalar tekrar işe dönücldüğünce bunun odaklanmayı arttırdığını göstermiş.

Promodoro Tekniğinin Kullanımı

Promodoro tekniğini kullanmak üzere aşağıdaki tekniği kullanınız;

Adım 1: Programınızı kontrol edin

Birinci adım programı kontrol etmek. Yapacaklar listesine ya da aksiyon programınıza göz atın ve bugün ne yapmaya ihtiyacınız olduğunu düşünün.
Her bir işin ne kadar zamanınızı alacağını tahmin etmeye çalışın, ya da diğer bir değişle kaç tane Promodori ye (25 dakikaya) ihtiyacınız olduğunu hesaplayınız. Şimdi görevlerinizi zamanlayın ki gün içindeki diğer yükümlülüklerinize de uysun.
Aynı zamanda araları da planlayın: Her bir bölüm tamamlandıktan sonra 5 dakika ara ve büyük görev tamamlanınca 20- 30 dakikalık bir ara ( ya da 4 promodori sonrası)
Not:
Cirillo 25 dakikalık aralıkları öneriyor ancak siz istediğiniz aralıkları deneyimleyebilirsiniz. (Bunu biyolojik döngünüzün-günlük ritim-  size ne dediğini izleyerek dinlenmeden önce 90-120 dakika odaklanabilirsiniz. Dr Ekblom- Bak sağlık açısından kişilerin her 45 dakikada bir ara vermelerini öneriyor.

Adım 2 :Zamanınızı ayarlayın

İşe başlamadan önce ihtiyacınız olan şeyleri hazır ettiğinizden emin olun. Uygun olan zamanı ayarlayın, burada 25 dakika diyelim.
Mutfak saati ( meslektaşlarınızı sesi ile rahatsız etmeyecekse) yada günümüzde akılı telefonlar kullanılabilir.
Başlarken sadece o işle ilgileneceğiniz ile ilgili kendinize söz verin ve odaklanmak için kısıtlı bir zamanınız olduğunu unutmayın. Aralarda ise telefonunuzu acın ve arkadaşlarınızla sohbet edin.
Bunları aklınızda tutarak başlamadan önce bölünmeleri minimuma indirin.
Ofis kapısını kapatın, telefonları e mail uyarıcılarını kapatın ve arkadaşlarınıza bölünmek istemediğinizi söyleyin.

Adım 3: Sadece bu iş üzerinde çalışın sadece o iş.

Çalışma bölümü boyunca tüm dikkatinizi bu işe verin.
Aklınızın diğer yapacaklarınızla ilgili düşüncelerle bölünmesine izin vermeyin.  Bunları daha sonra ilgilenmek üzere bir not kağıdına yazın. Eğer çok gerekli ise programınızın bundan sonraki bölümünü buna göre değiştirebilirsiniz ama şimdilik üzerinde olduğunuz bölüme sadık kalın.
Eğer vaktiniz tahmininizden önce biterse, günlük işler ya da kısa görevler için bu zamanı kullanın. Bu işi yapmak kaç promodoro alıyor onu bir kenara not etmek, daha sonraki planlamalar için iyi olabilir, ya da zaman geçtikçe üretkenlik seviyenizi ölçerken kullanırsınız.

