15 Nisan 2015 Çarşamba

Özden gelen hiç bir şey sahte olmaz

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 00:16 | Yorum Yap
Bütün gün harika beslendim. Sabah kahvaltıda yediğim bir dilim ekmeğin haricinde hiç ekmek yemedim. Meyvem, sebzem, yoğurdum, 2 litreye yakın suyum, akşam salata veeee şimdi kahve-çikolata ikilisi. Oldu mu ya? Neyse üzerinde durmadan geçeyimJ
Bütün gün sadece iyi beslenmekle geçmedi tabi bugün harika bir çalışma günü de oldu aynı zamanda. Akşam saatlerinde günümü meditasyonla taçlandırdım. Bir arkadaşımla birlikte yapacaktık gelemedi ama kararlı ben kendimi ödüllendirdim.

Günün kısa bilgisini geçtikten sonra benim bugün bahsetmek istediğim ilişkiler aslında. Üst üste kaç seferdir yakın arkadaşlarım ilişkilerin yozlaştığı, sahteleştiği konusunu açtı.  Üzerinde düşünüyorum her seferinde. İnsanın birbirine net olması, kendini olduğu gibi ifade edebilmesi, karşısındakine kalbinden, özünden o merhametli şefkatli yerden konuşması günümüzde ne kadar da zorlaştı. Hep diğerine göre gardını alıyor insan. Niye alttan ben alıyorum? Ona niye paye veriyorum? Kendini bir şey mi zannetsin? Didişmeye öyle alışıyor ki insan, karşısında o kişi olmasa bile varmış gibi devam ediyor kendini mutsuz etmeye. Düğmelerimiz atmaya hep hazır.

Etrafımız sadece kendi için yaşayan insanlar dolu, sistem onun için çalışıyorJ Evet çok var böyle kişiler. Ancak şartlar, durumlar her ne olursa olsun, ne kadar zorlayıcı olursa olsun bizler dil ve iletişim becerileri ile donanmışız. İş bunları kullanabilmekte. Sadece zor zamanlarda da değil, John Gottman’ın dediği gibi zor zamanlara yatırım yapmak için iyi zamanlarda bol bol kullanmak gerekli. Birbirine nezaket, şefkat gösteren çiftlerin çatışmaya girdiklerinde diğer tarz çiftlerden çok daha kolay çözüm bulabildikleri yapılan araştırmalarla sabit. Bu sahtecilik gibi algılanıyor çoğu zaman. Ben katılmıyorum. 

Özden gelen hiç bir şey sahte olmaz. İçten dışa hiç bir şey sahte olmaz. İş ki inanmak gerek öze, kendine.


Ruth Bebermayer imzalı bir şiiri paylaşmak istiyorum, bayıldım…Dile gelmiş ve herkesin olmuş bir şiirJ

Bir Söz Bir Penceredir ( ya da Bir Duvar)


Öylesine tutsak hissettiriyor ki sözlerin
Öylesine yargılanmış ve kucağında ki itilmişliğin
Çekip gitmeden önce mutlaka bilmeliyim,
Gerçekten bu muydu söylemek istediğin

Savunmaya başlamadan sana kendimi
Dile gelmeden, acıyla ürküntüyle
Sözcüklerle bir duvar örmeden aramıza
Doğru mu duyduğum, bir daha söyle

Bir söz bazen bir penceredir bazen bir duvar
Tutsak da eder kişiyi özgür de…
Konuşur ve dinlerken ben, aydınlatsın sözcükler
Bırak aksın sevgi ışığım içinde

Pek çok şey var söylemem gereken
Ve onlar öyle önemli ki benim için
Anlatamazsam sözcüklerle derdimi eğer
Özgürleşmeme yardım edebilir misin?

Seni kırdığımı hissediyorsan eğer
Umursamadığımı düşünüyorsan
Sözlerimin arasında duymaya çalış
Paylaştığımız o duyguları ikimizin

9 Nisan 2015 Perşembe

Biz internete girdiğimizde alışveriş edip, çeşitli sitelerde dolaştıkça işte bu siteler bizden öğreniyorlar. Hangi konulara ilgi duyuyoruz, kim ile, ne ile hem fikiriz... 


