16 Aralık 2013 Pazartesi

Duyguları Yaşamak - Duygunun İçinde Kalmak

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 23:42 | Yorum Yap
Algıda seçicilik olsa gerek, duyguların üzerinde düşünmeye başladığımdan beri karşıma bu konuda daha da düşünmemi sağlayan öyle çok şey çıktı ki.
Koçluk eğitimlerim sırasında, bu hafta sonu gittiğim yoga retreatinde, açılan arkadaşlık sohbetlerimizde, bir çok yerde...
Bildiğiniz üzere sıkı Pollyanna savunucusu olarak çoğu zaman pozitife odaklananlardanım. Hayatı yaşarken, beni aşağı doğru sarmalın içine alacak duygular yerine daha çok güçlü tutacak duyguları seçmeye çalışırım ben. (Bu aşağı doğru sarmal lafı da Benjamin Zender’in Yaşam Sanatında Ustalaşmak kitabından, öyle çarpıcı bir tarif geldi ki bana, kullanır oldum ) Okuduğum bir makalede “Hep pozitif olmak, iyi düşünmek insan doğasına aykırı değil mi?” diye sorulmuş. Bence soru doğru sorulmamış çünkü insan doğası, aslı, özü tamamen pozitiftedir. Onu bu durumdan alıkoyan ise şartlardır. Bu soruda bebekler ve onların doğası aklıma geldi. Sonra büyürken ebeveynlerden öğrenilenler, okul çağına geldiğimizde öğretmenler, arkadaşlar ve tabi ki toplum, kültür… Bizi lahana gibi sarıp sarmalayan ve bizi aslında doğal halimizden uzaklaştıran öğrenilmişlerimiz. Kısaca kendimizi korumak için oluşturduğumuz kabuğumuz. Ha kabuklu olma durumumuz eğer konuşuluyor ise işte o zaman bu “normal” halimiz diyebiliriz ama doğal halimiz değil. Zaten tüm sorun bu normal hal ile doğal hal arasındaki gitmeler gelmelerden ortaya çıkıyor. Her ikisinin çatışmasından. Bedenimiz de doğal halimize göre yaratılmamış mı?. Neden pozitif duygular bağışıklık sistemini arttırıyor, negatif duygular sinir sistemini kaosa sürüklüyor ve beynin doğru karar alma becerisi azalıyor? Çünkü doğal halimiz bu değil ki, pozitif olan doğal halimizde olmadıkça hem ruhsal hem fiziksel isyan başlıyor.
Ancak şu denebilir, öfke, kızgınlık, kıskançlık, utanma bunlar "normal" duygular. İnsana dair duygular. Tabi ki bunu sonuna kadar kabul ediyorum. Bazen bu duyguları yaşamak da istiyor insan, bunu da kabul ediyorum, hele o haldeyken gülmen gerekmiyor mu...”Show must go on” hali. Acısı insanın iki katına çıkıyor, çünkü bir de sahtekarlık yapıyorsun. Yeni öğrendiğim bir söz, “duygunun içinde kalmak”, duyguyu yaşamaktan daha kendi halinde bir söz, daha tek başına olma halini barındırıyor içinde, daha zararsız sanki başkalarına, kendin içinse bir keşif gibi. Bu hallerin en iyi ilacı ise benim için, içe dönmek. Biraz ortalardan yok olmak. Ortalarda olmanın zorunluluk olduğu anlar da olmuyor değil, o zaman da duygularımı kontrol etmeye çalışıyorum tabi ki… Kimseyi kırmaya hakkım yok, üzmeye hakkım yok. Kontrol edeceğim, el mecbur. Eğer seni bu duygularınla yargılamayacak insanlarla birlikteysen şanslısın “koy ver gitsin”. Bu Cumartesi oldukça karmaşık negatif duygularlaydım, kalabalık bir grup içindeydim, yüzüm asıktı, kimse beni yargılamadı, kimse beni kafaya takmadı, kimse beni iyileştirmeye, güldürmeye çalışmadı, derdime çare bulmaya çalışmadı, sessiz erken ayrılışımı kimse ertesi gün sorgulamadı, tabi ki göz göze geldik ve benim aldığım sadece tatlı bir gülümseme oldu. İşte budur duyguları normal yaşama hali.
Ayrıca retreati yöneten yoga hocamız Pınar beni can evimden vuran bir laf etti. “Duygular yargılanmaz, düşünceler yargılanır”. Bu lafı duyduğumda duygular o kadar da korkunç gelmedi. “Duygunun içinde kalma, onu tanımaya çalışma” Tanışık olduğunda kaçmıyorsun o zaman. Ne doğru. Ancak duyguları oluşturan ya da var olanı tetikleyen düşünce, işte onu yargılarım. Sorarım gerek var mı, yok mu? Bana faydası var mı, yok mu? Düşünce bir enerji değil mi? Peki nereden geliyor? Aslında zihin, kontrol etmem gereken düşünceyi üreten zihin ve düşünce onun eseri. Çöp düşünce, gereksiz düşünce. Hoşuma giden bir söz daha duydum, "duygular kalpten, düşünceler beyinden". İşte çare ortada "denge":-) İkisinin iletişimi...
Duyguyu olduğu gibi kabul etmek, hem kendin için hem başkası için ve ürettiğin düşüncenin ne olduğunu fark etmek, negatif ise düşünce onu pozitife çevirmek, gerçek benliğinin özelliklerine, sevgiye, huzura ve neşeye yakın olmak ve sonuç olarak iyi hissetmek. Gerek fiziksel gerekse ruhsal olarak evrene uyumlu olmak. Bilip de yapamadığımız olur mu? Bal gibi olur, o zamanda kendine anlayışlı olmak.

