BK Kadıkoy facebook |
9 Haziran 2013 Pazar
Zorunluluk olarak mı? Sevgi ile mi?
Gönderen
zamandegerlidir.blogspot.com
13:24
|
2
comments
7 Mayıs 2013 Salı
2 Nisan 2013 Salı
Pollyanna'ya laf ettiler, kanıma dokundu:-)
Gönderen
zamandegerlidir.blogspot.com
13:02
|
2
comments
Hepimizin bildiği
Pollyanna oyunu vardır, oyunu “her olayın içinde mutlaka iyi olan bir tarafını bulmak
ve ona odaklanıp sahip olduğun neşe ve hayat enerjisini kaybetmemek, üstelik
öyle ki bunu başkalarına da bulaştırmak” şeklinde tarif edebiliriz.
Geçenlerde bir sohbet esnasında arkadaşlarımdan birisi hikayenin içinde geçen Pollyanna’nın koltuk değnekleri ile yürürken bile bunun iyi bir tarafını bulup onunla mutlu olması ile alay etti. Bu arkadaşım kendisini “gerçekçi” olarak tanımlıyor. Vallahi kanıma dokundu, benden bir parçaya laf etmişler gibi geldi. Bu arada Pollyanna’nın hikâyesinin akışını anımsamaya çalıştım, bir de baktım ki aslında unutmuşum. Evet, ben çocuk kitabı Pollyanna’yı bu yaşımda yeniden okudum. Bu kafamla bile hala ben bir Pollyanna’cıyım.
Geçenlerde bir sohbet esnasında arkadaşlarımdan birisi hikayenin içinde geçen Pollyanna’nın koltuk değnekleri ile yürürken bile bunun iyi bir tarafını bulup onunla mutlu olması ile alay etti. Bu arkadaşım kendisini “gerçekçi” olarak tanımlıyor. Vallahi kanıma dokundu, benden bir parçaya laf etmişler gibi geldi. Bu arada Pollyanna’nın hikâyesinin akışını anımsamaya çalıştım, bir de baktım ki aslında unutmuşum. Evet, ben çocuk kitabı Pollyanna’yı bu yaşımda yeniden okudum. Bu kafamla bile hala ben bir Pollyanna’cıyım.
29 Mart 2013 Cuma
Özenildiğimiz ve özendiğimiz nice günler olsun.
Gönderen
zamandegerlidir.blogspot.com
17:23
|
1 Yorum
Henüz oy
verme hakkına kavuşmuş ama daha tam yetişkin olamamış yaşlarımda bir
arkadaşımın evindeyim, akşam yemeği yenecek ve evde annesinin hazırlık telaşı var. Olan her neyse şahit olup olmadığımı hatırlamıyorum ama baba ve
annenin arası oldukça bozuk ve hatta annesinin gözlerinin yaşlandığını, babaya kırgın
olduğunu, iki kardeşin annelerini haklı bulup da babalarına kızdıklarını hatırlıyorum.
Bizler sofra kurulurken ortalıkta yardım ediyor, biraz da hava yumuşasın diye şaklabanlık
yapıyorduk. Sofrayı kurarken bardaklardan bir tanesi takımdan farklı ve
küçüktü. Arkadaşım babaya kızgın olduğu için takım dışı bardağı babasına koydu,
hatta aramızda bunun için gülüştük. Kendimize göre ceza verdik yani. Artık
yemeğe oturacağız, havada hala soğuk yeller esiyor, anne son kontrolleri yapıyor artık yemeği getirecek, sofraya baktı ve babanın tarafındaki takım dışı bardağı alıp kendi önündekiyle değiştirdi. Bir
an birbirimize bakıştık ve arkadaşımın sesi geldi “ben biliyordum”. Yaptığımız
kabahati onlarla paylaşmadık ama ben hiç unutmadım bu dersi. Bu özendir. Bu eşin
yakasına paçasına, nasıl göründüğüne özen, yani gösterişlik özen değil, gerçekten
sevdiğine gösterdiğin özendir. İlla eş, sevgili de olması gerekmiyor ki bu özen
için çünkü bu sevginin özeni, belki de sevgiyi getiren, onu sıkı sıkı tutan
özen.
