Yaşıyorum Yazıyorum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yaşıyorum Yazıyorum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ekim 2015 Pazartesi

O zaman acısızından olsun.

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 21:19 | Yorum Yap
Her düşündüğümüzde, hareket ettiğimizde, belli bir etkiye karşı belli bir tepki gösterdiğimizde beynimizin aynı bölgesinde hareketler oluyor. Örneğin çok sevdiğim dondurmayı yerken, duymak istemediğim sesi telefonda her duyduğumda,  eve girdiğimde evimin kendine has kokusu burnuma geldiğinde, bu beynimin belli bölgelerinde belli nöronların ateşlenmesine sebep oluyor. Ben ne kadar çok bir düşünceyi ya da hareketi, duyduğum kokuyu tekrarlarsam beynimde o denli derin izler oluşturuyor. Tekrar eden alışkanlıklarımız acısından baktığımızda sabah kalkmak dişlerimizi fırçalamak, eve gelip ayakkabıları çıkarıp ayağımıza terliklerimizi geçirmek, ya da işte şu zamana kadar kullandığımız yöneticilik tarzımız, olaylar karşısında sürekli verdiğimiz aynı tepkileri görüyoruz. Sağladığı kolaylık açısından bakarsak bu iyi bir şey olabilir, çünkü aslında otomatik pilota geçiyoruz, bu da bize oldukça zaman kazandırıyor. Kimse sabah kalkınca banyoya gitmeliyim dişlerimi fırçalamalıyım, işe giderken kendime çeki düzen vereyim diye düşünmüyor bunu gayri ihtiyari yapıyor.

Peki ya değişim zamanları? Eski alışkanlıklarımı kenara koymam gerektiğinde?

İşte o zaman, otomatik pilotu devreden çıkarmak oldukça zorluyor bizi. Çünkü otomatik pilot devre dışı olunca özyönetim devrede ve sürekli bir dikkat sarf etmek gerekli.  Yeni bir şey öğrenmek, yeni bir şeye odaklanmak demek yeni nöronları ateşlemek ve yeni bağlantılar yaratmak demek.  Chip ve Dan Healt Switch adlı eserlerinde öz yönetimin yanında motivasyon devreye girmediğinde tükenmişliğin başladığını dile getiriyor. Yani sürekli olarak akıl kullanarak bir şeyleri değiştirmek imkansız ya da çok yorucu, aklın yanında duygunun da devreye girmesi,  aslında “her ikisinin işbirliği” zorlukların üstesinden gelmek için çözüm.

Durumlar hep değişiyor istesem de istemesem de… Ben de değişeceğim istesem de istemesem de.  O zaman acısızından olsun.

8 Ekim 2015 Perşembe

Sabır Üzerine

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 10:49 | Yorum Yap

"Hayat yumuşak çimler ve sert dikenlerle dolu bir manzara, sabırsızlık dikenlere sövüp saymak iken, sabır bir çift ayakkabı giymek gibidir" 

diyor bu sabah okuduğum yazıda (Just One Thing- Rick Hanson) ve sabrı, istediğimiz gibi ilerlemeyen olaylarda, zorluk ve rahatsızlık durumları karşısında  fenalaşmadan başa çıkabilme olarak tarif ediyor. Koşullar her neyse odur,ama sabır sizi bir amortisör gibi durumun etkilerinden koruyacaktır diyor...

Konu ile ilgili kendimizi gözleyecek olursak, yardımcı gözlem soruları şöyle:

  • Sabır hissi nasıl bir şey?Sabırsızlık?
  • Gerçekten sabırlı olan bir kişi ile ilgili ne hissedersiniz? ve gerçekten sabırsız olan bir kişi ile ilgili?
  • Sızı sabırsız kılan nedir?
  • Sabırlı olmanızı ne sağlar?
  • Ve size hangi soru yardımcı olacaksa...


Bu soruları bugün biraz sessiz kalıp düşünmek nasıl olur du? Sessiz kalıp düşünmek dendiğinde bir çok kişi "şimdi vaktim yok" diyebilir. Bu doğal, zira bir koşturmaca geçip gidiyor hayat? Duraksamalar sanki bizi bir şeylerden alıkoyacak gibi geliyor. Ben duraksamaları koruma faktörlü güneş yağına benzetiyorum. Terledim bunaldım bir an önce serin sulara kendimi atmak istiyorum ve iki dakikalık güneş kremi ritüeli ile uğraşamayacağım, korunmuyorum, günümü neşe içinde geçiriyorum ama akşam sızıdan duramıyorum. Üstelik bütün gün fark etmedim bile, akşama çıkıyor acısı. Farkındalık, mindfulness ya da anda zihinde olmak...

Deneyimlerimden yola çıkarak diyebilirim ki minik molalarla oluşan alışkanlıklar giderek hayatın bir parçası oluyor, giderek daha güçlü ve mutlu yaşıyoruz.

Hepimize anda olduğumuz, sabrın kazanımlarına odaklandığımız, sabırsızlığın bizde yarattığı hüsran duygularını fark ederek, dikkatimizi o anda gerçekten işimize yarayacak ne varsa ona çevirdiğimiz, kendimize ne iyi gelecek ise onu yarattığımız zamanlar diliyorum...-)

10 Mayıs 2015 Pazar

Sliding Doors

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 15:35 | Yorum Yap

Sliding Doors filmini düşünüyorum bu sıralar, hayatımda peş peşe yaşadığım değişiklikleri seyrederken ve bir de değiştiremediğim, sıkı sıkıya bağlı olduklarımla yarattığım gelip giden duygulara  çözüm ararken. 