Filtre Balonu
Genellikle kitap sitelerine girdiğimizde “bu ürünü alanlar şunlara da ilgi duydular” diye aşağıda kitapların görselleri çıkar. Bunun işime yaramadığını söyleyemeyeceğim aslında. Çalıştığım konu ile ilgili olarak birçok şey yakaladım. Ancak sadece ilgili olduğumuz konularda bilgi akışı olduğunu düşündüğümüzde, kendi alanımız içinde sıkışıp kalmış olduğumuz yadsınamaz. Benzerlerimizle aynı alan içinde kalmak. Aklıma Gezi geliyor, sadece kendi arkadaş gruplarımız içinde alevli tartışmalar yaptık, ateşlendik, ateşledik. Bazılarımıza kısır döngünün içinde kaldığımız, körler sagırlar birbiriniz ağırlar durumunu aşıp aşamadığımız hissi hakim oldu. Yazıları hatırlıyorum taksi şoförleri ile konuşun, kendinize benzemeyen insanlara gerçekleri anlatın diye. 

Kendi çemberimizin dışında öğrenecek, ilham alacak, önlem alacak o kadar çok konu, mekan, kişi var ki. 

İnternetin bu filtreleme davranışı ile aslında kendimize bir “sanal dünya rahatlık alanı” yaratıyoruz. Nasıl ki fiziksel ya da duygusal rahatlık alanı, yani alışkanlıklar, yani kendimize bilindik alan yaratıyorsak, sanal rahatlık alanları da yaratıp yarının kısır döngülerine mahkum oluyoruz. Farklılıklar dünyasının kapıları kapatılıyor, renklilikten, başka bakış açılarından, belki de yeni fırsatlardan mahrum oluyoruz. Neyi görüp neyi görmeyeceğimize karar veren o kocaman sistemin kollarındayız. Facebook bile kiminle daha interaktifsek onun paylaşımlarını karşımıza getirmiyor mu? Okuduğuma göre sadece arkadaşlarımızın yüzde yirmisinin paylaşımları karşınıza gelebiliyor. Kim aktif ise onun paylaşımlarını daha fazla insanın görmesini sağlıyor. 

Bu bir yanda iyi, bir yanda da kötü. İçinde bulunduğun halkanın dışına çıktığında ise başka bir dünya ile karşılaşıyor, o dünyanın dinamiklerinden etkileniyor ve ders çıkarıyorsun. Neyi yanlış yaptığını ve neyi daha iyi yapabileceğini anlıyorsun. 

Çoğu zaman gözümüzün gördüğünün ötesi var. Bunun için denemek, şans vermek iyi olmaz mı?

Bugün düşünmeli hayatta şans vermediğim ne var? Sanal rahatlık alanımın dışında, yani filtre balonunun dışında ne var? Bu balonun varlığı ile etkilenen düşüncelerim inançlarım var mı? Var ise yaşantımı nasıl etkiliyor?


Haydi bakalım... 

18 Mart 2015 Çarşamba

İlla o balyoz kafaya inecek

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 19:59 | Yorum Yap

İster kurumsal ister kişisel olsun, ister okullarda olsun aslında tüm eğitimlerin amacı kişilerde davranış değişikliği yaratmak. Ancak "bir kişide davranış değişikliği yaratmak mümkün değildir" zira bunu siz değil ancak kişinin kendisi yaratabilir. 

