30 Aralık 2015 Çarşamba

Değer Bilmek

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 13:03 | Yorum Yap
Zeynep'in Siklamenleri

Yeni yıl a bu kadar az kala kimileri hayata yeni şeyler katmak için içinde heyecan, kimileri ise bir yılın daha gitmesi ile hüzün hissediyor. Şu bir gerçek ki insanoğlu hep yeniliğe aç, yeni keşifler yapmaya, yeni öğrenimlere aç. Çemberdeki hamster olmayı kim ister ki? Peki “yeni” sizin için ne demek? Bu soruyu kendime sorduğumda “yeni” bende “umut”  la birleşiyor.



Yılın en güzel, en tazeleyici zamanı, yani yenilenme zamanı, değişimin tetiklendiği, eskisiyi geride bırakarak yeniye odaklanma zamanı. Hayatımıza neyi katmak istediğimize dair çoğumuz tarama modundayız. Ancak bu taramayı yapabilmek için sanırım biraz zaman ayırmak gerekiyor. Neyi tazeleyeceğimize dair, neyi yaşama katacağımıza dair zaman ayırmak. Hayat koşturması içinde aldıklarımızı, öğrendiklerimizi, ilişkilerimizi, hayatla alışverişimizi durup bir sindirmek için “zaman”, o değerli zaman. Yeniyi inşa etmekte faydalanmak üzere eskiyi gözden geçirdiğimiz, temeli yokladığımız, kaynakları gözden geçirdiğimiz zaman.

Penceremin önündeki siklamenler gözüme çarpıyor şimdi yazarken bu yazıyı. Kuru yapraklarını almadığımda, sularını kontrol etmeyip, onlara ilgi göstermediğimde nasıl boyunlarını büktüklerini biliyorum. Aslında aynı ben gibiler ve tazelendikleri sürece hep çiçekli ve umut dolu.

Tazelenmek, tazeliği hissetmek, belki yaşamın kaosu içinde gözden kaçırdığınız aslında hayatta bizim için önemli olan şeyleri keşfetmek ve yaşamı ona göre düzenlemek iyi olur der ve karar verseniz, tatlı ama sözsüz bir müzik (ki dikkatiniz dağılmasın) ayarlayarak, yanınıza kağıdınızı kaleminizi alıp sessiz bir köşeye çekilmeye, ne dersiniz? (Kendi başıma kalabildiğim mi var! diyenler olabilir tabi ki, belki onlar da 20 dakika önce  daha evde kimsecikler kalkmadan uykusundan ufak bir fedakarlık yaparak zaman yaratabilirler kendilerine). Bu zamanı yaratabileceğinizi düşünüyorsanız ve sizin için neyin önemli olduğunu, neyi tutup neyi bırakmak istediğinizi, yaşamda sizin için değer olan ve içine almak istediklerinizi keşif için aşağıda yazılan meditasyonu okumaya devam edinJ Buradaki amaç kendinizi yargılamak değil gerçekte kim olduğunuzu keşfetmekle ilgili, dolayısıyla aşağıdaki meditasyon yönlendirmesini okurken buna dikkat etmenizi öneriyorum. Okuduktan sonra yapmak isterseniz gözlerinizi kapatarak odaklanmanızı arttırabilirsiniz, ya da gerekli gördüğünüz anlarda gözlerinizi kapatarak derin düşünebilirsiniz.

Yeni yıla yeni katmak istediklerim - Bir meditasyon


Fiziksel olarak rahat edeceğiniz ve başkaları tarafından bölünmeyeceğiniz bir yer bulun kendinize. Omuzlarınızı kulaklarınıza kadar çekin ve geriye doğru bırakın. Sırtınızı, desteklendiğinizi hissederek oturduğunuz yere yerleştirin...
Dikkatinizi bedeninize getirin. Ayaklarınızın yerle ve bedeninizin sandalye ile olan temasını inceleyin ve burada oluşan duyulara bir bakın… Ağırlığınızı hissedin. Şimdi dikkatinizi sizi saran giysilere yönlendirin. Giysilerinizin derinize temas eden noktalarını ve aradaki boşlukları fark edin… Bedeninizin duruşun bir bakın ve sorun bedeninize daha rahat edeceği bir oturma şekli var mı?