Her karar bir kapı, bir dünyadan başka bir dünyaya açılan ya da bir yaşamdan başka bir yaşama bizi geçiren. Hayat çizgisini trenin raylarını değiştirdiği gibi değiştiren kararlar… 

Bir telefon AHA’nın en sevdiğim şarkılarından birine aldı götürdü beni bugün. Aynı şarkı, aynı melodi, aynı sözler ama "şimdi" farklı duygular:-) 

Zaman değişiyor, insan değişiyor, öncelikler yer değiştiriyor, seçimler farklılaşıyor ve yaşamın kareleri akıp gidiyor. 

O karede sabit kişi yalnızca ben:-)


https://www.youtube.com/watch?v=DCkbfyk6XGc


Lifelines AHA



One time to know that it's real
One time to know how it feels, that's all
One call, your voice on the phone
One place, a moment alone, that's all
What do you see? What do you know?
What are the signs? What do I do?
Just follow your lifelines through
What do you hate? What [Incomprehensible]?
What do we do? What do you say?
Don't throw your lifeline away
Don't throw your lifeline away
One time, just once in my life
One time to know it can happen twice
One shot of a clear blue sky
One look, I see no reasons why you can't
One chance to be back
To the point where everything starts
Once chance to keep it together
Things fall apart
One sign to make us believe it's true
What do we see? Where do we go?
What are the signs? How do we grow?
By letting your lifelines show
What if we do? What up to now?
What do you say? How do I know?
Don't let your lifeline go
Don't let your lifeline go
Don't let your lifeline go

15 Nisan 2015 Çarşamba

Özden gelen hiç bir şey sahte olmaz

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 00:16 | Yorum Yap
Bütün gün harika beslendim. Sabah kahvaltıda yediğim bir dilim ekmeğin haricinde hiç ekmek yemedim. Meyvem, sebzem, yoğurdum, 2 litreye yakın suyum, akşam salata veeee şimdi kahve-çikolata ikilisi. Oldu mu ya? Neyse üzerinde durmadan geçeyimJ
Bütün gün sadece iyi beslenmekle geçmedi tabi bugün harika bir çalışma günü de oldu aynı zamanda. Akşam saatlerinde günümü meditasyonla taçlandırdım. Bir arkadaşımla birlikte yapacaktık gelemedi ama kararlı ben kendimi ödüllendirdim.

Günün kısa bilgisini geçtikten sonra benim bugün bahsetmek istediğim ilişkiler aslında. Üst üste kaç seferdir yakın arkadaşlarım ilişkilerin yozlaştığı, sahteleştiği konusunu açtı.  Üzerinde düşünüyorum her seferinde. İnsanın birbirine net olması, kendini olduğu gibi ifade edebilmesi, karşısındakine kalbinden, özünden o merhametli şefkatli yerden konuşması günümüzde ne kadar da zorlaştı. Hep diğerine göre gardını alıyor insan. Niye alttan ben alıyorum? Ona niye paye veriyorum? Kendini bir şey mi zannetsin? Didişmeye öyle alışıyor ki insan, karşısında o kişi olmasa bile varmış gibi devam ediyor kendini mutsuz etmeye. Düğmelerimiz atmaya hep hazır.

Etrafımız sadece kendi için yaşayan insanlar dolu, sistem onun için çalışıyorJ Evet çok var böyle kişiler. Ancak şartlar, durumlar her ne olursa olsun, ne kadar zorlayıcı olursa olsun bizler dil ve iletişim becerileri ile donanmışız. İş bunları kullanabilmekte. Sadece zor zamanlarda da değil, John Gottman’ın dediği gibi zor zamanlara yatırım yapmak için iyi zamanlarda bol bol kullanmak gerekli. Birbirine nezaket, şefkat gösteren çiftlerin çatışmaya girdiklerinde diğer tarz çiftlerden çok daha kolay çözüm bulabildikleri yapılan araştırmalarla sabit. Bu sahtecilik gibi algılanıyor çoğu zaman. Ben katılmıyorum. 

Özden gelen hiç bir şey sahte olmaz. İçten dışa hiç bir şey sahte olmaz. İş ki inanmak gerek öze, kendine.


Ruth Bebermayer imzalı bir şiiri paylaşmak istiyorum, bayıldım…Dile gelmiş ve herkesin olmuş bir şiirJ

Bir Söz Bir Penceredir ( ya da Bir Duvar)


Öylesine tutsak hissettiriyor ki sözlerin
Öylesine yargılanmış ve kucağında ki itilmişliğin
Çekip gitmeden önce mutlaka bilmeliyim,
Gerçekten bu muydu söylemek istediğin

Savunmaya başlamadan sana kendimi
Dile gelmeden, acıyla ürküntüyle
Sözcüklerle bir duvar örmeden aramıza
Doğru mu duyduğum, bir daha söyle

Bir söz bazen bir penceredir bazen bir duvar
Tutsak da eder kişiyi özgür de…
Konuşur ve dinlerken ben, aydınlatsın sözcükler
Bırak aksın sevgi ışığım içinde

Pek çok şey var söylemem gereken
Ve onlar öyle önemli ki benim için
Anlatamazsam sözcüklerle derdimi eğer
Özgürleşmeme yardım edebilir misin?

