29 Aralık 2011 Perşembe

Zarafet

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 23:24 | Yorum Yap
Ben pazardan alışverişe bayılırım. O tezgahlarda satılan taze sebzeler meyveler...Hımmmmıh.. Çocukken meyve tezgahlarının önünden geçerken oyuncakcı dükkanının önünden geçiyormuş gibi zevk alırdım..Annem sen bir manavla evleneceksin galiba derdi..Bir manavla evlenmedim fakat tezgahlarda hala gözüm kalıyor..Pazartesi sabahları Selamiçeşme Pazarına gider oldum son zamanlarda..Daha tezgahlar yeni kurulurken yani sabahın köründe gidiyorum, aslında pahalı oluyor ama günümü ziyan etmemiş oluyorum, yemekler yapmaya da erkenden başlıyorum..Bu işten pazarcılar memnun, çünkü benden yapılan siftahtan memnunlar. Bir kere geç gittim, yeşillik satan çocuk hesap sorup sitem ettiJ

Pazardan çocukluk arkadaşımın bloğunda yazmış olduğu pancar salatasını yapmak üzere taze taze pancarlar aldım..Aslında denemek istediğim şey sadece tarifini aldığım salata değil, Hande’nin pancarı soyarken hissettiklerini anlamaktı. Bilirsiniz pancar el boyar, ben de genelde eldivenle ve elma soyar gibi soyarım pancarı, çabuk çabuk.. Bu sefer eldiven kullanmadan, aynı arkadaşımın tarif ettiği gibi pancarın ellerimin arasından kaymasına izin vererek soydum..Aslında patates gibi ince kabuklu bir sebze, mat kabuk gittikten sonra içinden pasparlak kadife gibi yumuşak gibi bir doku çıkıyor. Ellerde kalan pembelik de iki yıkamada gidiyor.
Burada ben bilmediğim bir şeyi öğrendim.( çok gerekli olup olmadığı tartışılır), ayrıca yaptığım pancar salatası yaptıklarımın en lezzetlisi, en kıymetlisi oldu.

Pancarın bana düşündürdüklerini bugün sizle paylaşmak istedim;
Hedef aynı olsa da ulaşmak için yollar kişiye göre nasıl da değişiyor. Çabucak yapıverdiklerimizde kaçırdığımız ve ne çok zevk alabileceğimiz noktalar var. Yani şimdi pancarı öyle soysam ne olur soymasam ne olur denebilirJ  Evet ama sadece pancar soymak gibi işler mi çabuk çabuk yaptıklarımız. Attığın her adımın, yediğin her lokmanın, baktığın her noktanın keyfini çıkarmak gerek..İşte bu ZARAFETtir. Ben her işi ağırdan alalım demiyorum, çabuk çabuk yapılsa da ne yapıyoruz hissedelim diyorum. En son yaptığım pancar salatası hayatıma daimi olarak zarafeti kattığım andır..:-)

2012 hedeflerimden birini de bulmuş oldum..Zarafet..

Herkese zarif günler diliyor, salata tarifini merak edenler için bloğu yazıyorum.

