15 Ocak 2014 Çarşamba

Koca Surların Sardığı Şehirde Diyarbakır'dayım

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 21:58 | 1 Yorum

Geçen akşam geldim Diyarbakır’a. Gece gece meraklı gözlerle bakındım daha önce hiç gelmediğim bu şehre. Ne kadar çok bitmiş inşaat, site var. Kurtköy gibi burası, her yer de koca koca apartmanlar. Yeni yerleşim yeriymiş, yarısı dolu yarısı boş, kim oturacak buralarda. Var mı o kadar nüfus? 1 milyon nüfuslu kentte bu sayıdan daha fazla apartman dairesi var sanki.

Sabah otelden alındığımda gördüm kenti saran surları, zamanında akşam saatlerinde kapatılan ve kimsenin gün batımından sonra girmesine izin verilmeyen bu eski şehrin surlarının kapılarını.. Anadolu’yu çok seviyorum, doğanın dokusunu, tarihin gizemini, en çokta saygısını, utangaçlığını, çakır gözlerini, sahiplenmesini seviyorum insanının.
Bütün günüm eğitimde geçiyor ama akşamları benim.
İlk gün meraklı sorularıma sıkılmadan cevap veren, beni otele bırakan arkadaşım “işte Dağkapı Meydanı dedi, insanlar burada kendilerini ifade ediyorlar”. “Edebiliyorlar” mı diye iki kaşım havada sordum. “evet” dedi “beş dakika kadar olabiliyor”. Gülüştük, beş dakika sonra neler olduğunu konuşmadık.


Bu gün akan bir gün oldu, doğal olarak gün akınca kendimi daha enerjik ve hafif hissediyorum, kim hissetmez ki. Akşam dışarı çıkacak zindeliği hissettim. Çıktım, o meydana gittim.. Yeni yılın süslemeleri hala var, ışıl ışıl her yer, tam telaş saati ya da etrafta yanıp sönen sarı kırmızı yeşilin bol olduğu tabelalardan ben öyle zannediyorum. Paça-Ciğer-Lahmacun aynı tabelada fıldır fıldır dans ediyor. Meydandaki fırında, camekanın ardında yığılmış simitlere kayıyor gözüm, iyice bakıyorum etrafa, geldiğim yolu sıkı sıkı tutuyorum aklımda. Gece bile olsa duruşundan renklerinden mimarisinden Nebi Caminin eski dokusunu fark ediyorum. Sağımda surların ihtişamı heyecanlandırıyor beni. Şehri dinlemek istiyorum ve gözlerimi kapatıyorum. Trafik sesi yoğun, bolca korna var ama duymak istediğim bu değil, farklı sesleri duymak istiyorum ben. Sağımdan solumdan geçenlerin çoğu bildiğim dili konuşmuyor, ayaklarımın dibinde bir dilencinin ve avucuna atılan bozuk paraların şıkır sesi, ardından gelen dualar var. Meydanda ciğercinin avaz avaz davetini duyarken, ayağıma çarpan şeyden ödüm kopuyor, gözlerimi açtığımda benden daha korkmuş olan küçük bir çocuğun özür dileyen yüzüyle karşılaşıyorum. Diyarbakır’ın simidinin tadına bakıyorum tabi ki, pastane simidi ve İstanbul'un sokak simidinin karışımı ağzımdaki tat. Otele dönerken köşeden mandalina alıyorum. Tadına bakmadım ama büyük ihtimal ile don yemiş, susuz çıkacak. Tablada en güzel mandalinalar en üstte, parlak parlak, torbayı kapıyorum gencin elinden “seçebilir miyim?” diye soruyorum, doğal olarak “tabi abla” diyor ama üst taraftan almama izin yok, dizilmemiş az gösterişlilerden alabileceğimi söylüyor. Normalde “tamam o zaman” der bırakırım torbayı, bu sefer pek uyumluyum:-) Telefonum yanımda olsaydı gece bu meydanın fotoğrafını kendim çekerdim ama sanki benim gözlerimden, benim için çekilmiş gibi bir tanesini buldum. Kiminse teşekkür ediyorum


Yeni yerler keşfetmek ve yeni insanlarla tanışmak, onlara dokunmak en çok ta kalplerine dokunmak hoşuma gidiyor. Büyüyorum, öğreniyorum, besleniyorum.


Yarın sabah daha erken kalkıp, şehrin ortasındaki bu meydanı gündüz gözüyle dinleyeceğim.

1 yorum :

  1. Diyarbakır'da meydanın ortasında, gece gece gözlerini kapatıp durmanızın Karanlıkta Diyalog deneyiminizle bir ilgisi olabilir mi acaba?

    YanıtlaSil

Sayfa Görüntüleme