İhtiyacınız olan rahatlığı sağladıktan sonra şimdi dikkatinizi nefesinize yönlendirin. Nefesinizin bedeninize girişine ve bedeninizdeki yolculuğuna bir bakın. Yargılamadan, nazikçe nefesinizi izleyin. Sadece izleyin… İçinize aldığınız havanın ısısını farkına varın. Siz nefes alıp verirken ısısındaki değişimi izleyin. Alırken ve verirken burnunuzun ucundaki sıcaklık değişimini izleyin. Siz önünüzdeki birkaç dakikayı kendinize ayırdınız. Derin düşünmeye, hissetmeye, fark etmeye…
Şimdi tüm dikkatiniz nefesinizde… nefes alıp verirken bedeninizde neler oluyor? Nefesle birlikte genişleme ve sonrasında nefesi verirken göğüs kafesinde, bedende meydana gelen daralma… nefesin yavaş yavaş bedende akmasına izin verin. Önce karnınızın alt kısmına, alın ve verin… Bu sefer nefes bacaklarınıza doğru aksın, alın ve verin. Siz nefes alıp verirken aradaki es’lere dikkat edin. Durakladığınız o ana dikkat edin ama hiçbir değişiklik yapmadan sadece izleyin. Bu sefer bedenin en uç noktasına, ayak parmaklarınıza kadar gitmesine izin vererek alın nefesinizi ve geri verin. Nefesinizin sizi yıkadığını hayal ederek birkaç defa böyle nefes alın ve bedeninizi, tüm kaslarınızı rahatlatın, bırakın kaslar yerçekimine karşı koymadan öylece dinlensinler.

Şimdi sizi dün yaptıklarınızı düşünmeye davet ediyorum, dün neler yaptınız? geçtiğimiz hafta?, geçtiğimiz ay neler vardı yaşamınızda? ve son altı ayınız ve tüm sene… Sanki bir slayt gösterisi gibi gözünüzün önünden geçsin. Dilerseniz bir süre gözlerinizi kapatın ve Hayat deneyimleriniz, öğrendikleriniz, fiziksel yada zihinsel biriktirdikleriniz neler? Bu slayt gösterisinde eğer kendinizi yargıladığınızı hissederseniz, yargılamayı orada bırakıp sadece o kareden öğrendiklerinizle ilerlemeye devam edin. Bir yılı gözünüzün önünden akıp gittiğinde şimdi gelecekteki zaman tüneline dönün. Kendinizi o yaşlı halinizle düşünün, önünüzde daha gelecek zamanlar var, onları yaşıyor ve artık sona yaklaşıyorsunuz.
Ve şimdi yaşam denen bu zamanı tamamladığınızda geri dönüp biriktirmiş olduğunuz şeylere bir bakın. Üzerinde yoğun olarak düşüneceğiniz soru şu olsun. Gerçekten benim için değer olan ne var hayatımda. Yaşadığım ve bundan sonra yaşamak istediğim hayatta? Sana gerçekten sen olduğunu hissettiren o anların içinde senin için değer olan ne vardı? Tüm düşüncelerin içinde kendini yargılarken bulursan, oluşan duygulara direnç göstermeden teşekkür et ve dikkatini senin için değer olanı bulmaya yönelt. Yaşamının sonuna seni ayakta tutan, yaşama sevinci katan, heyecanını destekleyen, öz değer ve özsaygını yükselten, sevgi ve huzuru yaşamana sebep olan birikimlerin neler? Senin için gerçekten değer olan nedir?

Bunları bir kağıda döküp ve daha sonra kağıda döktüklerinizi yaşamak için hayatına ne yenilikler katabileceğinizi umutla planlamaya hazır mısınız?

Tabi ki değiştiremeyeceğimiz şeyler var hayatta, Ancak bilgenin dediği gibi ya kabul ya şartlarda değişiklik, ve ikisinin ayırdına varmak için akılJ


Umut dolu bir yıl diliyorum hepimizeJ

26 Ekim 2015 Pazartesi

O zaman acısızından olsun.