4. Adım: Kısa bir ara verin

Zamanınız dolunca 5 dakikalık ara verin. Akışta bile olsanız bunu yapmalısınız çünkü bu zamanlar sizin dinlenmeniz ve yeniden şarj olmanız içindir.
Bu zaman kaybı gibi gelse de üretkenlik seviyenizi arttırıp enerji depolamanızı sağladığı için çok daha yapıcıdır. Cirillo enerji seviyelerinin zamandan çok daha önemli olduğunu iddia ediyor. Promodoro yaklaşımı enerji sağlayarak çalışmaya dayanıyor böylece düşük konsantrasyondayken zaman ziyanının önüne geçiyor.
Üst seviyede bu aralardan faydalanmanın yolu masanızda ayrılmak. Ortada dolaşmak yürüyüş yapmak ya da minik egzersizler yapmak. Kahve yapıp, su içtiğinizde yandaki odada dağınıklığı topladığınızda bile, bu aktiviteler sizi kaslarınızın hareketsiz durumunda ortaya çıkan sağlık problemlerinden koruyor.
Ara verdiğinizde devam etmeniz gerekliliğini düşünmeyin. Bu ara sizin beyninizin öğrendiklerini sindirme zamanıdır. Düşünce gerektiren çok fazla şey yapmayın.
Ayrıca verdiğiniz arada sosyal medyayı yakalamak, e maillere bakmak ya da web de gezinmek dürtünüze karşı koyun. ABD de yetişkinlerin %70 inin elektronik aletlere çok fazla bakmaktan ötürü zorlandığı tespit edilmiş. Masanızı toplamak yerine, meditasyon yapın, bazı kağıtları yırtın ya da başka bir takım arkadaşınızla sohbet edin. Evden çalışıyorsanız çamaşır makinenize biraz çamaşır atabilirsiniz.

Adım 5:Göreve devam edin ve daha uzun ara yapın

Ara bitince yeniden saatinizi kurun ve işe devam edin. Promodoribitince 20-3- dakikalık aranızı alın. Yürüyüşe çıkın, sağlıklı yiyecekler bir şeyler atıştırın, öğlen yemeği yiyin ya da kitap okuyun… Sizi masanızda uzaklaştıracak ve zihninizi temizleyecek herhangi bir şey…
Unutmayın burada önemli olan enerji ikmali. Sadece yöntem bunu söylüyor diye 4 promodori sonuna kadar beklemek zorunda değilsiniz, kurallar o kadar taş gibi katı değil.
Bedeninizi dinlemek önemlidir. Eğer zihniniz gezinmeye başlar ya da siz yorgun hissederseniz, bölümün sonuna kadar kendinizi zorlamayın. Unutmayım beden ritminiz doğal olarak 90-120 dakikalık döngüleri takip eder. Sizin göreve başladığınızda beden ritminizin hangi evrede olduğunu bilmek zordur.
Belki de üç promodori sonrası 20 dakika ara ya da beş bölüm sonra 30 dakika ara şeklinde deneyimlemek de isteyebilirsiniz. Sabahları daha uzun konsantre olabilir, öğleden sonra daha sık aralara ihtiyaç duyabilirsiniz. İdeal şablonu bulduktan sonra gün içinde başardıklarınıza bayılacaksınız.

Promodoro Tekniğinin artıları ve eksileri 

Zamanınızı idare etmek için bu Promodoro tekniğin birçok faydası var.
Zamanı bölmek onu daha efektif kullanmaya yarıyor ve ayrıca büyük projelerde bunalmayı önlüyor.
Bölünmeleri minimuma getiriyor, dikkatinizi dağıtacak ve üretkenliğinizi etkileyecek çok görevli çalışma ve ertelemeyi çalışacağınız limitli zamanınız olduğu için azaltıyor. Araştırma, sürekli kısa aralıkların verimlilik seviyenizi arttıran sağlığınıza iyi geldiği, konsantrasyonunuzu geliştirdiğini onaylıyor. Cirillo yöntemin dikkat eksikliği olan kişilere çok daha uygun olduğunu söylüyor.
Kısa aralıklar zihne aldığı bilginin sindirilmesinde yardımcı oluyor, ayrıca birçok fikrin bir araya gelerek “ayma zamanlarına” fırsat tanıyor. Ayrıca kendinizi öğleden sonraları daha az yorgun hissediyorsunuz.
Bir diğer konu da bu yöntem herkese uymayabilir. Bazıları bu kısa zaman aralıklarını ilhamın akışını önlediği için rahatsız edici bulabilir. Ayrıca bu yöntem müşteriler ve diğer çalışanlar tarafından sıkça bölünen iş ortamları için uygun olmayabilir.
Sonuç olarak, promodoro tekniği basit ve uygulaması kolaydır. Zaman tutmaya ve “olabilir” tavrına ihtiyaç vardır. Sağlığınızı ve üretkenliğinizi arttıracaktır. Deneyin ve sizin için işe yarayıp yaramadığını görün.