5 Aralık 2013 Perşembe

“Stres” iş hayatının olmazsa olmazlarından oldu artık. İşe vardığınızda, ay sonuydu yıl sonuydu, yetişecek raporlardı yok çalışanın motivasyonuydu vs. değil sadece sorun olan, örneğin işinize gitmek üzere kapıdan çıkılınca trafik ile başlıyor stres. Büyük şehirde olanlar için bu durum çok daha acıklı. Hiçbir şey kontrolümüzde değil, kontrol edemediğimiz her şey ise çalışma hayatında stres sebebi oluyor. Koşuların zor olduğu bir gerçek ancak eğer her şeyi bırakıp da doğada kendine yeten sistemler kurarak yaşama şansımız yok ise stresimizi azaltmanın yöntemlerini bulmak konusunda ilk başta kendimize sonra da birlikte yaşadığımız insanlara karşı sorumluyuz. 

Bizler, başkaları yapıyor diye inanmadığımız uygulamaları yaptığımızda asla sonuç alamıyoruz. Çünkü inanç olmadığında aralanmış kapı da yok, kapı olmayınca geçit yok. Tosluyorsun duvara. Gerçek inanç sistemimizi sorgulamak yerine, olanı biteni suçlamak da kolay geliyor insana. Neden kapıları aralamak konusunda kendimize şans tanımıyoruz ki?

“Günde iki dakika ile stresi nasıl azaltırsınız” konulu HBR makalesini kaleme alan Greg Mckeown yıllarca birlikte çalıştığı Bill Reilly’nin deneyimini azimli ve yetenekli bireylere örnek olması amacıyla paylaşmış. Benim de çok hoşuma gitti ve sizinle paylaşmak istedim. 

Uzun bir zaman stres ve içindeki endişeleri giderme konusunda çeşitli yollar deneyen Bill’in en sonunda kendisine basit ve etkili, ayrı ayrı yapılınca da yararı olan ama birlikte olduğunda çok daha etili olan, ona Apple yöneticilik kapılarını açan beş araçtan bahsediyor bu makalede. Bunlar Bill’in el yordamı ile, kendi deneyimlerinden yola çıkarak buldukları şeyler olsa da her aracın sonuna yazar o konu ile yapılan bilimsel araştırmaları da eklemiş.

NEFES. Önce, iş yerinde her masasına oturduğunda üç derin nefes alıyor, bu uygulamayı alışkanlık haline getirdiğinde de bunu birkaç dakika daha uzatıyor Bill. Rahatlamasına yardımcı olan bu yöntemi uyguladığında çok daha sabırlı ve soğukkanlı olduğunu fark ediyor ve nefes egzersizlerini günde yarım saate çıkarıyor. Derin nefes egzersizleri binlerce yıldır yoga uygulamalarının bir parçası olarak bilinir ancak bu yenilerde Harvard’s Massachusetts General Hospital’ın bir araştırması ile nefesin stres ile başa çıkma konusunda pozitif etkisi olduğu resmen ortaya konulmuş.