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 21:19 | Yorum Yap
Her düşündüğümüzde, hareket ettiğimizde, belli bir etkiye karşı belli bir tepki gösterdiğimizde beynimizin aynı bölgesinde hareketler oluyor. Örneğin çok sevdiğim dondurmayı yerken, duymak istemediğim sesi telefonda her duyduğumda,  eve girdiğimde evimin kendine has kokusu burnuma geldiğinde, bu beynimin belli bölgelerinde belli nöronların ateşlenmesine sebep oluyor. Ben ne kadar çok bir düşünceyi ya da hareketi, duyduğum kokuyu tekrarlarsam beynimde o denli derin izler oluşturuyor. Tekrar eden alışkanlıklarımız acısından baktığımızda sabah kalkmak dişlerimizi fırçalamak, eve gelip ayakkabıları çıkarıp ayağımıza terliklerimizi geçirmek, ya da işte şu zamana kadar kullandığımız yöneticilik tarzımız, olaylar karşısında sürekli verdiğimiz aynı tepkileri görüyoruz. Sağladığı kolaylık açısından bakarsak bu iyi bir şey olabilir, çünkü aslında otomatik pilota geçiyoruz, bu da bize oldukça zaman kazandırıyor. Kimse sabah kalkınca banyoya gitmeliyim dişlerimi fırçalamalıyım, işe giderken kendime çeki düzen vereyim diye düşünmüyor bunu gayri ihtiyari yapıyor.

Peki ya değişim zamanları? Eski alışkanlıklarımı kenara koymam gerektiğinde?

İşte o zaman, otomatik pilotu devreden çıkarmak oldukça zorluyor bizi. Çünkü otomatik pilot devre dışı olunca özyönetim devrede ve sürekli bir dikkat sarf etmek gerekli.  Yeni bir şey öğrenmek, yeni bir şeye odaklanmak demek yeni nöronları ateşlemek ve yeni bağlantılar yaratmak demek.  Chip ve Dan Healt Switch adlı eserlerinde öz yönetimin yanında motivasyon devreye girmediğinde tükenmişliğin başladığını dile getiriyor. Yani sürekli olarak akıl kullanarak bir şeyleri değiştirmek imkansız ya da çok yorucu, aklın yanında duygunun da devreye girmesi,  aslında “her ikisinin işbirliği” zorlukların üstesinden gelmek için çözüm.

Durumlar hep değişiyor istesem de istemesem de… Ben de değişeceğim istesem de istemesem de.  O zaman acısızından olsun.

8 Ekim 2015 Perşembe

Sabır Üzerine

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 10:49 | Yorum Yap

"Hayat yumuşak çimler ve sert dikenlerle dolu bir manzara, sabırsızlık dikenlere sövüp saymak iken, sabır bir çift ayakkabı giymek gibidir" 

diyor bu sabah okuduğum yazıda (Just One Thing- Rick Hanson) ve sabrı, istediğimiz gibi ilerlemeyen olaylarda, zorluk ve rahatsızlık durumları karşısında  fenalaşmadan başa çıkabilme olarak tarif ediyor. Koşullar her neyse odur,ama sabır sizi bir amortisör gibi durumun etkilerinden koruyacaktır diyor...

Konu ile ilgili kendimizi gözleyecek olursak, yardımcı gözlem soruları şöyle:

  • Sabır hissi nasıl bir şey?Sabırsızlık?
  • Gerçekten sabırlı olan bir kişi ile ilgili ne hissedersiniz? ve gerçekten sabırsız olan bir kişi ile ilgili?
  • Sızı sabırsız kılan nedir?
  • Sabırlı olmanızı ne sağlar?
  • Ve size hangi soru yardımcı olacaksa...


Bu soruları bugün biraz sessiz kalıp düşünmek nasıl olur du? Sessiz kalıp düşünmek dendiğinde bir çok kişi "şimdi vaktim yok" diyebilir. Bu doğal, zira bir koşturmaca geçip gidiyor hayat? Duraksamalar sanki bizi bir şeylerden alıkoyacak gibi geliyor. Ben duraksamaları koruma faktörlü güneş yağına benzetiyorum. Terledim bunaldım bir an önce serin sulara kendimi atmak istiyorum ve iki dakikalık güneş kremi ritüeli ile uğraşamayacağım, korunmuyorum, günümü neşe içinde geçiriyorum ama akşam sızıdan duramıyorum. Üstelik bütün gün fark etmedim bile, akşama çıkıyor acısı. Farkındalık, mindfulness ya da anda zihinde olmak...

Deneyimlerimden yola çıkarak diyebilirim ki minik molalarla oluşan alışkanlıklar giderek hayatın bir parçası oluyor, giderek daha güçlü ve mutlu yaşıyoruz.