NİCE MUTLU SENELEREJ

25 Kasım 2011 Cuma

Bir yaşamın son perdesine şahitlik

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 20:56 | 1 Yorum
Çiftehavuzlar’da Papa John’s diye bir pizzacı var..Pizzasının tadına ilk defa sevgili komşularımızdayken bakmıştık. Özel domates soslarından ekstra koydurup, sadece mantarlı ve ince yaptırıyoruz. Yanındaki tombul biber turşuları ile yerken dudakların acıdan hafif şiştiğini hissediyorsunuz. Orta boy alana ikincisi sadece 4 TL farklaJ..Bu durumda komşuda pişiyor ve bize de düşüyor durumu oluyor doğal olarak..Papa John’s a ilk sipariş verdiğim günü hatırlıyorum. Yeni vejeteryan beslenme kararı aldığım günlerdi..Eve gelen pizzayı sevinçle parasını ödeyip aldım..O gün yalnızdım Nisan ya da Murat yoktu. Pizzamı alıp koltuğa keyifle kurulacakken bir kapağını açtım ki karton kutunun, üzerinde dumanı tüten sucuklar, sosisler dans ediyor..Himm dedim, hayat oyunu beni, bakalım sucukları lüpletecek miyim diye test ediyor..Olabilir diye es geçtim ve kibarca gelip bu pizzayı almalarını yerine sipariş ettiğimin getirilmesini rica ettim..Ah vah bir çok özür, yarım saat sonra kapı çaldı..Sevimli bir çocuk, pizzamı bana uzattı. Akıllandığım için hemen kapıda pizzanın kapağını açtım baktım. Kalın pizza!!! Çocuğa neler söyledim hatırlamıyorum, verdim pizzayı eline, para iadesi de istemediğimi söyledim..Hızımı alamadım, açtım telefonu sipariş alanlara, biri birinin üzerine attı hatayı, öbürü diğerinin. Dinlemiyorum, ben komşuda yedim beğenmiştim bi daha asla sipariş vermeyeceğim diye tüm kızgınlığımla kapattım..Yani hayat oyununun bu testinden başarı ile geçemedim ve sınıfta kaldım..Sanırım burada test edilen sabrım ve nezaketimdiL..Bir iki ay sonra dayanamadım ve tekrar sipariş için aradım Pizzacıyı..Aramayacağım demiştim ama Pizzanız çok güzel ne yapayım, lütfen bundan böyle dikkat edin dedimJ O gündür bu gündür sipariş alan Davut ve Hüseyin ile aram çok iyi, telefon numarasını alır almaz ekstra domates soslu ince mantarlı değil mi diye soruyorlar..

İşte ayıptır söylemesi o güzelim pizzadan yiyerek sizinle bu yazımı paylaşıyorum..