Özenildiğimiz
ve özendiğimiz sevgi dolu nice günler olsun.
24 Mart 2013 Pazar
Kadın kokusu filmini seyrettim.
Gönderen
zamandegerlidir.blogspot.com
12:11
|
Yorum Yap
Kadın Kokusu Ünlü Tango Sahnesi |
Kadın kokusu filmini seyrettim. Daha önce seyretmiştim ama unutmuşum. Sanırım üzerine düşünmediğim bazı şeyler gibi filmlerin üzerine de düşünmez ve konuşmazsam unutuyorum.
Seyreden vardır ama kısa bir hatırlatma yapayım. Ailesi bir ufak şehirde bakkal olan çocuk, ABD’nin ileri gelen kolejlerinden birinde burslu olarak okumaktadır, Noel de ailesinin yanına gidebilmek için bilet parası biriktirmek amacı ile şükran günü tatilinde bir yetişkine hafta sonu refakat etme işini kabul eder. Refakat edeceği kişi aksi, kör ve başına gelenlerden kendini sorumlu tutan (Al Pacino), bu sorumluluğun altında ezilen, hayat amacını yitirmiş emekli bir subaydır. Bu sırada okulun zengin ve şımarık çocuklarının yaptığı uygunsuz bir olaya şahit olur, okul müdürü ona yapan arkadaşlarını ispiyonlaması için baskı yapar hatta eğer söylerse kendisini Harvard’a önerdiğini ve bunu muhafaza edeceğini söyler, yani şantaj yapar, düşünmesi için de birkaç gün verir. Bizim oğlan şükran günü tatilini bu aksi asker emeklisi ile hiç beklenmedik olaylarla karşılaşarak geçirir. Her iki kahraman da birbirlerinden çok şey öğrenirler. Çocuk asla sahip olduğu değerlerden ödün vermez, okuldan atılma pahasına ispiyonculuk yapmaz, bu arada kör adamın da sorumluluğunu almıştır bir kere, her ne uygunsuz durum olursa olsun onu ailesine teslim edinceye kadar bırakıp gitmez. Yani değerlerin ve sorumluluk sahibi olmanın timsalidir. Geçirdikleri zaman zarfında hayatından vazgeçmiş olan bizim aksi asker de yitirdiklerinin dışında sahip olduklarının değerini fark eder ve hayata bağlanır. En sonunda ikisinin işbirliği ile okulda ki uygunsuz durumda giderilir çünkü esas olan onurlu yaşamdır.
Tabi bunlar film ama yine de insan kendi hayatından parçalar buluyor, ya da kendi hayatına ekleyecek şeyler. Her ne pahasına olursa olsun değerler ile hareket edildiğinde, yaşamın o parçasına uymasa da o an için yapılanlar, vicdanın ibresi doğru yeri gösterdiğinde insan hafif oluyor. Mutluluğu da hep hafiflikle tarif ederim ama şimdi bu tarife bir de vicdanın ibresi eklendi.
Herkese göre değişen vicdanın ibresi benzer topluluklarda genelde “evrensel ilkeler” çerçevesinde az kaymalar ile aynı noktayı gösteriyor. Az kaymalar ise bizim değerlerimizdeki farklılıklardan kaynaklanıyor. Bu farklılıklar bizi biz yapan farklılıklar. Farklılıkların kabulü ise yine bizi hafifleten unsurlar. Bir de başkalarının ibresi ile uğraşmaktan vazgeçsekJ
Bizi en çok onurlandıran değerlerin her kararın, her tavrın, her davranışın arkasında olması bizi doğru kılıyor, vicdanın ibresi şaşmıyor böylece. Ama ya zora gelince? İşte yaşadığımız "hayat sınavı" bu. İbre şaştı mı hayat hiç gecikmiyor cezayı kesmek için.