Hepimize anda olduğumuz, sabrın kazanımlarına odaklandığımız, sabırsızlığın bizde yarattığı hüsran duygularını fark ederek, dikkatimizi o anda gerçekten işimize yarayacak ne varsa ona çevirdiğimiz, kendimize ne iyi gelecek ise onu yarattığımız zamanlar diliyorum...-)

10 Mayıs 2015 Pazar

Sliding Doors

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 15:35 | Yorum Yap

Sliding Doors filmini düşünüyorum bu sıralar, hayatımda peş peşe yaşadığım değişiklikleri seyrederken ve bir de değiştiremediğim, sıkı sıkıya bağlı olduklarımla yarattığım gelip giden duygulara  çözüm ararken. 

Her karar bir kapı, bir dünyadan başka bir dünyaya açılan ya da bir yaşamdan başka bir yaşama bizi geçiren. Hayat çizgisini trenin raylarını değiştirdiği gibi değiştiren kararlar… 

Bir telefon AHA’nın en sevdiğim şarkılarından birine aldı götürdü beni bugün. Aynı şarkı, aynı melodi, aynı sözler ama "şimdi" farklı duygular:-) 

Zaman değişiyor, insan değişiyor, öncelikler yer değiştiriyor, seçimler farklılaşıyor ve yaşamın kareleri akıp gidiyor. 

O karede sabit kişi yalnızca ben:-)


https://www.youtube.com/watch?v=DCkbfyk6XGc


Lifelines AHA



One time to know that it's real
One time to know how it feels, that's all
One call, your voice on the phone
One place, a moment alone, that's all
What do you see? What do you know?
What are the signs? What do I do?
Just follow your lifelines through
What do you hate? What [Incomprehensible]?
What do we do? What do you say?
Don't throw your lifeline away
Don't throw your lifeline away
One time, just once in my life
One time to know it can happen twice
One shot of a clear blue sky
One look, I see no reasons why you can't
One chance to be back
To the point where everything starts
Once chance to keep it together
Things fall apart
One sign to make us believe it's true
What do we see? Where do we go?
What are the signs? How do we grow?
By letting your lifelines show
What if we do? What up to now?
What do you say? How do I know?
Don't let your lifeline go
Don't let your lifeline go
Don't let your lifeline go

15 Nisan 2015 Çarşamba

Özden gelen hiç bir şey sahte olmaz

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 00:16 | Yorum Yap
Bütün gün harika beslendim. Sabah kahvaltıda yediğim bir dilim ekmeğin haricinde hiç ekmek yemedim. Meyvem, sebzem, yoğurdum, 2 litreye yakın suyum, akşam salata veeee şimdi kahve-çikolata ikilisi. Oldu mu ya? Neyse üzerinde durmadan geçeyimJ
Bütün gün sadece iyi beslenmekle geçmedi tabi bugün harika bir çalışma günü de oldu aynı zamanda. Akşam saatlerinde günümü meditasyonla taçlandırdım. Bir arkadaşımla birlikte yapacaktık gelemedi ama kararlı ben kendimi ödüllendirdim.

Günün kısa bilgisini geçtikten sonra benim bugün bahsetmek istediğim ilişkiler aslında. Üst üste kaç seferdir yakın arkadaşlarım ilişkilerin yozlaştığı, sahteleştiği konusunu açtı.  Üzerinde düşünüyorum her seferinde. İnsanın birbirine net olması, kendini olduğu gibi ifade edebilmesi, karşısındakine kalbinden, özünden o merhametli şefkatli yerden konuşması günümüzde ne kadar da zorlaştı. Hep diğerine göre gardını alıyor insan. Niye alttan ben alıyorum? Ona niye paye veriyorum? Kendini bir şey mi zannetsin? Didişmeye öyle alışıyor ki insan, karşısında o kişi olmasa bile varmış gibi devam ediyor kendini mutsuz etmeye. Düğmelerimiz atmaya hep hazır.

Etrafımız sadece kendi için yaşayan insanlar dolu, sistem onun için çalışıyorJ Evet çok var böyle kişiler. Ancak şartlar, durumlar her ne olursa olsun, ne kadar zorlayıcı olursa olsun bizler dil ve iletişim becerileri ile donanmışız. İş bunları kullanabilmekte. Sadece zor zamanlarda da değil, John Gottman’ın dediği gibi zor zamanlara yatırım yapmak için iyi zamanlarda bol bol kullanmak gerekli. Birbirine nezaket, şefkat gösteren çiftlerin çatışmaya girdiklerinde diğer tarz çiftlerden çok daha kolay çözüm bulabildikleri yapılan araştırmalarla sabit. Bu sahtecilik gibi algılanıyor çoğu zaman. Ben katılmıyorum. 

