Hepimizin bildiği
Pollyanna oyunu vardır, oyunu “her olayın içinde mutlaka iyi olan bir tarafını bulmak
ve ona odaklanıp sahip olduğun neşe ve hayat enerjisini kaybetmemek, üstelik
öyle ki bunu başkalarına da bulaştırmak” şeklinde tarif edebiliriz.
Geçenlerde bir sohbet esnasında arkadaşlarımdan birisi hikayenin içinde geçen Pollyanna’nın koltuk değnekleri ile yürürken bile bunun iyi bir tarafını bulup onunla mutlu olması ile alay etti. Bu arkadaşım kendisini “gerçekçi” olarak tanımlıyor. Vallahi kanıma dokundu, benden bir parçaya laf etmişler gibi geldi. Bu arada Pollyanna’nın hikâyesinin akışını anımsamaya çalıştım, bir de baktım ki aslında unutmuşum. Evet, ben çocuk kitabı Pollyanna’yı bu yaşımda yeniden okudum. Bu kafamla bile hala ben bir Pollyanna’cıyım.
Geçenlerde bir sohbet esnasında arkadaşlarımdan birisi hikayenin içinde geçen Pollyanna’nın koltuk değnekleri ile yürürken bile bunun iyi bir tarafını bulup onunla mutlu olması ile alay etti. Bu arkadaşım kendisini “gerçekçi” olarak tanımlıyor. Vallahi kanıma dokundu, benden bir parçaya laf etmişler gibi geldi. Bu arada Pollyanna’nın hikâyesinin akışını anımsamaya çalıştım, bir de baktım ki aslında unutmuşum. Evet, ben çocuk kitabı Pollyanna’yı bu yaşımda yeniden okudum. Bu kafamla bile hala ben bir Pollyanna’cıyım.
Kitap iki
bölüm aslında bir çocukluk dönemi bir de yetişkinlik dönemi var. Çocukluk
döneminde ki Pollyanna’nın eleştirilecek, yerilecek bir tarafını yine bulamadım.
Tüm başımıza gelenlerin “şer gibi görünen, hayır” olduğuna hep inandım çünkü,
bu inancım da hiç eksilmesin isterim. Küstüğüm, düştüğüm zamanlar oluyor, ama hayırlı olanı çıkarıp odaklanmak hayatın daha kolay geçmesini sağlıyor.
Engeller hep var, herkese var. Benjamin Zender, Yaşam Sanatında Ustalaşmak
kitabında aynen şöyle yazıyor;
Çoğu zaman bir grup içinde
olanakları dile getiren kişi “bardağın yarısı dolu” türünden basit bir
iyimserlikle konuşan hayalci ya da Pollyanna olarak algılanır ve dikkate
alınmaz. “Hayır” diyenler sözümona gerçekçilikten gurur duyarlar. Oysa bir
kurguya saplananlardır gerçekte bardağı yarı boş görenler, “hiçlik” ve
“yokluk” zihnin soyutlamalarıdır. Buna karşılık “yarı dolu”, tartışılmakta olan
fiziksel gerçekliğin bir ölçümüdür. O zaman sözde iyimser kişi hakikatleri
görebilen, gerçekten bardakta olan nesneyi tarif edebilen tek kişidir.
İşte budur!
Bardağın dolu tarafında yani hakikatlerin olduğu kısımda hiç mi engel yoktur,
mücadele, yorgunluk, acı..var tabi ki ama bunlardan ders almak, bunları doğruyu
bulmak için kullanmaktır dolu tarafı görenin yaptığı. Bu bağlamda Pollyanna artık
gönlüme şüphesiz kazınmış bulunmakta.
Ancak, birinci
bölümünde bardağın dolu tarafı yani hakikatler merkeze alınarak yazılmış hikayenin
ikinci bölümünde herkes sapıtıyor çünkü yetişkin dönemini anlatan bu bölümde aşk
konusu devreye giriyor. İşte olanlar oluyorJ herkes birbirini yanlış anlıyor, önyargı hat safhada,
çocukluk döneminin açık kalpliliği, doğallığı kayboluyor. Konuşmak yerine
herkes kendi kafasına göre bir hikaye yazıyor ve acı çekiyor. Neyse ki sonunda
yanlış anlaşılmalar düzeliyor, işler yoluna girip herkes sevdiğine kavuşuyor.
Sanırım bu
bölümün de öğretmek istediği, yargıları
ortadan kaldırıp içinde bulunduğumuz durumda var olmak. Yetişkinlerin yapmakta
zorlandıkları en belirgin konu. Geçmişin çer çöpü, geleceğin endişesiyle hep
yargılardayızJ
Hepimizin
anı aydınlık olsunJ
Ben de geçenlerde yarısından izledim filmini Polyanna'nın. Bir yeri hoşuma gitti. Birisi en sevmediği günün Pazartesi olduğunu söylüyor. Polyanna da "iyi ya, o zaman en mutlu olduğun günün Pazartesi olması gerek" diyor, "çünkü bir sonraki Pazartesi'ye tam 7 gün var!"
YanıtlaSilHoş... :)
Ben de Polyanna'cıyım... Yukarıdaki tanımı da çok beğendim.
Bi de Pollyanna'nın oyunu harekatı başlıyo mu?
YanıtlaSil