Not: Mind Tools makalelerinden tercüme edilmiştir.( hiç ara vermemenin utancı ile)

4 Eylül 2014 Perşembe

Tanrı’ya derin iman besleyen bir adamın hikayesi vardır,onu size bir kez daha hatırlatmak istiyorum aslında.

Bu imanlı adam, kaotik yaşamın kendiliğinden yoluna gireceği çünkü Tanrı’nın her zaman onu gözettiğini söylermiş. Bir gün, adamın yaşadığı kasabada şiddetli bir fırtına beraberinde selleri de getirmiş. Kasabalılar eşyalarını toplayıp kaçarken, bizim ki Tanrı’nın onu koruyacağına inanarak yerinden kıpırdamamış. Evinin önüne kadar gelen sular sebebi ile gelen itfaiye aracına “Hayır” demiş, “Tanrı beni koruyacaktır”. Çok geçmeden bel hizasına gelmiş sular ve adamı gören sahil güvenlik “yüzerek dışarı çık ve tekneye gel” diye bağırmış. “yok” demiş bizimki, “Tanrı beni koruyacaktır”. Ancak sular öyle yükselmiş ki, evin içine doluvermiş.  Damda dua eden adamı bu kez kurtarma helikopteri görmüş ve sallamış merdiveni aşağıya “Hey, seni kurtaracağız, haydi merdivene tutun”. Adam inancını tekrarlayarak “Tanrı beni koruyacaktır” demiş. E tabi ki adam en sonunda boğulmuş ve cennetin kapısında Tanrıya sitem ederek, “Sana ihtiyaç duyduğum anda neredeydin?” diye hesap sormuş. Ve Tanrı “Ne demek istiyorsun? Sana gönderdiklerime bir baksana, hepsini reddettin” demiş.

Ben Tanrı’nın koruması altında olduğumuza yürekten inanıyorum. Gücümü aldığım inançtır bu. Ama bazen yaşadığımız şu tempo içinde, kurtarma helikopterlerinden sarkıtılmış o merdivenler gibi hayatın bize sunduğu çözümleri göremeyebiliyoruz. Bazen, görsek bile mutsuzluğumuza sebep olan davranışları bırakmaya çoğu kez gönüllü olamıyoruz. Evet, vazgeçilemeyen alışkanlıklar var, belki bilinmeyenin yarattığı korku, belki kişisel eylem planının olmaması buna sebep… Zihnimizde oluşan inançlarla yaşarken, aslında arzularımız tarafından taciz ediliyoruz.

Bizler hayatlarımızı değiştirecek güce sahibiz ve bunu çoğu kez de gerçekleştirdik. Sımsıkı ve cesaretle yapıştık o sarkan ipten merdivenlere. Farkında olarak ya da olmayarak… Çok uzun zamanda ya da gösterdiğimiz gayrete bağlı olarak...

Arkadaşım,” Yaşam koçu ne yapar Zeynep” diye sorduğunda o gün rastladığım bu öykü ile anlatmak istedim… Ve içimdeki ses sizlerle de bunu paylaşmamı söyledi.

Kişiler bu kaotik yaşamda, hayallerine yeniden sahip çıkmak istediğinde, değişime karar verdiğinde ya da “arzuları onları taciz ettiğinde” biricikliğini bulma yolunda koçlar onlarla birlikte yürümek için” var. Sana, o kurtarma helikopterlerinden sallanan merdivenleri “fark etmen” için sorular sormak üzere eğitilirler…  Her zaman bir çözüm olduğuna inanarak... Tüm soruların cevaplarının “içindeki bilge” de saklı olduğunu bilerek.