MEDİTASYON. Meditasyonu ilk duyduğunda, bu Bill’e hippileri çağrıştırmış. Ancak Steve Jobs, Oprah Winfrey gibi meditasyon yapanları duyunca cesaretlenip günde bir dakika ile başlamış. Beden taramasına dayalı olan meditasyonunu, ayak parmaklarından başına kadar bedeninin her bölümündeki enerji ve zihnine odaklanarak yapmaya başlamış.  Harward ‘da yapılan son araştırmalarda 8 hafta boyunca meditasyon yapanlarda, beynin öğrenme ve duygusal ayarlamaları yapan gri hücrelerinde artış gözlemlendiği görülmüş. Diğer bir deyişle meditasyon yapanlar duygu kontrolü ve beyin gücünü arttırabiliyor. 

DİNLEME. Meditasyon yaparken konsantre olduğu gibi, başkalarını dinlerken de onlara yoğunlaşır ise  etkileşimin çok daha fazla olduğunu bulmuş Bill. Bu dinleme şekli karşısındaki kişi ile ayrı bir bağ oluşturmasına sebep olmuş ve birden hayatın daha anlamlı ve zengin geldiğini hissetmiş. Bu konuda makalede, Profesör Graham Bodie’nin deneysel notlarında dinlemenin, olumlu bireyler arası iletişim davranışı (positive interpersonal communication behavior) olduğundan bahsediliyor.

SORGULAMA. Bu başkalarını değil zihninizin yarattığı düşünceleri sorgulama. Zihninizin bir düşünce yaratması onu doğru kılmaz. Bill kendisinde “Bu düşünce doğru mu?” sorusunu sorma alışkanlığı yaratmış ve bundan emin olmadığında da bunun geçip gitmesine izin vermiş. “Zihninize bir fikir ortaya atıp yoluna devam ettiği için teşekkür edin. Bunu, daha önce ben de olmayan bir rahatlama kapağı ve negatif düşüncelere bir çıkış noktası yarattığı için özgürleştirici olarak görüyorum” diyor. Bu konuda Byron Katie ( The Work’un kurucusu) ise negatif düşünceleri bastırmak yerine, onları bilmenin gücünü kendi deneyim ve araştırmalarının gösterdiğini söylüyor. Doğru olduğuna inandığımız şeyleri göz ardı etmeye çalışmak yerine, sorgulama yapmak düşüncelerimizle yüz yüze gelmemizi sağlıyor ve doğru olmadıkları için onları önemsizleştiriyor. 

AMAÇ. Bill “amaç ile yaşam”a kendini adamış. Yaşam amacı gibi değil bu daha basit. Her ne yapıyor ise amaçlı (purposefully) yapıyor. TV seyretmek istiyor ise gerçekten TV seyrediyor ya da bir yemek yiyecek ise bundan zevk alarak yiyor. Bill’in bu deneyimini destekleyen bir de araştırma var. Bilgi işçilerinin bir saat içinde 36 kez e-maillerine baktıklarını tespit edilmiş. Sonuç tabi ki stresin artması . Yapılan her eyleme bölünmeyen dikkati vermek sizi anda kılıyor ve bu deneyimi dolu dolu yaşamanızı sağlıyor.

Hayatlarımızdaki karmaşaya basit çözümler yaratabilmek, zihinde neler olup bittiğini fark etmek, başka açılardan bakabilmek, biraz zaman ayırmak ve yeni alışkanlıklar oluşturmak…ÖZGÜRLEŞMEK:-)

2 Aralık 2013 Pazartesi

Nehir Olup Akmak

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 23:35 | 1 Yorum

Bugün bir nehir oldum ben
Sessizliğin içinde kendi sesi ile akan
Karanlığın içinde parıltılarımı saçıp
Göğsümde kabulü kucakladım ben

Ağarmasını beklerken günün
Yoluma düşen kaya ile dost oldum 
Akmaya izin aldım, gülümsedim
Ve gururu yaşadım 

Bugünlerde yaşadıklarım nedense böyle dökülüyor kelimelere..Kendimi bir nehir gibi düşünüyorum, engellerimi ise yoluma düşen bir kaya. Hayat ne kadar dinamik ve asla dur durak bilmiyor. Hep bir uğraş, yeni bir heyecan, şüpheli bulutlar, peşi sıra onları dağıtan güneş ve gök kuşağı ile mucizeye tanık olmak. Bir karnaval içinde yaşıyoruz. Ya gürültü itiş kakıştan rahatsız olacağız ya da renklerin kendisi olup kortejde eğleneceğiz. Özgürce:-) 

Sayfa Görüntüleme