Seni kırdığımı hissediyorsan eğer
Umursamadığımı düşünüyorsan
Sözlerimin arasında duymaya çalış
Paylaştığımız o duyguları ikimizin

9 Nisan 2015 Perşembe

Biz internete girdiğimizde alışveriş edip, çeşitli sitelerde dolaştıkça işte bu siteler bizden öğreniyorlar. Hangi konulara ilgi duyuyoruz, kim ile, ne ile hem fikiriz... 


Filtre Balonu
Genellikle kitap sitelerine girdiğimizde “bu ürünü alanlar şunlara da ilgi duydular” diye aşağıda kitapların görselleri çıkar. Bunun işime yaramadığını söyleyemeyeceğim aslında. Çalıştığım konu ile ilgili olarak birçok şey yakaladım. Ancak sadece ilgili olduğumuz konularda bilgi akışı olduğunu düşündüğümüzde, kendi alanımız içinde sıkışıp kalmış olduğumuz yadsınamaz. Benzerlerimizle aynı alan içinde kalmak. Aklıma Gezi geliyor, sadece kendi arkadaş gruplarımız içinde alevli tartışmalar yaptık, ateşlendik, ateşledik. Bazılarımıza kısır döngünün içinde kaldığımız, körler sagırlar birbiriniz ağırlar durumunu aşıp aşamadığımız hissi hakim oldu. Yazıları hatırlıyorum taksi şoförleri ile konuşun, kendinize benzemeyen insanlara gerçekleri anlatın diye. 

Kendi çemberimizin dışında öğrenecek, ilham alacak, önlem alacak o kadar çok konu, mekan, kişi var ki. 

İnternetin bu filtreleme davranışı ile aslında kendimize bir “sanal dünya rahatlık alanı” yaratıyoruz. Nasıl ki fiziksel ya da duygusal rahatlık alanı, yani alışkanlıklar, yani kendimize bilindik alan yaratıyorsak, sanal rahatlık alanları da yaratıp yarının kısır döngülerine mahkum oluyoruz. Farklılıklar dünyasının kapıları kapatılıyor, renklilikten, başka bakış açılarından, belki de yeni fırsatlardan mahrum oluyoruz. Neyi görüp neyi görmeyeceğimize karar veren o kocaman sistemin kollarındayız. Facebook bile kiminle daha interaktifsek onun paylaşımlarını karşımıza getirmiyor mu? Okuduğuma göre sadece arkadaşlarımızın yüzde yirmisinin paylaşımları karşınıza gelebiliyor. Kim aktif ise onun paylaşımlarını daha fazla insanın görmesini sağlıyor. 

Bu bir yanda iyi, bir yanda da kötü. İçinde bulunduğun halkanın dışına çıktığında ise başka bir dünya ile karşılaşıyor, o dünyanın dinamiklerinden etkileniyor ve ders çıkarıyorsun. Neyi yanlış yaptığını ve neyi daha iyi yapabileceğini anlıyorsun. 

Çoğu zaman gözümüzün gördüğünün ötesi var. Bunun için denemek, şans vermek iyi olmaz mı?

Bugün düşünmeli hayatta şans vermediğim ne var? Sanal rahatlık alanımın dışında, yani filtre balonunun dışında ne var? Bu balonun varlığı ile etkilenen düşüncelerim inançlarım var mı? Var ise yaşantımı nasıl etkiliyor?


Haydi bakalım... 

18 Mart 2015 Çarşamba

İlla o balyoz kafaya inecek

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 19:59 | Yorum Yap

İster kurumsal ister kişisel olsun, ister okullarda olsun aslında tüm eğitimlerin amacı kişilerde davranış değişikliği yaratmak. Ancak "bir kişide davranış değişikliği yaratmak mümkün değildir" zira bunu siz değil ancak kişinin kendisi yaratabilir. 

Biz eğitim verenlerin yaptığı sadece bu değişikliği yaratırken uygun araçların neler olduğunu iletmek ve değişim sürecinde kişiye destek vermek. Çok arzu ediyorum her eğitimden çıkan kişinin kendisine sunulan metotlardan uygun gördüğünü alıp kullanması konusunda hevesli olmasını. Heyecanlanan ve uygulama konusunda hevesli olan kişiler bunu benimle paylaştıklarında, gözlerine yansıdığında biten gün, hafifliğimi anlatamam. O ağır sırt çantama bile yer çekimi vız gelip tırıs gidiyor. Bunun her katılımcı için geçerli olmadığını öğrendim. Çünkü herkes doğal olarak aynı oranda değişime hevesli değil. Değişim için ya da değişmek üzere harekete geçmek için çoğumuz bir balyozun kafamıza inmesini bekleriz maalesef.