Biz eğitim verenlerin yaptığı sadece bu değişikliği yaratırken uygun araçların neler olduğunu iletmek ve değişim sürecinde kişiye destek vermek. Çok arzu ediyorum her eğitimden çıkan kişinin kendisine sunulan metotlardan uygun gördüğünü alıp kullanması konusunda hevesli olmasını. Heyecanlanan ve uygulama konusunda hevesli olan kişiler bunu benimle paylaştıklarında, gözlerine yansıdığında biten gün, hafifliğimi anlatamam. O ağır sırt çantama bile yer çekimi vız gelip tırıs gidiyor. Bunun her katılımcı için geçerli olmadığını öğrendim. Çünkü herkes doğal olarak aynı oranda değişime hevesli değil. Değişim için ya da değişmek üzere harekete geçmek için çoğumuz bir balyozun kafamıza inmesini bekleriz maalesef.


Landmark’ın tanıtım toplantısına katılmıştım bir arkadaşımın daveti ile, sunum yapan kişi bir sandalye aldı, salonun ortasına koydu ve bu “ben” dedi. Bir sandalyeyi onun arkasına bu “geçmiş” diye, bir diğerini de onun önüne bu “gelecek” diye koydu. Sordu bize, “ben neredeyim?” Bu sahne gözümün önünde hala ve o günden sonra “Geçmişin üzüntüsü ve geleceğin endişesi” lafı bu sandalyelerle canlanıyor gözümde. İçimde bir üzüntü ya da endişe duyduğumda, ben neredeyim? diye soruyorum kendime. Çünkü biz genelde geçmişin üzüntüsü ve geleceğin endişesinde oluyoruz. Burada “an’da olmak” çözüm olarak gösterilir. Gün içi bir dakikalık nefes alıp vermek bile bazen an’a gelmek için yeterlidir aslında. An’a gelmeyi başardığımızda daha kolay odaklanıp, daha huzurlu çalışmanın mümkün olduğunu kendi deneyimlerimden söyleyebilirim. Bunu bilinçli olarak yapabilmek de pratikle kolaylaşıyor. Bana bu konuda katılacak birçok kişi vardır eminim.

İnsanın gerçek doğasının an’da olmak üzere kurulduğunu okumuştum. Üzüntü ve endişe an'da olunmadığı yani insan doğasının dışına çıkıldığında hissediliyor. İşte “an” o kadar güçlü ki, gelecekte bize faydalı olan değişimi sağlayacak davranış değişikliği için şimdiden zahmete girmek zor geliyor bize. :-) Onun için herkesin listesinde  Covey’in zaman matrisinde bahsettiği “Önemli - Acil Değil” kutusunda bekleyen konular birikmiş durumda ve kafaya inecek olan balyozu bekliyor. 

Hafif sıyrıklarla atlatmamız dileği ile…

3 Ocak 2015 Cumartesi

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 12:31 | 1 Yorum

Geçtiğimiz son birkaç yıldır her sene başı kendimi, yılımı sorgularım, yeni hedefler koyarım. Neleri başardım neleri başaramadım, neyi daha iyi yapabilirdim bakarım… Koçluk yapmaya başlamadan önce geliştirdiğim bir gelenektir bu. Elim gitmedi bu sene bir türlü, göreceklerimden korktum sanki.