Geçen hafta sonu eşimin bir arkadaşının annesinin vefatı üzerine cenaze töreni için Bursa’ya gittik. Sevgili Eren’in bu acısını duyunca aslında artık onun sadece eşimin arkadaşı değil benim arkadaşım Eren olduğunu fark ettim..Sabah erkenden Pendik Yalova feribotu ile Yalova’ya geçtik. Bursa ‘da sadece bir mezarlık varmış, Hamitler de ve çok büyük, bulmamız hiç zor olmadı. En arkalarda bir yer ayırmışlar yabancı uyruklulara (Eren anne Belçikalidır)..Oraya gittik biz de. Henüz erken olduğundan kimse yoktu. Yavaş yavaş, bazılarını İzmir’den de tanıdığım Eren’in arkadaşları ve tabi hem annesinin hem de kayınvalidesinin ( Eren  kayınvalide Almandır) yabancı uyruklu arkadaşları gelmeye başladı. Herkesin yüzünde kaybın acısını taşıyan bir  tebessüm ve bu tebessümle birlikte ellerde güzel, özenle paketlenmiş rengarenk çiçekler..  Gelenler tanısınlar tanımasınlar birbirlerinin ellerini sıkıp başsağlığı dileklerini ifade ettiler. Bu sırada Eren’ nin eşi Sibel bir papaz getirdi..Alman papaz önce herkesin tek tek elini sıktı, başsağlığı diledi ve kendini tanıttı..Duasına başlamadan önce de çok iyi Türkçe konuşamadığı için özür dileyerek duayı Almanca okuyacağını söyledi.. Ben hiçbir şey anlamadan dinlemeye başladım tabi ki..Ancak uzaktan Eren’nin ablası İrem gözüme takıldı..İrem yurt dışında yaşıyor ve her Noel tatilinde annesini ziyarete geliyor…Papaz duasını okurken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı..İster istemez ben de içimden onun için dua ettim..Koşa koşa gidip sarılmak geldi içimden, onunla birlikte hiç tanımadığım annesinin cenazesinde ben de hüngür hüngür ağladım..Biz Türkler biraz duygusalız aslında, en güzeli bu duygulara hakim olabilmek..Neden ağlarız?.. gidenden çok kendi kayıplarımız ve kaybedebileceklerimiz için, belki buna kendimizde dahil. Papazdan sonra Eren ve İrem, iki evlat, mezarın başına geçtiler. İrem Annesine göz yaşları içinde bir konuşma yaptı..Ben asıl burada çok etkilendim, konuşma Fransızcaydı söylenenlerin ne olduğundan en ufak bir fikrim yoktu. Uzakta yaşadığı için çok daha duygusal olabileceğini düşündüm sadece..Konuşma bitince gerçekten dayanamadım bu sefer gittim ve kendisini kucaklayıp duygularımı ifade ettim. Bu cenaze töreni, insanın üzerinde ağırlık yaratan bir tören değil mütevazi bir vedalaşma oldu..Daha sonra Sibel hepimizi evlerine davet  etti. Feribota yetişmek için vaktimiz olduğundan bu davete biz de icabet ettik. Biliyor musunuz Eren ve Sibel geçen seneden beri yeni geçtikleri evlerine bizi davet edip duruyor..Keşke ziyaretimiz daha hayırlı bir gün de olsaydı ama nasip bu güneymiş..
Eve geçtiğimizde bizi Sibel ve annesi Gertrud un yaptığı güzel yiyecekler, içkiler ve Sevgili Selim’in nazik ikramları ile güzel sohbetler bekliyordu. (Selim, Eren ve Sibel’in oğlu, gülünce onlar gibi gözlerinin içi gülüyor) Dayanamadım İrem’ e annesine ne söylediğini sordum. Bana annesinin İkinci Dünya savaşında daha henüz 14 yaşındayken bir kızken, Almanlardan yürüyerek Fransa’ya kaçtığını ve aslında Almanlardan nefret ettiğini, aklına bir Alman gelin ve dünür sahibi olmanın en son gelecek şey olduğunu ve Alman bir papaz tarafından gömüldüğü için annesinin rahatsız olduğunu bildiğini, bundan dolayı annesinden özür dilediğini söyledi. ( bu arada gelinini de dünürünü de hep çok sevmiş olduğunu vurgulamadan geçmedi) . Ayrıca yanımıza yaklaşan Gertrud a tüm yaptıkları için minnettar olduğunu , sen olmasaydın bunların hiç biri olmazdı diye söyledi. Gertrud’da annesinin Alman takıntısı olduğunu bildiğini ancak Fransızca konuşan bir papaz bulmak için ellerinden geleni yaptıklarını söyledi..İki medeni insan hem kalpleri ile hem de gözleri ile konuştu birbiri ile.

Sanırım bu da hayat oyununun testlerinden birisi ve de tabi ki karmalarımız. Bir şekilde en korktuğumuz şeyler karşımıza çıkıyor, kendimizden en emin olduğumuz konularda nasıl yıkılabileceğimizi gösteriyor, kibirle verilen tepkilerin ne anlamsız olduğunu farkına varmamızı sağlıyor, en önemlisi son perdede bedenin eninde sonunda gidici olduğunu ve gerçek olanın  sahip olduğumuz erdemlerimiz ve tüm erdemlerin kaynağının ise sevgi dolu yaşamak olduğunu gösteriyor. Bu nu neden aklımızda tutamıyoruz? Özümüzü unutup bedende kalıyoruz. Hareketlerimizin çoğu bedenimize, malımıza ve kendi tohumunu atarak içimizde büyüttüğümüz egomuza gelecek zararı önlemek için. Bu zararı önlemeye çalışırken ruhumuza verdiğimiz zarar?
İnsan ilişkilerinde karşındakinde eleştirdiğin ne varsa aslında aynısından sende de var ki, bunu görebiliyorsun derler. Ne korkunç değil mi? Kendi üzerimde çalışmak için, birlikte olmaktan kaçındığım insanların kötü özelliklerini yazıp, bu özelliklerin karşıtı olan iyi özellikleri edinmeye özen göstermeliyim. Benim için güzel bir çalışma olacak. J

Sevgi dolu anlayışlı günler yaşamak ve yaşatmak dileği ile.. 