Özden gelen hiç bir şey sahte olmaz. İçten dışa hiç bir şey sahte olmaz. İş ki inanmak gerek öze, kendine.


Ruth Bebermayer imzalı bir şiiri paylaşmak istiyorum, bayıldım…Dile gelmiş ve herkesin olmuş bir şiirJ

Bir Söz Bir Penceredir ( ya da Bir Duvar)


Öylesine tutsak hissettiriyor ki sözlerin
Öylesine yargılanmış ve kucağında ki itilmişliğin
Çekip gitmeden önce mutlaka bilmeliyim,
Gerçekten bu muydu söylemek istediğin

Savunmaya başlamadan sana kendimi
Dile gelmeden, acıyla ürküntüyle
Sözcüklerle bir duvar örmeden aramıza
Doğru mu duyduğum, bir daha söyle

Bir söz bazen bir penceredir bazen bir duvar
Tutsak da eder kişiyi özgür de…
Konuşur ve dinlerken ben, aydınlatsın sözcükler
Bırak aksın sevgi ışığım içinde

Pek çok şey var söylemem gereken
Ve onlar öyle önemli ki benim için
Anlatamazsam sözcüklerle derdimi eğer
Özgürleşmeme yardım edebilir misin?

Seni kırdığımı hissediyorsan eğer
Umursamadığımı düşünüyorsan
Sözlerimin arasında duymaya çalış
Paylaştığımız o duyguları ikimizin

9 Nisan 2015 Perşembe

Biz internete girdiğimizde alışveriş edip, çeşitli sitelerde dolaştıkça işte bu siteler bizden öğreniyorlar. Hangi konulara ilgi duyuyoruz, kim ile, ne ile hem fikiriz... 


Filtre Balonu
Genellikle kitap sitelerine girdiğimizde “bu ürünü alanlar şunlara da ilgi duydular” diye aşağıda kitapların görselleri çıkar. Bunun işime yaramadığını söyleyemeyeceğim aslında. Çalıştığım konu ile ilgili olarak birçok şey yakaladım. Ancak sadece ilgili olduğumuz konularda bilgi akışı olduğunu düşündüğümüzde, kendi alanımız içinde sıkışıp kalmış olduğumuz yadsınamaz. Benzerlerimizle aynı alan içinde kalmak. Aklıma Gezi geliyor, sadece kendi arkadaş gruplarımız içinde alevli tartışmalar yaptık, ateşlendik, ateşledik. Bazılarımıza kısır döngünün içinde kaldığımız, körler sagırlar birbiriniz ağırlar durumunu aşıp aşamadığımız hissi hakim oldu. Yazıları hatırlıyorum taksi şoförleri ile konuşun, kendinize benzemeyen insanlara gerçekleri anlatın diye. 

Kendi çemberimizin dışında öğrenecek, ilham alacak, önlem alacak o kadar çok konu, mekan, kişi var ki. 

İnternetin bu filtreleme davranışı ile aslında kendimize bir “sanal dünya rahatlık alanı” yaratıyoruz. Nasıl ki fiziksel ya da duygusal rahatlık alanı, yani alışkanlıklar, yani kendimize bilindik alan yaratıyorsak, sanal rahatlık alanları da yaratıp yarının kısır döngülerine mahkum oluyoruz. Farklılıklar dünyasının kapıları kapatılıyor, renklilikten, başka bakış açılarından, belki de yeni fırsatlardan mahrum oluyoruz. Neyi görüp neyi görmeyeceğimize karar veren o kocaman sistemin kollarındayız. Facebook bile kiminle daha interaktifsek onun paylaşımlarını karşımıza getirmiyor mu? Okuduğuma göre sadece arkadaşlarımızın yüzde yirmisinin paylaşımları karşınıza gelebiliyor. Kim aktif ise onun paylaşımlarını daha fazla insanın görmesini sağlıyor. 

Bu bir yanda iyi, bir yanda da kötü. İçinde bulunduğun halkanın dışına çıktığında ise başka bir dünya ile karşılaşıyor, o dünyanın dinamiklerinden etkileniyor ve ders çıkarıyorsun. Neyi yanlış yaptığını ve neyi daha iyi yapabileceğini anlıyorsun. 

Çoğu zaman gözümüzün gördüğünün ötesi var. Bunun için denemek, şans vermek iyi olmaz mı?