Duraklama yılımdı 2014 benim için, geriye gittiğim, istediklerimi yapamadığım, üretemediğim, senenin ikinci yarısından sonra yazı yazamadığım, içime attığım, kendimi iyi hissetmediğim bir yıl. Yazınca ben, içimden iyilerde çıkıyor kötülerde. İyilerin çıkması iyi, kötülerin çıkması kötüymüş gibi yazamadım. Kulağımda “ne o öyle, sevgiye hasret kadın yazılarını hiç sevmem” cümlesiyle dolandım durdum. Aynı “o” nun tonlamasıyla kaldı kulağımda bu ses. Sadece kendim için yazdım, sıkı sıkı sakladığım defterlerime, sevgiye hasret kadın olmayayım diye. Oysa ki kadın erkek kim her zaman sevgiyi istemez ki:-) 
2014 muhasebesinin baskısı üzerimdeyken sevgili Zeynep’in "Başlangıçlar&Bitişler” etkinliğinin davetini aldım. Kendime dedim ki “Zeyno bu sene kolaya kaç, kendin yapma muhasebeyi, git teslim ol orada bak bakalım neler olacak.” Gittim.Dört bir taraftan baktım 2014 yılına. Altını üstüne getirdim sıra dışı soruları cevaplarken. Ve bir sürprizle karşılaştım. Ne çok şey yapmışım, ne cesur kararlar almışım, ne kadar çok şeyi başarmışım, ne büyük destekler görmüşüm. Geçen sene yaptığım planların çoğunu gerçekleştirememişim ama iyi kötü hallerin arasında gidip gelirken görememişim, 2014 ün sert rüzgarlarında aslında ayaklarımı sıkı sıkı yere bastığımı, yeni planlar yapıp, stratejiler geliştirip onları kararlılıkla uyguladığımı. Öyle büyük bir ağırlık taşımışım ki 2014 de, içimdeki sabotöre yenilmişim evet onu taşımışım içimde. Sanki ben her zaman iyi olmak, her ilişkiyi kusursuz yaşamak, iyi hissetmek zorundaymışım gibi, içimde büyüyen yetersizlik hissine teslim olmuşum. Esnekliği yaşamaya izin vermemişim. Ben Zeynep, güler yüzlü Zeynep, içindeki iyiyi ortaya çıkarma yolculuğunda, ilham almayı ve ilham vermeyi amaç edinmiş Zeynep, nasıl kendini kötü hissedebilir ki, içinde kötüyü nasıl barındırabilir ki? Bu düşüncelerle ben kendimi sevmeyi, merhamet etmeyi ve iyisiyle kötüsüyle hayatın tadına varmayı, optimist tarafımla dostluğu, iletişimi zaman zaman kaybetmişim. Bir yukarı bir aşağı çıkıp inmek yormuş beni…
İyi benim doğamda var oysaki, neşe, huzur ve sevgi… Herkesin doğasında olduğu gibi. Şimdi baktığımda bu dalgalanmalara, gelgitlerde içimdeki acımasız eleştirmene rağmen beni ne güçlü, kararlı kıldı diye doğama olan inancım, onun orada özümde olduğunu bilmem sanırım. Yılın ikinci yarısından sonra Nar Koga’da yaptığım yönlendirmeli meditasyonlar, deneyimlerimden yola çıkarak düzenlediğim BK atölye çalışmaları bana çok büyük destek oldu, sadece başkalarına değil, bana “şifa” oldu. Bazen kimsenin gelmediği zamanlarda bile biz o çalışmaları yaptık. Ve dostlarım, hiç elimi bırakmayan dostlarım, gözümün bebeğinden beni anlayan dostlarım, kaç yaşında olursam olayım bana içimdeki küçük çocuğu yaşatan, hala ona kucak açan anam babam, evladım, bana ilham olan bir tanecik evladım. “Olanı olduğu gibi sevmemi” bana çalışma konusu yapan arkadaşım. Hepimizin kötü zamanları var. İnişleri çıkışları. Dengeyi tutabilmek en güzeli, mutluluğun sırrı. Dengenin kaçtığını fark edebilmek ise en büyük fazilet, sonrasında fırsatları görmek ve şükretmek.

Başlangıçlar&Bitişler’de duyduğum ruhumu okşayan laf, yapılan içten paylaşımlarda arkadaşlarımdan birisinin “ben bu hikayenin kahramanı olmak istedim” deyişi oldu. Bunun bir destek olduğunu biliyorum ama gözlerim daldı gitti, acaba ben kaç kere başka hikayelerin kahramanı olmak istedim. Çok kere… Şunu hiç aklımdan çıkarmamalıyım… "Herkes kendi hikayesinin kahramanı"… Yolumuz hep açık olsun. 

30 Ekim 2014 Perşembe

Tek Kuruş Ödemek Zorunda Değiliz

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 17:24 | Yorum Yap

Önümüzdeki günlerde, "gönlüne dokunan bilgelik hikayesini al gel, anlat, paylaş" türünden bir sohbete başlayacağız. Dr. Yaşar Ateşoğlu'nun Bilgelik Öyküleri Kitabından öylesine açtığım hikaye bana neler düşündürdü neler...