11 Kasım 2011 Cuma

Akıl zihin ve bedenin uyumu..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 00:25 | Yorum Yap
Mutsuzluklar uyumsuzluğun eseri..Bugünlerde zihin ve bedenin uyumunu ve uyumsuzluğun sonuçlarını düşünüyorum. Zihinde bir düşünce ortaya çıkıyor, bu düşünce akıl süzgecinden geçiyor ve tepkilerimiz buna göre oluşuyor. Bazen akıl doğruyu seçse bile, yeterince güçlü olmadığımız için,eski alışkanlıklarımızla ve bile bile aklımıza uymayan tepkiyi veriyoruz. Yani akılımız ile bedenimiz uyum sağlayamıyor, bu durum devam ederse de insan kendine çok büyük zararlar veriyor. İki arada bir derede kalmışlık hissi, başarısızlık hissi, kendini suçlama, tabi ki başkalarını suçlama, davranışlarda istikrarsızlık, karışık duygular ve tüm bu durum ve hislerin bilinçaltına kayıtı..Kafamızı tavus kuşu gibi toprağa gömsek, sorunu görmezden gelsek bile akıl ve bedenin uyumsuzluğundan kaynaklanan hislerden kurtulamıyoruz.
Yeni Türkü'nün bir şarkısı var; ya içindesindir çemberin ya da dışında.. Doğru değil mi? Adımınızın biri dışarıda birisi de içerde olduğunda hayata odaklanamıyorsunuz..Odaklanmadan başarı olmuyor, bölünmüşlük, doyumsuzluk ve boşluk hissi..
Hoşnutsuz, karışık duygular içinde olduğumda kendime kısacıkta olsa sessiz bir ortam yaratıyorum, uyumsuzluğu gözlüyor ve kaynağını tespit etmeye çalışıyorum.  Sessizlikle dengeye geliyorum, bedenimi aklımın seçimine uyumluyorum. Bu gibi durumlarda aklıma gelen hemen şu Çin atasözü oluyorJ Değiştirebileceğim şeyleri değiştirebilmek için bana güç ver, değişemeyecek şeyleri kabullenmem için sabır, bu ikisini ayırt edebilmem için akıl ver. Değiştirmek ya da kabul etmek J aslında akıl ve bedeni uyumlamak..
Allahın sevgisini her daim kalbinizde hissetmeniz dileği ile.. 

22 Ekim 2011 Cumartesi

Evimin huzuru

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 18:42 | Yorum Yap
Bu sabah saati çok erkene kurmuştum ama saat çalmadan pıt diye gözlerimi açtım. Artık sabahları uyandığımda bir tekerlemem var.’GÜNAYDIN TANRIM, GÜNAYDIN DOĞA, GÜNAYDIN BEDEMİN..Hepsini de hissederek söylüyorum ve yatağımdan öyle kalkıyorum. Bu sanki günün ayarını yapıp, güne hissederek apaydın başlamak oluyor. Bir sohbetimiz sırasında arkadaşlarımdan birisi bana güne ‘Günaydın Tanrım ‘diye başlıyorum dedi, bunu tecrübe edip kendimi iyi hissettiğimde, diğer arkadaşımla paylaşınca o da bana ‘aaa ben Günaydın Tanrım, Günaydın Doğa, Günaydın Bedenim’ diyorum dedi..Bu daha hoşuma gitti ve sabahları Tanrıya, Doğaya ve Bedenime şükranla kalkar oldum..
İşte bu sabah yine böyle uyandım ve sessizce yataktan süzüldüm..Bu günümü evimde ve biraz yavaş geçirmeye karar verdim. Öyle ki sanki her şey bana böyle olması için yardım etti.. Çok nadir sabahları aç karnına canım kahve çeker, mis kokulu bir kahve yaptım,yumuşacık bir kumaştan annemle diktiğimiz pijamalarımı öğlene kadar çıkarmadım, terliklerimin fışt fışt çıkardığı sesle eğlendim. Hiçbir yere yetişme telaşım olmadan saate bakmadan evimin keyfini sürdüm. Ne TV açtım, ne müzik dinledim..Düşüncelerim bile yavaşladı..Son zamanlarda üzerinde çalıştığım ve gün içinde dikkat ederek ayıkladığım gereksiz düşünceler bile sanki bugün hiç aklıma gelmedi..Kendimi tüy gibi hafif, tatlı tatlı akan bir nehir gibi hissediyorum..Evime bakıyorum, evimde bir güzellik, bir sıcaklık..
Kendim için azcık bulgurdan kısır yaptım( çünkü azcık vardı..:-) ,fırından simit, marketten İzmir tulumu ve vişne reçelini kaptım, günlerdir canım vişne reçeli çekiyordu.. Bu arada annemlere 15 dakika uğradım, merdiven kısa geldiğinden takamadıkları perdeleri asmalarına yardımcı oldum..Hava harikaymış bu sayede ondan da geri kalmadım.Akşam üzeri çayla keyif ve bu günün paylaşımı.
Günün bu güzel saatinde sessizliğin içinde, kendim için yarattığım mertebenin keyfini çıkarıp, bu anları bilincime yerleştireyim.
Sevgi ve huzurla kalınJ