Landmark’ın tanıtım toplantısına katılmıştım bir arkadaşımın daveti ile, sunum yapan kişi bir sandalye aldı, salonun ortasına koydu ve bu “ben” dedi. Bir sandalyeyi onun arkasına bu “geçmiş” diye, bir diğerini de onun önüne bu “gelecek” diye koydu. Sordu bize, “ben neredeyim?” Bu sahne gözümün önünde hala ve o günden sonra “Geçmişin üzüntüsü ve geleceğin endişesi” lafı bu sandalyelerle canlanıyor gözümde. İçimde bir üzüntü ya da endişe duyduğumda, ben neredeyim? diye soruyorum kendime. Çünkü biz genelde geçmişin üzüntüsü ve geleceğin endişesinde oluyoruz. Burada “an’da olmak” çözüm olarak gösterilir. Gün içi bir dakikalık nefes alıp vermek bile bazen an’a gelmek için yeterlidir aslında. An’a gelmeyi başardığımızda daha kolay odaklanıp, daha huzurlu çalışmanın mümkün olduğunu kendi deneyimlerimden söyleyebilirim. Bunu bilinçli olarak yapabilmek de pratikle kolaylaşıyor. Bana bu konuda katılacak birçok kişi vardır eminim.

İnsanın gerçek doğasının an’da olmak üzere kurulduğunu okumuştum. Üzüntü ve endişe an'da olunmadığı yani insan doğasının dışına çıkıldığında hissediliyor. İşte “an” o kadar güçlü ki, gelecekte bize faydalı olan değişimi sağlayacak davranış değişikliği için şimdiden zahmete girmek zor geliyor bize. :-) Onun için herkesin listesinde  Covey’in zaman matrisinde bahsettiği “Önemli - Acil Değil” kutusunda bekleyen konular birikmiş durumda ve kafaya inecek olan balyozu bekliyor. 

Hafif sıyrıklarla atlatmamız dileği ile…

3 Ocak 2015 Cumartesi

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 12:31 | 1 Yorum

Geçtiğimiz son birkaç yıldır her sene başı kendimi, yılımı sorgularım, yeni hedefler koyarım. Neleri başardım neleri başaramadım, neyi daha iyi yapabilirdim bakarım… Koçluk yapmaya başlamadan önce geliştirdiğim bir gelenektir bu. Elim gitmedi bu sene bir türlü, göreceklerimden korktum sanki.



Duraklama yılımdı 2014 benim için, geriye gittiğim, istediklerimi yapamadığım, üretemediğim, senenin ikinci yarısından sonra yazı yazamadığım, içime attığım, kendimi iyi hissetmediğim bir yıl. Yazınca ben, içimden iyilerde çıkıyor kötülerde. İyilerin çıkması iyi, kötülerin çıkması kötüymüş gibi yazamadım. Kulağımda “ne o öyle, sevgiye hasret kadın yazılarını hiç sevmem” cümlesiyle dolandım durdum. Aynı “o” nun tonlamasıyla kaldı kulağımda bu ses. Sadece kendim için yazdım, sıkı sıkı sakladığım defterlerime, sevgiye hasret kadın olmayayım diye. Oysa ki kadın erkek kim her zaman sevgiyi istemez ki:-) 
2014 muhasebesinin baskısı üzerimdeyken sevgili Zeynep’in "Başlangıçlar&Bitişler” etkinliğinin davetini aldım. Kendime dedim ki “Zeyno bu sene kolaya kaç, kendin yapma muhasebeyi, git teslim ol orada bak bakalım neler olacak.” Gittim.Dört bir taraftan baktım 2014 yılına. Altını üstüne getirdim sıra dışı soruları cevaplarken. Ve bir sürprizle karşılaştım. Ne çok şey yapmışım, ne cesur kararlar almışım, ne kadar çok şeyi başarmışım, ne büyük destekler görmüşüm. Geçen sene yaptığım planların çoğunu gerçekleştirememişim ama iyi kötü hallerin arasında gidip gelirken görememişim, 2014 ün sert rüzgarlarında aslında ayaklarımı sıkı sıkı yere bastığımı, yeni planlar yapıp, stratejiler geliştirip onları kararlılıkla uyguladığımı. Öyle büyük bir ağırlık taşımışım ki 2014 de, içimdeki sabotöre yenilmişim evet onu taşımışım içimde. Sanki ben her zaman iyi olmak, her ilişkiyi kusursuz yaşamak, iyi hissetmek zorundaymışım gibi, içimde büyüyen yetersizlik hissine teslim olmuşum. Esnekliği yaşamaya izin vermemişim. Ben Zeynep, güler yüzlü Zeynep, içindeki iyiyi ortaya çıkarma yolculuğunda, ilham almayı ve ilham vermeyi amaç edinmiş Zeynep, nasıl kendini kötü hissedebilir ki, içinde kötüyü nasıl barındırabilir ki? Bu düşüncelerle ben kendimi sevmeyi, merhamet etmeyi ve iyisiyle kötüsüyle hayatın tadına varmayı, optimist tarafımla dostluğu, iletişimi zaman zaman kaybetmişim. Bir yukarı bir aşağı çıkıp inmek yormuş beni…
İyi benim doğamda var oysaki, neşe, huzur ve sevgi… Herkesin doğasında olduğu gibi. Şimdi baktığımda bu dalgalanmalara, gelgitlerde içimdeki acımasız eleştirmene rağmen beni ne güçlü, kararlı kıldı diye doğama olan inancım, onun orada özümde olduğunu bilmem sanırım. Yılın ikinci yarısından sonra Nar Koga’da yaptığım yönlendirmeli meditasyonlar, deneyimlerimden yola çıkarak düzenlediğim BK atölye çalışmaları bana çok büyük destek oldu, sadece başkalarına değil, bana “şifa” oldu. Bazen kimsenin gelmediği zamanlarda bile biz o çalışmaları yaptık. Ve dostlarım, hiç elimi bırakmayan dostlarım, gözümün bebeğinden beni anlayan dostlarım, kaç yaşında olursam olayım bana içimdeki küçük çocuğu yaşatan, hala ona kucak açan anam babam, evladım, bana ilham olan bir tanecik evladım. “Olanı olduğu gibi sevmemi” bana çalışma konusu yapan arkadaşım. Hepimizin kötü zamanları var. İnişleri çıkışları. Dengeyi tutabilmek en güzeli, mutluluğun sırrı. Dengenin kaçtığını fark edebilmek ise en büyük fazilet, sonrasında fırsatları görmek ve şükretmek.