Kendini sorgulamak, onunla buluşmak,keşfetmek, hayata anlam katmak, değişik bakış açıları yaratmak ve yaşamda üzerini örttüğün her ne varsa seni kısıtlayan, yüzleşip ortaya çıkarmak üzere hazırsanız, ben de hazırım J


Sevgiyle kalın,

Zeynep Berkol

22 Mayıs 2014 Perşembe

Gönlü Ferah Yaşamak

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 09:05 | Yorum Yap

Hepimizin bildiği şu kırmızı karanfil hikayesi geldi aklıma bu sabah.
Hani asker kütüphaneden bir kitap alır ve o kitabı daha önce okuyan kişinin sayfaların yanına almış olduğu notlardan çok etkilenir. Kütüphaneden o kişinin adresini bulur ve cephede olduğu günler boyunca onunla mektuplaşır. Dönüşüne yakın asker kıza bir fotoğrafını gönderir ve onu karşılamasını ister, onu tanımak için kendisinden de bir fotoğrafını talep eder. Kız “görünümün ne önemi var, önemli olan kalpler değil mi” diye askerin isteğini gerçekleştirmez ancak yakasında tanınmak için kırmızı bir karanfil bulunduracağını söyler. En sonunda tren istasyona varır ve adam arayan gözlerle etrafa bakarken kendisine gülümseyerek yaklaşan muhteşem zarif bir kadın görür, ona doğru ilerlerken yakasında çiçek olmadığını fark eder ve aynı anda arka tarafta yakasında bir çiçekle duran kısa boylu, tombul, pardösünün altından görünen kalın bilekleriyle duran bir kadın görür. Bu arada gülerek yaklaşan o zarif kadın askere tanışma teklif eder. Asker bir an uzun boylu zarif kadın ve arkada duran, kalbine ve kelimelerine aşık olduğu diğer kadın arasında kısa bir duraksama geçirir. Her şeye rağmen kafasını toparlar ve emin adımlarla karanfilli kadına doğru ilerler. Merhaba diyerek ona ismiyle hitap eder. Fakat şişman kadın isminin bu olmadığını bu ismin biraz evvel yanından geçip giden o güzel kadına ait olduğunu ve karanfili takmasını onun istediğini, eğer kendisine bu isimle hitap eden birisi olursa istasyon dışındaki kafeye gelmesini istediğini söyler. Ayrıca bunu neden yapıyorum diye sorduğunda genç kadının ona “bu bir sınav” dediğini söyler.

Aslında bu görünüşe, cazibeye aldanan bir çok erkeğin sınıfta kalacağı türden bir hikaye. Aslında bu kadınların muhteşem aklının kanıtlandığı bir hikaye. Aslında bu kadınların nasıl güven sorunu olduğu ile ilgili de bir hikaye. Beni gerçekten seviyor mu? Hayatımızdaki erkekleri bu kadar bariz testlere tabi tutalım ya da tutmayalım, farkında olarak ya da olmayarak, kadın ya da erkek hepimiz sınavlardan geçiriyoruz. Sadece sevgili, karı koca ilişkilerinde de değil üstelik bu testler, her yerde, tüm ilişkilerde. Bana göre doğru olan, sevgiliye gelen ve güzelliğinden emin olan o kadının kendi yakasında karanfille askerin karşısına çıkması, hayatta ki kendi testini karşılaması. “Ben askerin yerinde olsam dışarıdaki kafeye uğramazdım bile” diyesim var, kendi değerlerime baktığımda bu kesinlikle doğru. Durup düşündüğümde ise değerlerim bazen uymuyor bana, ilişkilerimde istemesem de testler var benim. Yukarıda geçen hikayede olduğu kadar manipülasyon yapmasam da, güven testlerini bu kadar bariz uygulamazsam da kendime göre ilişki testlerim var. Oysa ne güzel oluyor ilişkiyi test etmeden yaşadığımda, “kendimden emin” yaşadığımda. Hislerimi dobra dobra paylaştığımda. Kızgın mısın diye sorulduğunda, hayır değilim diye kızgın kızgın cevap vermektense evet kızgınım ve şu sebeple, şunları hissettiğim için kızgınım demek ne rahatlatıcı. Kendi bakış açını ifade edebildiğin için rahatlatıcı, başkalarının bakış açısını da görme şansın olduğu için rahatlatıcı. İlişkide taşın altına elimi soktuğumda ve açık olduğumda sorumluluğu yerine getirmiş hissederim kendimi. Bunun özgürlüğünü yaşarım. Gönlü ferah yaşamak, orada bir şey tutmadan yaşamak, yük taşımadan yaşamak bu. Gönlüm ferah olacak diye kalp kırmaktan bahsetmiyorum elbette, bir yumuşaklıktan, bir zarafetten bahsediyorum, açıklıktan, kendine güvenden, değerlerin hakkını vermekten bahsediyorum.