Bana gelen günlük düşüncelerden arada sırada içinden seçer ve Neşe'ye gönderirim. "Ay Zeynep tam da bana göre, hissediyor musun sen?" diye sorar gülerek. Yok :-) ben hissetmiyorum aslında, gerçek şu ki her hikayede kendimizden bir parça var. Bizler bu hikayeleri parmak izimiz gibi kendimize özgü bakış açılarımızla değerlendiriyoruz. Bakalım kimlere nereden dokunacak... Ve belki de bizimle paylaşacak...


Bir zamanlar bir delikanlı bir bilgeye talebe olmak istedi. 
"Bana talebe olmak zordur" dedi bilge "korkarım sen bunu başaramazsın".
Ama genç kararlıydı. Kendisinden ne isterse yapmaya hazır olduğunu söyledi. Bilge de ona manevi yoldaki ilk vazifesini verdi.
"Bir yıl boyunca kim seni kızdırmaya çalışırsa ona bir lira vereceksin".
Genç denileni yaptı ve bir yıl boyunca kendisini öfkelendirmeye çalışan insanlara para verdi. Bir yılın sonunda genç bilgeye geldi ve bundan sonraki vazifesine hazır olduğunu bildirdi. 
"Önce şehre git ve bana yiyecek al" dedi bilge.
Genç yanından ayrılır ayrılmaz, bilge dilenci kıyafetlerine büründü ve sadece kendisinin bildiği kısa bir yoldan gençten önce şehre ulaştı. Gencin geçeceği yola oturdu ve onu bekledi. Tam genç yanından geçerken, dilenci görünümündeki bilge ona hakaret etmeye başladı. Başkalarının duyacağı kadar yüksek sesle onun ne kadar aptal göründüğünü söyledi. Ama gençte hiç bir öfke işareti yoktu. Tam aksine;
"Ne kadar harika" diye karşılık verdi genç, sakin bir şekilde." Tam bir yıl bana hakaret eden herkese para ödemek zorunda kaldım, şimdi tek kuruş ödemek zorunda değilim."
Bunun üzerine üzerindeki dilenci kıyafetini çıkaran ve yüzünün gösteren bilge gence söyle dedi;
"Başkalarının ne dediğine aldırış etmeyen bir kimse bilgelik yoluna adım atmış demektir. Eminim ki sen bundan böyle hakaretlere aldırış etmeyeceksin ve doğru bildiğin yoldan asla vazgeçmeyeceksin".

Hiçbir Şeyi Kişisel Algılamayın

Bu bilgelik hikayesi bana Don Miguel Ruez'in  Dört Anlaşma kitabından ikinci anlaşmayı anımsattı. Anlaşma "hiçbir şeyi kişisel algılamayın" çünkü kişisel algıladığınız anda her ne söylendiyse ona katılmış oluyorsunuz diyor.

Hikayede ki delikanlı eğer öfkelenmiş olsaydı "söylenen ile anlaşma" yapmış, zehri zihnine yayarak cehennem rüyasının tutsağı olmuş olacaktı. Olmamasına sebep ise başkalarının ona uygun gördüğü resme aldırış etmemesi ve bir yıl boyunca "bakış açısının" değişmesine sebep olan, onu farklılaştıran çektiği acı. Birisinin sana ettiği hakarete kayıtsız kalmak mümkün mü? Kendini kötü hissetmemek mümkün mü? "Kişisel algılamamak" mümkün mü?

