30 Ekim 2014 Perşembe

Tek Kuruş Ödemek Zorunda Değiliz

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 17:24 | Yorum Yap

Önümüzdeki günlerde, "gönlüne dokunan bilgelik hikayesini al gel, anlat, paylaş" türünden bir sohbete başlayacağız. Dr. Yaşar Ateşoğlu'nun Bilgelik Öyküleri Kitabından öylesine açtığım hikaye bana neler düşündürdü neler...



Bana gelen günlük düşüncelerden arada sırada içinden seçer ve Neşe'ye gönderirim. "Ay Zeynep tam da bana göre, hissediyor musun sen?" diye sorar gülerek. Yok :-) ben hissetmiyorum aslında, gerçek şu ki her hikayede kendimizden bir parça var. Bizler bu hikayeleri parmak izimiz gibi kendimize özgü bakış açılarımızla değerlendiriyoruz. Bakalım kimlere nereden dokunacak... Ve belki de bizimle paylaşacak...


Bir zamanlar bir delikanlı bir bilgeye talebe olmak istedi. 
"Bana talebe olmak zordur" dedi bilge "korkarım sen bunu başaramazsın".
Ama genç kararlıydı. Kendisinden ne isterse yapmaya hazır olduğunu söyledi. Bilge de ona manevi yoldaki ilk vazifesini verdi.
"Bir yıl boyunca kim seni kızdırmaya çalışırsa ona bir lira vereceksin".
Genç denileni yaptı ve bir yıl boyunca kendisini öfkelendirmeye çalışan insanlara para verdi. Bir yılın sonunda genç bilgeye geldi ve bundan sonraki vazifesine hazır olduğunu bildirdi. 
"Önce şehre git ve bana yiyecek al" dedi bilge.
Genç yanından ayrılır ayrılmaz, bilge dilenci kıyafetlerine büründü ve sadece kendisinin bildiği kısa bir yoldan gençten önce şehre ulaştı. Gencin geçeceği yola oturdu ve onu bekledi. Tam genç yanından geçerken, dilenci görünümündeki bilge ona hakaret etmeye başladı. Başkalarının duyacağı kadar yüksek sesle onun ne kadar aptal göründüğünü söyledi. Ama gençte hiç bir öfke işareti yoktu. Tam aksine;
"Ne kadar harika" diye karşılık verdi genç, sakin bir şekilde." Tam bir yıl bana hakaret eden herkese para ödemek zorunda kaldım, şimdi tek kuruş ödemek zorunda değilim."
Bunun üzerine üzerindeki dilenci kıyafetini çıkaran ve yüzünün gösteren bilge gence söyle dedi;
"Başkalarının ne dediğine aldırış etmeyen bir kimse bilgelik yoluna adım atmış demektir. Eminim ki sen bundan böyle hakaretlere aldırış etmeyeceksin ve doğru bildiğin yoldan asla vazgeçmeyeceksin".

Hiçbir Şeyi Kişisel Algılamayın

Bu bilgelik hikayesi bana Don Miguel Ruez'in  Dört Anlaşma kitabından ikinci anlaşmayı anımsattı. Anlaşma "hiçbir şeyi kişisel algılamayın" çünkü kişisel algıladığınız anda her ne söylendiyse ona katılmış oluyorsunuz diyor.

Hikayede ki delikanlı eğer öfkelenmiş olsaydı "söylenen ile anlaşma" yapmış, zehri zihnine yayarak cehennem rüyasının tutsağı olmuş olacaktı. Olmamasına sebep ise başkalarının ona uygun gördüğü resme aldırış etmemesi ve bir yıl boyunca "bakış açısının" değişmesine sebep olan, onu farklılaştıran çektiği acı. Birisinin sana ettiği hakarete kayıtsız kalmak mümkün mü? Kendini kötü hissetmemek mümkün mü? "Kişisel algılamamak" mümkün mü?

Kişisel algılama tuzağına düşmenin sebebinin "bireysel önemlilik" olduğunu söylüyor yazar.  Bu tutsaklık, bataklığın içinde olmak gibi ve kötü olan şu ki siz bataklıkta oldukça, hayat geçip gidiyor ve karşımızdaki ile ilişkimizi değil hayat ile olan ilişkimizi etkiliyor. Oysa durumun gerçekten bizim algıladığımız gibi olup olmadığını bile bilmiyoruz.  Bir hiç uğruna kendimizi acı çekmeye mahkum bile etmiş olabiliriz. Doğru olan şu ki “Herkes kendi dünyasını yaşıyor“. Yani hepimizin yaptığı, söylediği, dile getirdiği fikirler kendi zihinlerimizdeki anlaşmalardan kaynaklanıyor. 

O zaman insanın kendini kötü hissettiğinde şu soruları sorması bir farkındalık yaratır mı?

Ben zihnimdeki hangi anlaşmaya uyuyorum? (altında hangi düşünce yatıyor)
Kendimi çok mu önemsiyorum?
Hangi bakış açısı bana hikayedeki delikanlının  hafifliğini yaşatır? 
Bu hafifliği nasıl alışkanlık haline getiririm?

Cümlemize "Sürdürülebilir hafiflik" diliyorum o zaman.:-)

0 yorum :

Yorum Gönder

Sayfa Görüntüleme