Gönüllerin ferah olduğu günler dilerim.… 

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Tabi ki "her anne" yürekten teşekkürü hak eder.

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 21:50 | 1 Yorum
Facebook ta görüyorum, "anneler günü" ile ilgili mesajlar, fotolar, videolar, şiirler gelmeye başladı. Hem canım annemin yanımda olması hem de bir anne olarak bu güzel bir gün. Nedense bir garip hissediyorum.

Ben elli yaşındayım ve artık arkadaşlarımın içinde, yakınlarımın içinde annelerini kaybeden buruk yürekler de var, anneye duyulan hasretten bahsediyor ve fotoğraflar paylaşıyorlar. Bir gün “benim en büyük zenginliğim arkamdan dua eden bir annem olması” yazılı pankart taşıyan bir kızın resmini paylaşmıştım ve tatlı arkadaşlarımdan birisi “ben fakirim ne yazık ki” diye yorum yazmıştı. O yorumu gördüğüm an başımdan kaynar sular indi. O günden beri elim varmadı daha anne desteği temalı yazıları paylaşmaya. Arkadaşımın burukluğunu, hasretini, bahsetmese de yalnızlığını içimde hissettim. Kaybettiğimiz tüm annelerimize Allah’tan rahmet diliyorum nur içinde yatsınlar.

Annem, anneannemi kaybettiğimizde “işte şimdi büyüdüm” demişti bana. Kendime bakıyorum da evet 50 yaşında hala bir çocuğum. Sırtımı hala anneme yaslayabilmenin rahatlığı içindeyim. Aç mıyım, tok muyum, param var mı, çantam ağır mı, yüzüm mü asık, doktora benimle gelsin mi, pazara gidiyor bir şey ister miyim, sevdiğim yemekten yapmış uğrayıp alayım mı, o mu bıraksın? Ben hiç büyümek istemiyorum.  Ne keyifli böylesi ya. Kime ne olacağı Allah’ın bileceği iş tabi ki ama eninde sonunda bir gün büyüyeceğimi biliyorum. Yaşayacağım ne kadar gün varsa "Anneler Günü" gibi yaşamak istiyorum. Yaptığım her bilmişlik için, gösteremediğim sabır için, kucaklayamadığım her gün için, ayıramadığım zaman için özür diliyorum. Aktardığı değerler, her an hissettirdiği sevgisi, içindeki çocuk neşesi, çocuklarım derken yüreğinin titreyişi, doğallığı, yüreğindeki dilinde hali için dünyanın en şanslı çocuğu hissediyor ve teşekkür ediyorum. Tabi ki "her anne" yürekten teşekkürü hak ediyor.

1 Mart 2014 Cumartesi

Bile Bile Lades

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 10:58 | Yorum Yap
Özen göstersen de, gayret etsen de
İstediğin gibi yolunda gitmez herşey 
Ektiğin tohum güzel meyve de verse
Dışı senin yangının içi benim yüreğimin

Bilirsin nasıl söner de o ateş, işine gelmez,
Kalbinin acısı biçtiğin ceza olur kendine 
Olanı değiştirmek ne mümkün
Akan gözyaşların mı yoksa zaman mı çare

10 Şubat 2014 Pazartesi

Bulutların İlhamı

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 20:01 | Yorum Yap
İçimde yaşadıklarım bazen
Yaşamak istediklerim değil,
Benim doğrularım bazen
Senin doğruların değil.