Kişisel algılama tuzağına düşmenin sebebinin "bireysel önemlilik" olduğunu söylüyor yazar.  Bu tutsaklık, bataklığın içinde olmak gibi ve kötü olan şu ki siz bataklıkta oldukça, hayat geçip gidiyor ve karşımızdaki ile ilişkimizi değil hayat ile olan ilişkimizi etkiliyor. Oysa durumun gerçekten bizim algıladığımız gibi olup olmadığını bile bilmiyoruz.  Bir hiç uğruna kendimizi acı çekmeye mahkum bile etmiş olabiliriz. Doğru olan şu ki “Herkes kendi dünyasını yaşıyor“. Yani hepimizin yaptığı, söylediği, dile getirdiği fikirler kendi zihinlerimizdeki anlaşmalardan kaynaklanıyor. 

O zaman insanın kendini kötü hissettiğinde şu soruları sorması bir farkındalık yaratır mı?

Ben zihnimdeki hangi anlaşmaya uyuyorum? (altında hangi düşünce yatıyor)
Kendimi çok mu önemsiyorum?
Hangi bakış açısı bana hikayedeki delikanlının  hafifliğini yaşatır? 
Bu hafifliği nasıl alışkanlık haline getiririm?

Cümlemize "Sürdürülebilir hafiflik" diliyorum o zaman.:-)

21 Ekim 2014 Salı

Lotus çiçeğini deneyimlemek...

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 17:17 | Yorum Yap

Nero Café balkonunda güneşin tadını çıkarırken tatlı sohbetin konusu arkadaşımın güzel eşi ile birlikte gittiği “nefes retreati” idi. Sohbet hayatlarımızda neler yaşadığımız, yanılsamalarımız ve gerçeklik üzerine devam edip gitti. Değer katan sohbetleri, dünyayı kurtaramasakta büyüdüğümüz, sıkı sıkı sarıldığımız ve güvenle ayrıldığımız sohbetleri seviyorum.  

Konuşurken Nar KOGA da ki meditasyon akşamlarını bir tema üzerinde yoğunlaşarak yapacağımızı söylediğimde "bu sefer konu lotus olsun” deyiverdi arkadaşım. Olsun madem. “Lotus meditasyonu”.
Doğu kültüründe güçlü bir imaj, ruhsal bir sembol olarak gördüğümüz lotus çiçeğini deneyimlemek nasıl olabilir ki? Bir çoğumuz resimler dışında onu görmemişizdir bile… Düşündüğümde, bu deneyimi bana yaşatacak olan zihnimdir aslında. İnanıyorum ki Hint, Budist ve Mısır öğretilerinde kutsal kabul edilen bu çiçeğin ruhsallıkta ne anlama geldiğini bilmek onu deneyimleme konusunda yardımcı olacaktır.

Doğu Kültüründe Lotus Ne Anlamlar Taşır

Lotus çiçeği birçok özelliği ve anlamı arasında ilahi doğuşu, ruhsal gelişmeyi ve yaratılışın kendisini temsil ediyor. Bir lotus tomurcuğu ise potansiyelimizi ve ruhsal doğamızı. O harika bir çiçek olarak ortaya çıkmadan evvel bir tomurcuk olarak çamurun içinde yükseliyor, kirli suların içinden. Tıpkı bu kirli dünya içinde gerçekliğin arayışı, gayreti içinde olanlar gibi. Lotus, kirli çamurlu sularda yükselen ama yapraklarının özelliği sebebi ile üzerinde kirin barınmadığı bir çiçek, o saflığın ve yeniden canlanmanın sembolü… Aydınlanma yolundaki bireyin bilincinin yavaş yavaş kendi oluşturduğu kirli düşüncelerden arınmasının temsili…
Budizm’in bazı mezheplerinde ise ruhların lotus çiçeğinden doğduğuna inanılıyor. Lotus nasıl saf ve temiz ise aslında ruhta doğal olarak saf ve temiz.. Budist mandalalarda lotusu figür olarak çokça görüyoruz.(Mandala kâinatın ya da spritüel yolculuğun metafiziksel temsili için kullanılan şekillerdir. Bunlar ayrıca meditasyonlarda yoğunlaşmaya yardımcı olan araç olarak da kullanılır) Yazının fotoğrafı dün akşam çizdiğim bir mandala, meditasyonu ve derin düşünmeyi ifade ediyor benim için.
Lotus ilahi olana sunulan kutsal bir çiçek… Hint öğretilerinde ise saflığı ve aynı zamanda bağsızlığı temsil ediyor. “Lotus aklı” bağlardan, bağımlılıklardan özgür akıl. Günümüz insanlarının çoğu ise sevgiyi bağımlılığa dönüştürmüş ve onu hep şarta bağlamış. Oysa kalpte, ruhsal merkezde yer alan Tanrı sevgisidir gerçek sevgi. Lotus aynı zamanda Tanrı sevgisinin de sembolü olmuştur. Kalplerde bu sevgiyi deneyimlemek, sıcaklığını ve yükselten enerjisini hissetmek ne güzeldir.
Bugün niyetim düşüncelerde saflık ve yürekte büyük sevgidir.