Bir kez daha düşüneyim beni ben yapan değerlerimi ve bir kez daha bakayım davranışlarım onlara göre mi? İbre şaşmış mı?
9 Şubat 2013 Cumartesi
Sen şapkayı gören değil hep fili yutmuş boğa yılanını gören olarak kal
Gönderen
zamandegerlidir.blogspot.com
09:59
|
2
comments
Fili Yutan Boa Yılanı-Küçük Prens |
Eğer kendi
yoluna gidersen kazıya kazıya kendi emeğinle bir yere gelinceye kadar yorulacak,
üzülecek, parasızlık çekeceksin, yılacak ama eminim tekrar farklı yollar
deneyeceksin. Bu aşamalarda sana maddi destek sağlayacak imkanlarım, sana
yükselmeni sağlayacak ve seni kaypak zeminden kollayacak ilişkilerim olsaydı,
ana yolda yürü, kendini garantiye al, ne olur ne olmaz der miydim? Yoo tabi,
garanti benden olunca, sen istediğini yap, seni sen yapan özelliklerini,
yeteneklerini istediğin yerde kullan diyecektim. Neyi garantiye aldım ben,
kendi anne-babalığımı mı?
Sen
özgürsün benden..Gerçek seçimini yap. Yaptığın seçimin bedelini bil. Her insan
gibi başarı senin en büyük itici gücün, razıysan peşin peşin bu bedeli ödemeye,
ne seçiyorsan onu seç. Sen şapkayı değil hep fili yutmuş boğa yılanını gören
olarak kal. Kendim için sana dayattığım senaryoları değil, kendi
senaryonu yazan ol. Tek dileğim benim,bu senaryo da mutlu son:-)
25 Ocak 2013 Cuma
Tarih hocam ağlattı bugün beni..
Gönderen
zamandegerlidir.blogspot.com
15:53
|
Yorum Yap
İstanbul
Modern kütüphanesindeyim. Kardeşim müzeyi dolaşırken ben de bir rapor
hazırlıyor ve mesajlarımı kontrol ediyorum. E maillerimin arasında bana günlük
ilhamlar veren “daily thought”u öylesine beğeniyorum ki bugün Facebook’ tan
yayınlamaya karar veriyorum.
Şöyle diyor “Bilgi
güneş gibidir nerede parlarsa orada güç hissedilir. Ruhsal konularda bilgi
sahibi olursunuz ama onları hareketleriniz ile ortaya koymadıkça gücünü
hissedemezsiniz. Haydi bugün sahip olduğumuz bilgiyi kullanıp gücünü hissedelim
”.
Birkaç
gündür aslında konsantre olmam gereken şeyler varken, kafamın dağınıklığı
sebebi ile nasıl odaklanamadığımı düşünüyorum. Kapatıp gözlerimi çerçöp temizliğini
iki dakikada yapıyor ve yenileniyorumJ
Facebook
açılınca kötü olan şey bir göz gezdirmeden edememek, düşüyorum yine tuzağa. Geçen
haftadan beri Uğur Mumcu’nun haberleri, onunla ilgili yazılar, meşhur Dikili
konuşması hep dolandı durdu. Açamadım yazıları çok istesem de, sadece hatırladıklarım
gezindi kafamda. Şimdi aşağılara indikçe
mesajlarda sevgili tarih hocam Ayfer Çekiç’in paylaşımını açamadan geçemiyorum. Yazıda 10 yaşındaki bir kızın gözünden görüyorum o kap karanlık yılları, şimdiki aydınlığa dudak bükerek. Otuzlu yaşlarını yaşadığını söyleyen Özge’ye koşup sarılmak, çocukça kabullenişini
bağrıma basmak istiyorum.Okumak istereniz link burada.
Allahtan
sessiz ve gözden ırak bir köşedeyim, sadece gözlerim değil akıp duran, artık burnum da
devrede, çılgınca çantamda olmayan mendili arıyorum.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)