7 Ekim 2011 Cuma

Yeni yolculuklar için cesaret

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 13:59 | Yorum Yap
Bir seminer vermek üzere hazırlıklara başladım..Seminerin konusu 'Düşünme Sanatı ya da düşünce kalıplarımızın değişimi' olsun istiyorum.
Dernekte önümüzdeki aylarda yapılacak olan programları konuşmak üzere geçenlerde toplandık. Bu toplantıda arkadaşlarım beni eğitim vermem konusunda çok teşvik etti.Tabi cevabım henüz değil şeklinde oldu..

Eğitimleri veren kişilerin bu konuda başarılı olabilmeleri için gerçekten anlattıkları konuları öncelikle kendilerinin sindirmiş ve uygulayabiliyor olmaları gerektiği söylenir. Bir anda tamam deme cesaretini gösteremedim ama eve gelince oturup düşündüm, ben neden yapamam dedim? Bir tek cevabı var bunun o da cesaretli davranmadığım. Emniyetli bölgeden çıkıp, tehlikelere maruz kalabileceğim bir bölgeye çıkmak. Tehlike nedir peki? Başarısızlık tabi ki..

Başarılı ya da başarısız olmak
Başarısız olursam ne kaybederim? Bana, Zeynep’cim senin biraz daha çalışman lazım, kimse memnun kalmadı derler. Nasıl bir his içerisinde olurum o zaman? Rezil olmuş hissederim, başkalarının gözünde küçük düşerim. Başarısızlıkta bu hisler önce ortaya çıkıyor ve sonra kendini suçlama, kırılan cesaret duygusu derken ilerleme yolunda kendimizi kısıtlıyoruz..Daha önceki başarısız denemelerden yerleşen düşünce kalıpları..Ben bunları yıkmak için onca zamandır çalışmıyor muyum? O zaman bu kalıbı yıkmak için önce cesaret göstereceğim. Başarılı ya da başarısız olmaya değil, bunu bir yolculuk olarak kabul edersem eğitimin hazırlık sürecindeki kazanımlarıma ve farkındalıklarıma odaklanmalıyım. Nelerin anlatılması gerektiğinin tespitini yapıp, her birini özenle üzerimde uygulamalıyım. Bundan daha ala ne olabilir.

O zaman ilk değiştirdiğim düşünce kalıbı; ‘Ya barısız olursam’ düşüncesinin, ‘Kendim için harika bir fırsat yakaladım’ düşüncesine dönüşmesi.. Eğitimin konusu da düşünce kalıplarımızın değişimi olabilir.

Nereden başlasam? İki saatin içine hangi konuları alsam? Kendi üzerimde ne uygulamalar yapsam..