Başlangıçlar&Bitişler’de duyduğum ruhumu okşayan laf, yapılan içten paylaşımlarda arkadaşlarımdan birisinin “ben bu hikayenin kahramanı olmak istedim” deyişi oldu. Bunun bir destek olduğunu biliyorum ama gözlerim daldı gitti, acaba ben kaç kere başka hikayelerin kahramanı olmak istedim. Çok kere… Şunu hiç aklımdan çıkarmamalıyım… "Herkes kendi hikayesinin kahramanı"… Yolumuz hep açık olsun. 

21 Ekim 2014 Salı

Lotus çiçeğini deneyimlemek...

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 17:17 | Yorum Yap

Nero Café balkonunda güneşin tadını çıkarırken tatlı sohbetin konusu arkadaşımın güzel eşi ile birlikte gittiği “nefes retreati” idi. Sohbet hayatlarımızda neler yaşadığımız, yanılsamalarımız ve gerçeklik üzerine devam edip gitti. Değer katan sohbetleri, dünyayı kurtaramasakta büyüdüğümüz, sıkı sıkı sarıldığımız ve güvenle ayrıldığımız sohbetleri seviyorum.  

Konuşurken Nar KOGA da ki meditasyon akşamlarını bir tema üzerinde yoğunlaşarak yapacağımızı söylediğimde "bu sefer konu lotus olsun” deyiverdi arkadaşım. Olsun madem. “Lotus meditasyonu”.
Doğu kültüründe güçlü bir imaj, ruhsal bir sembol olarak gördüğümüz lotus çiçeğini deneyimlemek nasıl olabilir ki? Bir çoğumuz resimler dışında onu görmemişizdir bile… Düşündüğümde, bu deneyimi bana yaşatacak olan zihnimdir aslında. İnanıyorum ki Hint, Budist ve Mısır öğretilerinde kutsal kabul edilen bu çiçeğin ruhsallıkta ne anlama geldiğini bilmek onu deneyimleme konusunda yardımcı olacaktır.

Doğu Kültüründe Lotus Ne Anlamlar Taşır

Lotus çiçeği birçok özelliği ve anlamı arasında ilahi doğuşu, ruhsal gelişmeyi ve yaratılışın kendisini temsil ediyor. Bir lotus tomurcuğu ise potansiyelimizi ve ruhsal doğamızı. O harika bir çiçek olarak ortaya çıkmadan evvel bir tomurcuk olarak çamurun içinde yükseliyor, kirli suların içinden. Tıpkı bu kirli dünya içinde gerçekliğin arayışı, gayreti içinde olanlar gibi. Lotus, kirli çamurlu sularda yükselen ama yapraklarının özelliği sebebi ile üzerinde kirin barınmadığı bir çiçek, o saflığın ve yeniden canlanmanın sembolü… Aydınlanma yolundaki bireyin bilincinin yavaş yavaş kendi oluşturduğu kirli düşüncelerden arınmasının temsili…
Budizm’in bazı mezheplerinde ise ruhların lotus çiçeğinden doğduğuna inanılıyor. Lotus nasıl saf ve temiz ise aslında ruhta doğal olarak saf ve temiz.. Budist mandalalarda lotusu figür olarak çokça görüyoruz.(Mandala kâinatın ya da spritüel yolculuğun metafiziksel temsili için kullanılan şekillerdir. Bunlar ayrıca meditasyonlarda yoğunlaşmaya yardımcı olan araç olarak da kullanılır) Yazının fotoğrafı dün akşam çizdiğim bir mandala, meditasyonu ve derin düşünmeyi ifade ediyor benim için.
Lotus ilahi olana sunulan kutsal bir çiçek… Hint öğretilerinde ise saflığı ve aynı zamanda bağsızlığı temsil ediyor. “Lotus aklı” bağlardan, bağımlılıklardan özgür akıl. Günümüz insanlarının çoğu ise sevgiyi bağımlılığa dönüştürmüş ve onu hep şarta bağlamış. Oysa kalpte, ruhsal merkezde yer alan Tanrı sevgisidir gerçek sevgi. Lotus aynı zamanda Tanrı sevgisinin de sembolü olmuştur. Kalplerde bu sevgiyi deneyimlemek, sıcaklığını ve yükselten enerjisini hissetmek ne güzeldir.
Bugün niyetim düşüncelerde saflık ve yürekte büyük sevgidir.