Bugün düşünmeli hayatta şans vermediğim ne var? Sanal rahatlık alanımın dışında, yani filtre balonunun dışında ne var? Bu balonun varlığı ile etkilenen düşüncelerim inançlarım var mı? Var ise yaşantımı nasıl etkiliyor?


Haydi bakalım... 

18 Mart 2015 Çarşamba

İlla o balyoz kafaya inecek

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 19:59 | Yorum Yap

İster kurumsal ister kişisel olsun, ister okullarda olsun aslında tüm eğitimlerin amacı kişilerde davranış değişikliği yaratmak. Ancak "bir kişide davranış değişikliği yaratmak mümkün değildir" zira bunu siz değil ancak kişinin kendisi yaratabilir. 

Biz eğitim verenlerin yaptığı sadece bu değişikliği yaratırken uygun araçların neler olduğunu iletmek ve değişim sürecinde kişiye destek vermek. Çok arzu ediyorum her eğitimden çıkan kişinin kendisine sunulan metotlardan uygun gördüğünü alıp kullanması konusunda hevesli olmasını. Heyecanlanan ve uygulama konusunda hevesli olan kişiler bunu benimle paylaştıklarında, gözlerine yansıdığında biten gün, hafifliğimi anlatamam. O ağır sırt çantama bile yer çekimi vız gelip tırıs gidiyor. Bunun her katılımcı için geçerli olmadığını öğrendim. Çünkü herkes doğal olarak aynı oranda değişime hevesli değil. Değişim için ya da değişmek üzere harekete geçmek için çoğumuz bir balyozun kafamıza inmesini bekleriz maalesef.


Landmark’ın tanıtım toplantısına katılmıştım bir arkadaşımın daveti ile, sunum yapan kişi bir sandalye aldı, salonun ortasına koydu ve bu “ben” dedi. Bir sandalyeyi onun arkasına bu “geçmiş” diye, bir diğerini de onun önüne bu “gelecek” diye koydu. Sordu bize, “ben neredeyim?” Bu sahne gözümün önünde hala ve o günden sonra “Geçmişin üzüntüsü ve geleceğin endişesi” lafı bu sandalyelerle canlanıyor gözümde. İçimde bir üzüntü ya da endişe duyduğumda, ben neredeyim? diye soruyorum kendime. Çünkü biz genelde geçmişin üzüntüsü ve geleceğin endişesinde oluyoruz. Burada “an’da olmak” çözüm olarak gösterilir. Gün içi bir dakikalık nefes alıp vermek bile bazen an’a gelmek için yeterlidir aslında. An’a gelmeyi başardığımızda daha kolay odaklanıp, daha huzurlu çalışmanın mümkün olduğunu kendi deneyimlerimden söyleyebilirim. Bunu bilinçli olarak yapabilmek de pratikle kolaylaşıyor. Bana bu konuda katılacak birçok kişi vardır eminim.

İnsanın gerçek doğasının an’da olmak üzere kurulduğunu okumuştum. Üzüntü ve endişe an'da olunmadığı yani insan doğasının dışına çıkıldığında hissediliyor. İşte “an” o kadar güçlü ki, gelecekte bize faydalı olan değişimi sağlayacak davranış değişikliği için şimdiden zahmete girmek zor geliyor bize. :-) Onun için herkesin listesinde  Covey’in zaman matrisinde bahsettiği “Önemli - Acil Değil” kutusunda bekleyen konular birikmiş durumda ve kafaya inecek olan balyozu bekliyor. 

Hafif sıyrıklarla atlatmamız dileği ile…

3 Ocak 2015 Cumartesi

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 12:31 | 1 Yorum

Geçtiğimiz son birkaç yıldır her sene başı kendimi, yılımı sorgularım, yeni hedefler koyarım. Neleri başardım neleri başaramadım, neyi daha iyi yapabilirdim bakarım… Koçluk yapmaya başlamadan önce geliştirdiğim bir gelenektir bu. Elim gitmedi bu sene bir türlü, göreceklerimden korktum sanki.