O zaman kendime bol kazanımların ve farkındalıkların olduğu iyi yolculuklar diliyorum..:-)

14 Ağustos 2011 Pazar

Bir İstanbul Günü

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 21:58 | Yorum Yap

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Burası Set Üstü Çay Bahçesi..Manzara masal gibi. Solda Boğaziçi Köprüsü, karşımda Haydarpaşa, sağ tarafımda Prenses Adaları..Yüzyıllık ağaçlar arasında kuş seslerinin içindeyim. Önümde İstanbul surları ve onları kaplayan ağaçların içinden giden uzun zamandır sesini duymadığım tren..Tıktak tırak tıktak trak. Masmavi deniz üzerinde balıkçı tekneleri, tankerler,Sirkeci arabalı vapuru,şehir hatları vapurları, deniz otobüsleri..

Tek başıma yaptığım bu İstanbul gezilerimin keyfini özlemişim. Silüeti ne düzgün şu kentin.Tüm karmaşasına, trafiğine, yoğunluğuna rağmen uzaktan gözlendiğinde kendine göre bir dinginliği var. Gizli köşeleri, saklı bahçeleri var. Yaşlı ağaçların huzurunu barındırdığı nice yaşanmışlıklara, aşklara şahitlik yapmış bahçeleriJ
uz. Her yer pırıl pırıl, kuş sesleri korosu, toprağın çimin kokusu, yeşilin tüm tonları, sabahın o erken saatinde kaçak aşıkların kaçak bakışları ama bakışlarda sevgiyi paylaşmanın mutluluğu..Hepsi birleşip içimdeki o çoşkuyu tetikledi, herkese uzanma ve yaşam sevincimi paylaşma isteğimi körükledi.

Parkın ardından, hiç gitmediğim Yerebatan Sarayı, unuttuğum Sirkeci Garı ve balıkçıların yanından yürümeye hep özendiğim köprü, bir de bonus olarak Murat’la Karaköy Namlı’da öğlen yemegi..   
Herkese kalbimden kucak dolusu sevgi. Olumlu ve ışıkla kalalım.

Zeyno

13 Nisan 2011 Çarşamba

Eleştirmek yerine uygulamak

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 11:37 | Yorum Yap
Eleştirmek ne kolay..Bunun nedeni  olayın dışından baktığımızda yanlışları daha kolay görebilmemiz mi acaba? Dün kızımı arkadaşından aldım, eve doğru yollanırken Şaşkınbakkal’da sağ tarafta her zamanki araç yoğunluğu ve gereksiz bir trafik sıkışıklığı var..Sağdan iki şerit araba park etmiş olmasına rağmen bir araç üçüncü şeritte birisini indirdi ve uzun bir süre konuşmaları bitmediği için yol ortasında trafiği kapamaya devam ediyordu. Arkada bekledim, sağlayamıyorum çünkü sağdan akış devam ediyor. Kornaya bastım ve boşluk bulduğum için sağladım bir yandan da sinirlenerek yanından geçerken adama söylendim.  Kızım, 'anne trafik herkesi bu hale getiriyor galiba bak sen de oldun, eskiden daha sabırlıydın, ya geç ya bekle’ dedi.  Aslında vaktim varsa beklerim ve korna çalmaya çok karşıyım. Kızımın sesini duyduğumda hemen kendimi düşündüm. Aynı hatayı bende yapıyorum. Kendim iki dakika kazanacağım diye başkalarının iki dakikasını çalabiliyorum. Yani eleştirdiğim davranışları sergileyebiliyorum.  Arkamdan korna çalan olduğunda, aman iki dakikaya öldün mü diyebiliyorum.  Evet eleştirmek kolay, zor olan ise eleştirdiğimiz, teorikte yanlış olduğuna kanaat getirdiğimiz davranışları yapmayarak özen gösterip örnek olmak. Çocuklarımıza birçok nasihat veriyoruz, ne kadarını biz uyguluyoruz? Sonradan annenin dediğini yap yaptığını yapma diyoruz. Eskiden beri aklımıza işlemiş ne kötü bir deyiş. Tabi ki önce ben doğrusunu yapacağım doğru alışkanlıklar edineceğim ki çocuğum da bunu örnek alsın. Ya da arkadaşım bunu örnek alsın ya da yollardaki diğer sürücüler. Eleştirmek, bunun doğrusu bu yanlışı bu demek kolay, sürekli bir uygulayıcı olmak zor. Biraz yapıp biraz yapmamak değil marifet, her şartta doğruyu yapmak. Yapmayana yaparak örnek olmak..