24 Eylül 2014 Çarşamba

Mevsimlerin değişimi ve bir meditasyon önerisi

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 10:55 | 2 comments

Değişim rüzgarları hep var aslında... "Şu günlerdeki değişim rüzgarları" demek günümüz çağına uymuyor çünkü artık her an bunun içindeyiz. Dur yok durak yok. Mutluluk ise değişime sağlanan uyumla daha çok yaşanır oldu. Mevsim geçişleri ise biraz durup soluklanmak, durduğumuz noktayı, üzerimizdeki ağırlıkları fark edip temizlenmek, hafifleşmek için bizlere güzel bir fırsat oluyor. Uyum sağlamak, uyanık olmak ve farkında olmak, anın getirdiklerini gözlemlemek için iyi bir fırsat... İçe dönmek için bir fırsat...

Bazen karışık düşünceler içinde olabiliyorum, düşüncelerimi toparlamakta güçlük çektiğim anlar olabiliyor, bu zamanlarda yönlendirmeli meditasyonlardan yararlanıyorum. Eğer sizde yararlanmak isterseniz aşağıda yazılanları kendinize ayırdığınız bir zamanda okuyarak, aralarda nefesinizi hiç bırakmadan, kelimeleri zihninizde canlandırarak, her canlandırmayı gerçekten deneyimleyerek yavaş yavaş okuyabilirsiniz...

Bunu sadece bir defa değil bir kaç defa okumanızı öneriyorum... Ve yaptığınız sorgulamaları sadece mevsim geçişlerinde değil şu dinamik hayatta her an yapmanızı salık veriyorum...

Hayatı birlikte kucaklamak, birlikte büyümek dileği ile...

Değişimi her an kucaklamak;


Derin bir nefes alıyorum… Bırakıyorum…
Tüm bedenimi bu nefesle yıkıyorum… Rahatlıyorum, bedenimi rahatlatıyorum…
Tüm gerginliklerden kurtuluyorum… Şimdi çok rahatım…
Önümüzdeki dakikalar sadece bana ait… Telaşsız ve sessizlikteyim…
Tüm dikkatimi tabiata yönlendiriyorum…
Gelen mevsime yönlendiriyorum,
Mevsimdeki değişimi, dönüşümü, şu an havadaki tazeliği, canlılığı hissediyorum,
Hafif soğuğu, toprağı ve toprağın sağlamlığını hissediyorum…
Anda değişim var, her şey olması gerektiği gibi… Bir akış var…
Ben bu akışın içinde neredeyim?
Hangi kararlı noktadayım?
Hayatımda neleri değiştirmem gerekiyor?
Ben nelere adapte olmalıyım?
Hayat bir melodi gibi… Melodiyi duymak için sessizlikte kalıyorum…
Şu an kendime izin veriyorum, melodiyi yakalıyorum… Dinliyorum…
Her bir notanın lezzeti… Coşkusu…  Sürprizi… ve armoni…
İnişlerim çıkışlarım… Gelgitlerim... Her şey bana ait...
Benim biricikliğime ait...
Yaşamın akışı ve bütünlük…
Bütünün parçası ben, ne yaşamam gerekiyorsa onu yaşıyorum…
Hayatın ritmini dinliyorum…
Bana ne söylediğini dinliyorum…
Derin sessizlik içinde kalbimin sesi, zihnimin sesi, bedenimin sesi geliyor kulağıma
Yarattıkları melodiyi duyuyorum… Dinliyorum…
Ben bütünün bir parçasıyım…
Şimdi içime dönme, kendimi duyma zamanı…
Şu an hayatımda ne var?
Ben tam olarak ne istiyorum? Neyi bırakmalı, neye teslim olmalıyım?
Kalbim, zihnim huzur içinde… değişimin rüzgarlarını dinliyor, köklerimi daha da sağlamlaştırıyorum…
Kendime daha yaklaşıyor, çok daha fazla uyumu, huzuru, bütünü hissediyorum…


21 Eylül 2014 Pazar

Meditasyon, Kendini Tanıma Yöntemi

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 21:16 | Yorum Yap

Neden meditasyon sorusuna bir çok kişi farklı cevaplar verir. Yaşadığımız çevre koşulları gereği sürekli uyarıldığımız şu dünyada çoğumuzun arayışı ise huzur. Bilerek bilmeyerek, yöntemli yöntemsiz, namaz kılarak, dua ederek şükrederek, derin nefes alıp vererek, öyle ya da böyle aslında illaki hepimizin hayatının içinde bir yerlerde var bu meditasyon. 

Bankada çalıştığım dönemlerde, akşam eve geldiğimde sadece 10 dakika isterdim ev ahalisinden, iş kıyafetlerimi değiştirip, odama girer ve sessizlik içinde dururdum, kah uzanıp kah oturup. Kendimi ev ortamına uyumlardım. Kızım ise eve gelir gelmez onunla ilgilenmemi ister beni pek yalnız bırakmazdı önceleri. Ama bir iki defa beni kendi halime bırakmayı denedikten sonra odadan çıkan annesinin akşam onun işine daha yarayan, daha eğlenceli, daha neşeli ve enerjik olduğunu görüp beni sonraları rahat bırakır oldu. O zamanlar ben aslında bir tür meditasyon yaptığımı bilmezdim.