Duraklama yılımdı 2014 benim için, geriye gittiğim, istediklerimi yapamadığım, üretemediğim, senenin ikinci yarısından sonra yazı yazamadığım, içime attığım, kendimi iyi hissetmediğim bir yıl. Yazınca ben, içimden iyilerde çıkıyor kötülerde. İyilerin çıkması iyi, kötülerin çıkması kötüymüş gibi yazamadım. Kulağımda “ne o öyle, sevgiye hasret kadın yazılarını hiç sevmem” cümlesiyle dolandım durdum. Aynı “o” nun tonlamasıyla kaldı kulağımda bu ses. Sadece kendim için yazdım, sıkı sıkı sakladığım defterlerime, sevgiye hasret kadın olmayayım diye. Oysa ki kadın erkek kim her zaman sevgiyi istemez ki:-) 
2014 muhasebesinin baskısı üzerimdeyken sevgili Zeynep’in "Başlangıçlar&Bitişler” etkinliğinin davetini aldım. Kendime dedim ki “Zeyno bu sene kolaya kaç, kendin yapma muhasebeyi, git teslim ol orada bak bakalım neler olacak.” Gittim.Dört bir taraftan baktım 2014 yılına. Altını üstüne getirdim sıra dışı soruları cevaplarken. Ve bir sürprizle karşılaştım. Ne çok şey yapmışım, ne cesur kararlar almışım, ne kadar çok şeyi başarmışım, ne büyük destekler görmüşüm. Geçen sene yaptığım planların çoğunu gerçekleştirememişim ama iyi kötü hallerin arasında gidip gelirken görememişim, 2014 ün sert rüzgarlarında aslında ayaklarımı sıkı sıkı yere bastığımı, yeni planlar yapıp, stratejiler geliştirip onları kararlılıkla uyguladığımı. Öyle büyük bir ağırlık taşımışım ki 2014 de, içimdeki sabotöre yenilmişim evet onu taşımışım içimde. Sanki ben her zaman iyi olmak, her ilişkiyi kusursuz yaşamak, iyi hissetmek zorundaymışım gibi, içimde büyüyen yetersizlik hissine teslim olmuşum. Esnekliği yaşamaya izin vermemişim. Ben Zeynep, güler yüzlü Zeynep, içindeki iyiyi ortaya çıkarma yolculuğunda, ilham almayı ve ilham vermeyi amaç edinmiş Zeynep, nasıl kendini kötü hissedebilir ki, içinde kötüyü nasıl barındırabilir ki? Bu düşüncelerle ben kendimi sevmeyi, merhamet etmeyi ve iyisiyle kötüsüyle hayatın tadına varmayı, optimist tarafımla dostluğu, iletişimi zaman zaman kaybetmişim. Bir yukarı bir aşağı çıkıp inmek yormuş beni…
İyi benim doğamda var oysaki, neşe, huzur ve sevgi… Herkesin doğasında olduğu gibi. Şimdi baktığımda bu dalgalanmalara, gelgitlerde içimdeki acımasız eleştirmene rağmen beni ne güçlü, kararlı kıldı diye doğama olan inancım, onun orada özümde olduğunu bilmem sanırım. Yılın ikinci yarısından sonra Nar Koga’da yaptığım yönlendirmeli meditasyonlar, deneyimlerimden yola çıkarak düzenlediğim BK atölye çalışmaları bana çok büyük destek oldu, sadece başkalarına değil, bana “şifa” oldu. Bazen kimsenin gelmediği zamanlarda bile biz o çalışmaları yaptık. Ve dostlarım, hiç elimi bırakmayan dostlarım, gözümün bebeğinden beni anlayan dostlarım, kaç yaşında olursam olayım bana içimdeki küçük çocuğu yaşatan, hala ona kucak açan anam babam, evladım, bana ilham olan bir tanecik evladım. “Olanı olduğu gibi sevmemi” bana çalışma konusu yapan arkadaşım. Hepimizin kötü zamanları var. İnişleri çıkışları. Dengeyi tutabilmek en güzeli, mutluluğun sırrı. Dengenin kaçtığını fark edebilmek ise en büyük fazilet, sonrasında fırsatları görmek ve şükretmek.

Başlangıçlar&Bitişler’de duyduğum ruhumu okşayan laf, yapılan içten paylaşımlarda arkadaşlarımdan birisinin “ben bu hikayenin kahramanı olmak istedim” deyişi oldu. Bunun bir destek olduğunu biliyorum ama gözlerim daldı gitti, acaba ben kaç kere başka hikayelerin kahramanı olmak istedim. Çok kere… Şunu hiç aklımdan çıkarmamalıyım… "Herkes kendi hikayesinin kahramanı"… Yolumuz hep açık olsun. 

Sayfa Görüntüleme