15 Ocak 2011 Cumartesi

Şems den bir hikaye..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 17:27 | Yorum Yap

Okuduğum son kitaplardan birisi Sinan Yağmur’un yazdığı Aşkın Gözyaşları.  Şam’dan Konya'ya geri dönerken, Şems’in Sultan Veled ve seyahatte kendilerine refakat eden dervişlere anlattığı bir hikaye….


İkindi vakti namazı öncesi şeyh dervişlerinden birinden, abdest almak için kendisine bir ibrik su dökmesini rica eder. Hem abdestini almakta hem de dervişi gözlemektedir. Bu arada su döken derviş bakar ki şeyhin ellerinin bazı yerleri kurudur ve aklından ‘bir de şeyh olacak doğru dürüst abdest almayı bile beceremiyor ’ diye geçirir.  Derviş in alaycı bakışlarını yakalayan şeyh onun aklından geçenleri okur ve ‘sen bize yaramazsın’ diye dervişi kovar.
Derviş pişman olsa da iş işten geçmiştir. Düşer yollara, ailesi ve gidecek yeri yoktur, yorulmuş acıkmıştır. Karanlıkta bir ince ışık görür ve oraya doğru yöneldiğine kendisine yemek pişiren çoban onu da buyur eder ve ona acıyıp karşı dağın ardındaki şehirden bahseder. Ancak bu şehrin özelliğini de söyler. Bu köyde ne alırsan sadece ‘Eyvallah’ demek yeterliymiş fakat uyulması gereken 3 kuralı da varmış ve ihlal edeni şehirden atarlarmış.
‘Birinci kural kulun işine karışmayacaksın, ikinci kural Allah’ın işine karışmayacaksın, üçüncü kural yalan konuşmayacaksın’ demiş çoban. Dervişin çok hoşuna gitmiş çünkü kurallar ona çok basit gelmiş.
Ertesi sabah erkenden yola çıkmış ve şehre vardığında doğru hamama gitmiş. Yıkanmış paklanmış, sağ elini göğsüne koyarak hamamcıya ‘eyvallah’ demiş. Hamamcıdan aynı karşılık gelmiş. Emin olmak için derviş ‘borcum?’ diye sormuş. Hamamcı ‘eyvallah dedin ya o yeter’ demiş. Derviş bir ay boyunca böyle yaşmış ve "iyi ki de dergahtan kovulmuşum" demiş içinden.  
Bu arada köle pazarından yine bir "eyvallah" karşılığı bir köle kadın almış ve onunla evlenmiş. Günleri güzel geçmekteymiş.
Günlerden bir gün karşıdan bir adam ve iki kadının geldiğini görmüş Derviş. Kadınlardan genç olanın saçı başı açık, daha yaşlı olanın ise her tarafı kapalıymış. Bizim derviş ‘Şuna bak, asıl örtünmesi gerekenin her yeri açık saçık’ diye bağırmış. O da ne! Genç kadın birden bağırmaya başlamış ‘Zaptiyeee, zaptiye kulun işine karışıyoooor’. Derviş ne olduğunu anlamadan soluğu karakolda almış ve biraz da hırpalanmış. Duruma çok içerleyen derviş karakolun dış avlusunda ellerini havaya açarak ‘Ey rabbim bu nasıl iş? Ben bir kulunu uyardım sadece, bu nasıl iş’ diye söylenmiş. Oradan geçen bir birisi ‘Zaptiyeeee, zaptiye Allah’ın işine karışıyor’ diye bağırmaya başlamış. Ve yine karakol, yine dayak..Bizim derviş yorgun argın evine gelip ve kendini yatağa atmış. Olayı duyan av arkadaşları kendisine ziyarete gelmişler ancak o kadar halsizdir ki karısına ‘evde yok de evde yok de' der. Bu sefer eşi bağırmaya başlar ‘Zaptiyeee, zaptiye , eşim yalan konuşmamı istiyoooor’.
Ve tabi derviş zaptiyelerce şehirden kovulur.
Kitapta bu hikayeye bayıldım. Ben çocukluğumdan beri  kendimi başkalarının yaptıkları ile fazla ilgilenmez bilirim.( "fazla" ilgilenmez J ) Bu hikayeden sonra dikkat etmeye karar verdim ve bir sürprizle karşılaştım. Başkaları beni ne kadar gereksiz ilgilendiriyormuş.  Başkasının şu anda ne yaptığı ve nerede olduğu, ben yaya yürümeme rağmen başkasının neden yolun ortasında trafiği tıkadığı, olmuş bitmiş konularda ah keşke şöyle olsaydılar  vs. vs. Gün içinde her birini not alsam, vay vay vayy..