Huzuru deneyimleme arzumun oldukça yoğun olduğu günlerdeydim (aslında ne zaman değiliz ki), bir kaç yere gittim meditasyon yapılan, kitaplar okudum ve okuduklarımla uygulamalar yaptım. Hepsinden de bir şeyler öğrendim aslında. Derken sevdiğim, güvendiğim bir arkadaşım bana Raja Yoga dan bahsetti. Ben de açtım telefon, öğrendim kurs günlerini ve başladım bir akşam. Gerçekten kalbime dokunan bir yöntem bulmuştum. Kim olduğuma, ruhumun özüne ve kaynağa odaklandığım, “Zihin huzuru”nu bir yaşam biçimi olarak hedef alan meditasyon yöntemi. Ayrıca son zamanlarda mindfulness meditasyon ile de tanıştım. Anda kalmak anın içinde her ne var ise ona odaklanarak farkındalık yaşamakta hoşuma gidiyor.

Yaşam stres ve gerilimle dolu, yolda, trafikte, işte, ister istemez bir telaş ve yetişme kaygısı. Zaman böyle. Eğer şehir yaşamının içindeysen de bu kaos ortamları pek kaçınılmaz. Çok fazla şey olup bitiyor artık ve olan bitenin ardındaki hakikati görebilmek için çıplak gözlere ihtiyaç var. Çözüm için farklı bakış açısı demiyorum, tamamen olanlardan bağımsız, hislerden duygulardan bağımsız, bağımsız gözlemci olmaktan bahsediyorum. Sessiz kalarak içe dönmeyi “dalgalı, fırtınalı bir denizde derinlere dalma ve derinliğin sakinliğinde kalma” metaforu ile tanımlarlar. Evet, ben denizler dalgalandı mı biraz derinlere dalmayı, orada vakit geçirmeyi seviyorum. Sessiz kalmayı, o günü kendimle geçirmeyi, daha sakin olmayı tercih ediyorum. Deniz her dalgalandığında bunu yapamıyorum tabi uygun ortamı var yok, o zaman da iki dakikalığına olsa bile kendime, ne olduğumla, “öz”de kim olduğumla ilgili hatırlatma yaparak dengede kalmaya çalışıyorum, Ortamdan uzaklaşacak durumum yok ise, iki dakikalık derin nefes egzersizi yapıyorum, hiç mi ayrılamıyor muyum? 10’a kadar saymak bile işe yarıyor. Yeter ki denge noktasını, merkezimizi bilelim.

Dediğim şu ki meditasyonu düzenli yapmak bu kaos ortamlarında güç bulmada yardımcı oluyor. Aradan geçen senelerde kendimde, hayatı karşılayış biçimimde ki değişimi görebiliyorum. Hep böyle miyim ben? Yani sakin, neşeli, huzurlu… Hayır hep böyle değilim. Kendimden utandığım zamanlarım da oluyor. Gözlerimi yumup ağzımı açtığım zamanlarım. O zamanlarda da avantajlıyım eskiye göre çünkü kulaklarım duyuyor ne dediğimi ve içimden “aman Tanrım bunun sonu nereye gidiyor? Ben neler diyorum? İçime kaçan şeytandan bira an önce kurtulmam lazım” farkındalığı yaşıyorum en azından. Yani yol inişli çıkışlı , bu sonsuz yolculukta öğrendiğim huzura ermenin yollarının uygulayıcısı olmaya, değerli hocam Antony Strano’nun dediği gibi fırtınanın gözünde kalabilmeyi başarmaya kararlıyım. Ne demişler öğrendiğini uyguluyorsan biliyor sayılırsın. Haydi bakalım, özgür günlere…

Bu arada Raja yoga ile ilgilenenler için http://www.meditasyonyapalim.com/
Çarşamba akşamları anda kalmayı hedeflediğimiz, günün yorgunluğunu atarak dinginliği deneyimlediğimiz yönlendirmeli meditasyonlar için Nar Kendin Ol Kişisel Gelişim Atölyesi

4 Eylül 2014 Perşembe

Tanrı’ya derin iman besleyen bir adamın hikayesi vardır,onu size bir kez daha hatırlatmak istiyorum aslında.

Bu imanlı adam, kaotik yaşamın kendiliğinden yoluna gireceği çünkü Tanrı’nın her zaman onu gözettiğini söylermiş. Bir gün, adamın yaşadığı kasabada şiddetli bir fırtına beraberinde selleri de getirmiş. Kasabalılar eşyalarını toplayıp kaçarken, bizim ki Tanrı’nın onu koruyacağına inanarak yerinden kıpırdamamış. Evinin önüne kadar gelen sular sebebi ile gelen itfaiye aracına “Hayır” demiş, “Tanrı beni koruyacaktır”. Çok geçmeden bel hizasına gelmiş sular ve adamı gören sahil güvenlik “yüzerek dışarı çık ve tekneye gel” diye bağırmış. “yok” demiş bizimki, “Tanrı beni koruyacaktır”. Ancak sular öyle yükselmiş ki, evin içine doluvermiş.  Damda dua eden adamı bu kez kurtarma helikopteri görmüş ve sallamış merdiveni aşağıya “Hey, seni kurtaracağız, haydi merdivene tutun”. Adam inancını tekrarlayarak “Tanrı beni koruyacaktır” demiş. E tabi ki adam en sonunda boğulmuş ve cennetin kapısında Tanrıya sitem ederek, “Sana ihtiyaç duyduğum anda neredeydin?” diye hesap sormuş. Ve Tanrı “Ne demek istiyorsun? Sana gönderdiklerime bir baksana, hepsini reddettin” demiş.