Buluştuğumuz yer var
Kimse bilmez nerededir,
Ya sen beklersin ya da ben
Orası sonunda hep vardığımız yerdir.

Sessiz kalınca duyuyorum
Aydınlanınca görüyorum
Her döndüğümde gerçeğe
Seni hep kalbimde buluyorum

3 Şubat 2014 Pazartesi

Var Bu Diyarbakır'la Bir Karmam.

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 09:26 | 2 comments
Var bu Diyarbakır’la bir karmam. Bana öyle iyi baktılar öyle şımarttılar, öyle pohpohladılar ki sandım THY de bana aynı ilgi alakayı gösterir de, beni bekler. Ama beklemediJ  Hayatımda ilk defa uçak kaçırdım. Hap kadar hava alanı nasıl olsa yetişirim deyip güvenlik çıkışında ki tatlıcıyla sohbet ederken, anons yapmışlar, duymadım vallahi. Diyarbakır bırakmak istemedi beni herhalde, aslında ben de onu. Bir an panik olmadım değil.  “Kapılar kapandı bayan konuşun görevlilerle isterseniz” deyince polisler, el bagajımı savurttum onlara doğru, zaten üç adım atınca güvenlik girişinden kontuara varıyorsun, ben iki adımdaJ. Biraz yalvarmaca,”olur olur bi söyleyin diyorum” bana hareket eden uçağı işaret ediyorlar. Gözlerime inanamadım, vallahi uçak perondan ayrılıyor. Yapacak bir şey yok! attım panik halini üzerimden de kafam çalıştı yeni bir bilet aldım:-)  Bu sefer Atatürk’e inecek. Daha gezip göremediğim yerler vardı aslında, olmadı döner onları da bir turlardım.
Sadece gece dolaşabildiğim bu şehri gündüz gözüyle de görmek için geçen Pazar sabahı erken uçakla gelmiştim.  Otele yerleşir yerleşmez hemen çıktım dışarıya. Surların yanından gidersem kaybolmam nasıl olsa, onları takip eder yine geri gelirim dedim. Şehri çevreleyen surlarda 7 adet kapı var, surların genişliğini bu kapıların altından geçerken anlıyorsunuz. Gördüğüm bir tabela vardı, Meryem Ana Süryani Kilisesi diye. Oraya gitmeye karar vermiştim. Sora sora Bağdat bulunurmuş sordum temiz yüzlü bir çocuğa. Adı Mahzun. Ben seni oraya götüreyim, o tarafa gidiyorum dedi. Sohbet ettik giderken. Kahve de çalışıyormuş. “Neden mahzun senin adın, mahzun musun ki sen” diye sorduğumda mahcup mahcup “mahzunum abla” dedi. Öyle merak ettim ki kırmızı yanaklı, beyaz tenli pek de konuşkan olmayan bu çocuğun hikayesini. Daha fazla soru sorarsam sanki hoşuna gitmez gibi geldi, bende merakımı kenara koydum. Daldığımız dar, yukarıdan geçen çamaşır ipleri ile elektrik tellerinin birbirine karıştığı, kapıları düzgün kapanmayan evlerle dolu, tek tük insanların geçtiği sokakları dönüş için ezberlemeye koyuldum. Kilisenin kapısına kadar bıraktı beni, iyi dileklerimizi sunduk birbirimize. Allah yolunu açık etsin.
Kilise 3. yy dan kalmaymış. Taşların grisi ve mihrabın koyu ahşap renginin birbirine uyumu harika. Işıklandırma gizemi daha da arttırıyor. Bahçesinde dolandım, her zaman yaptığım gibi o zamanlarda hissettim kendimi. Her tarihi mekanı dolaşırken yaptığım gibi o zamanda ve giysilerimle, kalabalıkların içinde hayal ettim kendimi. Aslında böyle yerlerde o tarihi dokuyu bozacak hiçbir şey olmamalı. Ne bir plastik sandalye ne de bir kül tablası. Filmlerde olur ya, tam hayallere dalarsın, zızızuuzzt dikkatini bir şey dağıtır ve gerçeklere dönersin aniden. Hah aynen öyle oldum beyaz plastik sandalyeleri görünce bahçede.
İçeri girdiğimde oradaki görevli ve iki Müslüman genç, “siz – biz” diye inançlarını tartışıyorlardı. Görevli kendi inancını anlatmaya çalışıyor, gençler ”haşa” diyor her cümlede. En sonunda kızdı siyah cüppeli görevli “ e sen ne haşa diyorsun, hakaret ediyorsun?” Kulaklarımı tıkadım tartışmaya belli ki devam edecekler. Mumların yakıldığı küçük bölümü gördüm, bi sevindim, bayılırım mum yakıp dua etmeye. Evet, Müslümanlıkta böyle bir şey yok ama kilisede mum yakmanın anlamını öğrendiğimde sadece eğlenmek ve dilek dilemenin dışına çıktı benim için. Bunun ne olduğunu Büyük Ada’da, Aya Yorgi kilisesinde, öğrenmiştim. Bir gidişimde sordum ne anlamı var mum yakmanın diye din görevlisine. Dilimizi tek tük kelimelerle konuşuyordu ve bana anlatamadı. , ama beklememi rica etti, bir yerlere telefonla aradı ve illaki sorumun cevabını alayım istedi. Telefondaki kişi, ki konuşmasından o da yabancıydı anladım, bozuk Türkçesiyle bunun aynen bizim kurban geleneğimiz gibi olduğunu söyledi. Kurban edilen kötülükler ve içlerinde onları kendilerinden uzaklaştıran duygular. O güne kadar eğlence ve dilek dilemek olan bu heves artık bir törene dönüştü benim için. Burada da yakarken mumumu duvarda asılmış olan duayı gördüm.