15 Ekim 2014 Çarşamba

Kırlangıç ile Tekir Kedi - Jorge Amado

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 23:52 | 1 Yorum

Bir öykü bu... Öyle ki "Sabah" gerçekten değiyor sana, içimizden birisi gibi hissettiriyor öyküde kendini. Sen, ben gibi yaşıyor aramızda, ufka doğru ağır ağır ilerlerken her bir yıldızı öpe öpe söndürüyor. "Rüzgar" serseri, hovarda, bir işe yaramaz ama Sabah'a aşık… Öyküler anlatır ona… Sabah dinlerken büyülenerek Rüzgar'ın uzun öykülerini, kah hüzünlenerek kah gülümseyerek, unuturmuş "Zaman'ı", hal böyle olunca Zaman şaşırırmış, e sadece o mu? horozlar da bilemezmiş ne zaman öteceklerini... Ama Zaman'ın Sabaha karşı bir zaafı varmış. onunla unuturmuş sonsuzluğun yorucu ağırlığını… Uçarı Rüzgar, "Yağmur'la" yakın arkadaş ve tabi ki kötülük yapıp ortalığı birbirine katmakta suç ortağı…

İşte bizim bildiğimiz zamanların çook öncesinde geçen bir öykü okudum geçen hafta. Büyükler için fantastik bir aşk hikayesi, ilkbaharın mahmurluğu ile başlayıp kışın acı günleri ile bitiyor. Öyle bir zaman ki, hayvanlar konuşabiliyor, terziler ve prensesler evlenebiliyor, çocuklar leylekler tarafından ve her şeyi bilerek geliyorlar dünyaya, ayrıca onlar en sevdikleri duygularını bile seçebiliyorlar… Her şeyin farklı olduğu zamanlarda geçen bir hikaye yani…

"Ne güzel olurdu bu dünya eğer bir kırlangıç bir tekir kediye aşık olabilseydi ve mutlu yaşayabilselerdi sonsuza dek" diyor yazar Jorge Amado.

Bu tatlı kitabı okurken her gün dünyaya bir hayvanın gözünden bakan ve bizimle deneyimlerini paylaşan bir arkadaşım vardı aklımın gerisinde, onun bu yaklaşımını hatırlayarak kitabı okumak daha da zevkli oldu. Aşkı, toplumu, değer yargılarını, yaşanan yürek çarpıntısının bu değer yargılarının altında ezilişini ve aslında sıradanlığa boyun eğişi anlatan bir hikaye bu.

Birisi değişebilir mi? Yoksa adın çıkmış dokuza inmez mi sekize? Sana yapıştırılan etiketi ömrübillah taşımak zorunda mısın? Sana yakıştırdıkları gibi yaşamak zorunda mısın? Peki ya “öteki” durumu? Toplumda ki sınırların, aslında zihnimizdeki algının yarattığı sınırların ötesindeki “öteki” durumu?

Sınırlar kalksa, insanlar önce zihinlerde sonra tutumlarda özgür olsa ve özgürlüğe sonsuz saygı olsa…
Yani hayat bayram olsa…

Sayfa Görüntüleme