Bir oyun oynayın ve siz de dikkat edin.

Bakın bakalım aslında sizi hiç ilgilendirmeyen kaç kişi ya da kaç olayla ilgili aklınızı, zihninizi meşgul ediyorsunuz? Durum böyle ise ne kadar çok vakit kaybediyoruz, geri getiremeyeceğimiz o çok değerli hazinemizi boşa harcıyoruz.
Bu düşüncelerden kurtulmak, odak noktasını kendimiz yapmak bize yol aldırır. Kendimizi odağa aldığımızda içimizdeki sesi duyma olasılığımız o kadar fazla. Bu noktada bir dikkat daha sarf etmeli ki o da bu sesin dost mu düşman mı olduğunun ayırımı. Dost ses bizi destekler, ona güvenmek bizi harekete geçirir ama düşman ses de yaş tahtalar konusunda uyarabilir. Takılmadan onu da kullanalım o zaman.
Peki yakın çevremizle ilgilenmemek mümkün mü? Çocuğumuz, eşimiz, dostlarımız elbette bizi ilgilendiriyor. Ucu rahatımıza dokunan o kadar çok  konu var ki... Bağlılık değil bağımlılıklar çok. Oysa bağlılık yaratıp bağımlılıkları azaltınca ilgi gerçek ilgi oluyor ve sevgi de gerçek sevgi.
Başlangıç olarak dış halkaları almak ve birer birer onları küçültmek sonunda kendimize varma yolunda kolaylık sağlar.
İyi yolculuklarJ

3 Ocak 2011 Pazartesi

Her sabah o gün için hedef belirlemek

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 15:33 | 1 Yorum
Her yılbaşı geçen yılın ardından bakarım. Zaman ne çabuk geçmiş şaşar kalırım.

Bu sene de şaşırdım mı? Evet şaşırdım ama geçen seneler gibi panik halim yok. Her yıl olduğu gibi bu sene de benim ve sevdiklerim için dileklerim var ancak dilekler yanında sadece kendim için hedeflerim de var. Her an gözümün önünde tutacağım, sabahları hatırlayıp akşamları unutup unutmadığımı kontrol edeceğim hedeflerim var. Hedefler göz önünde tutulduğunda sanırım zaman kaybı da olmuyor. Zaman kaybı olmayınca stres olmuyor.Stres olmayınca güzel enerji yayılıyor, güzel enerji yayınca aynı düzeyde olaylarla karşılaşılıyor, akşam günü düşünürken ohhh çekiyorsun..Günüm güzel geçti..Belki de nasıl gördüğümüz önemli. Bugün Depack Chopra'nın dediği gibi engelleri sadece nefes alıp dinleneceğin anlar olarak görmeli.

Bu sabah hedefim insanlara daha fazla gülümsemek, daha fazla anlayış göstermek ve bunu zorunluluk değil içimden gelerek yapmak..Sevgili Neşe Akar dan esinlenerek..Sagol Neşe..

Sayfa Görüntüleme