“Yarab yaktığım şu mum vasıtasıyla içimdeki her türlü bencilliği ve kıskançlığı yakarak kül et. İçimdeki sevgiyi yeniden uyandır ve yüreğimi ışığınla aydınlat. Ya rab kilisede uzun süre kalmayacağım, içimden sana bu mumu sunmak istedim. Bir parçam olarak yanık durumda bırakıyorum. Bir gün boyunca duamın sürmesine yardımcı ol. Amin.”
Duada bir gün boyunca diyor, sanırım her gün Tanrıyı hatırlamak gerekliliğini söylüyor aslında.
Beni tören bitti ama kilise görevlisi ve iki gencin hararetli konuşması bitmedi. Biraz içerde oturmak dua etmek, meditasyon yapmak istedim. Tartışma akşama kadar sürerdi eğer araya girip dua etmek istediğimi söyleyip, sessiz olmalarını rica etmeseydim. “Sessiz olsak ta herkes kalbinin sesini duysa” dediğimde içimde hafif bir çekingenlik, tedirginlik duydum. Kimse itiraz etmedi, derin bir sessizlik içine gömüldük. Hep birlikte. Sizin bizin yok olduğunu, herkesin bir olduğunu hissettim. Sevdim orada olmayı çok. Sessizce ayrılırken, görevliyi selamladım, teşekkür ettim. “Özür dileriz” dedi.
Geri dönüşte sokaklarda kaybolma endişesini, her zaman yaptığım gibi, “sora sora Bağdat bulunur” sloganı ile attım içimden.
Otele döndüğümde, her günümde paçamdan asla eksik olmayan çamuru temizledim…

İyi ki kaçırdım uçağı, oturup bu yazıyı yazmak nasip oldu..

Sayfa Görüntüleme