Ben Tanrı’nın koruması altında olduğumuza yürekten inanıyorum. Gücümü aldığım inançtır bu. Ama bazen yaşadığımız şu tempo içinde, kurtarma helikopterlerinden sarkıtılmış o merdivenler gibi hayatın bize sunduğu çözümleri göremeyebiliyoruz. Bazen, görsek bile mutsuzluğumuza sebep olan davranışları bırakmaya çoğu kez gönüllü olamıyoruz. Evet, vazgeçilemeyen alışkanlıklar var, belki bilinmeyenin yarattığı korku, belki kişisel eylem planının olmaması buna sebep… Zihnimizde oluşan inançlarla yaşarken, aslında arzularımız tarafından taciz ediliyoruz.

Bizler hayatlarımızı değiştirecek güce sahibiz ve bunu çoğu kez de gerçekleştirdik. Sımsıkı ve cesaretle yapıştık o sarkan ipten merdivenlere. Farkında olarak ya da olmayarak… Çok uzun zamanda ya da gösterdiğimiz gayrete bağlı olarak...

Arkadaşım,” Yaşam koçu ne yapar Zeynep” diye sorduğunda o gün rastladığım bu öykü ile anlatmak istedim… Ve içimdeki ses sizlerle de bunu paylaşmamı söyledi.

Kişiler bu kaotik yaşamda, hayallerine yeniden sahip çıkmak istediğinde, değişime karar verdiğinde ya da “arzuları onları taciz ettiğinde” biricikliğini bulma yolunda koçlar onlarla birlikte yürümek için” var. Sana, o kurtarma helikopterlerinden sallanan merdivenleri “fark etmen” için sorular sormak üzere eğitilirler…  Her zaman bir çözüm olduğuna inanarak... Tüm soruların cevaplarının “içindeki bilge” de saklı olduğunu bilerek.

Kendini sorgulamak, onunla buluşmak,keşfetmek, hayata anlam katmak, değişik bakış açıları yaratmak ve yaşamda üzerini örttüğün her ne varsa seni kısıtlayan, yüzleşip ortaya çıkarmak üzere hazırsanız, ben de hazırım J


Sevgiyle kalın,

Zeynep Berkol

22 Mayıs 2014 Perşembe

Gönlü Ferah Yaşamak

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 09:05 | Yorum Yap

Hepimizin bildiği şu kırmızı karanfil hikayesi geldi aklıma bu sabah.
Hani asker kütüphaneden bir kitap alır ve o kitabı daha önce okuyan kişinin sayfaların yanına almış olduğu notlardan çok etkilenir. Kütüphaneden o kişinin adresini bulur ve cephede olduğu günler boyunca onunla mektuplaşır. Dönüşüne yakın asker kıza bir fotoğrafını gönderir ve onu karşılamasını ister, onu tanımak için kendisinden de bir fotoğrafını talep eder. Kız “görünümün ne önemi var, önemli olan kalpler değil mi” diye askerin isteğini gerçekleştirmez ancak yakasında tanınmak için kırmızı bir karanfil bulunduracağını söyler. En sonunda tren istasyona varır ve adam arayan gözlerle etrafa bakarken kendisine gülümseyerek yaklaşan muhteşem zarif bir kadın görür, ona doğru ilerlerken yakasında çiçek olmadığını fark eder ve aynı anda arka tarafta yakasında bir çiçekle duran kısa boylu, tombul, pardösünün altından görünen kalın bilekleriyle duran bir kadın görür. Bu arada gülerek yaklaşan o zarif kadın askere tanışma teklif eder. Asker bir an uzun boylu zarif kadın ve arkada duran, kalbine ve kelimelerine aşık olduğu diğer kadın arasında kısa bir duraksama geçirir. Her şeye rağmen kafasını toparlar ve emin adımlarla karanfilli kadına doğru ilerler. Merhaba diyerek ona ismiyle hitap eder. Fakat şişman kadın isminin bu olmadığını bu ismin biraz evvel yanından geçip giden o güzel kadına ait olduğunu ve karanfili takmasını onun istediğini, eğer kendisine bu isimle hitap eden birisi olursa istasyon dışındaki kafeye gelmesini istediğini söyler. Ayrıca bunu neden yapıyorum diye sorduğunda genç kadının ona “bu bir sınav” dediğini söyler.

Aslında bu görünüşe, cazibeye aldanan bir çok erkeğin sınıfta kalacağı türden bir hikaye. Aslında bu kadınların muhteşem aklının kanıtlandığı bir hikaye. Aslında bu kadınların nasıl güven sorunu olduğu ile ilgili de bir hikaye. Beni gerçekten seviyor mu? Hayatımızdaki erkekleri bu kadar bariz testlere tabi tutalım ya da tutmayalım, farkında olarak ya da olmayarak, kadın ya da erkek hepimiz sınavlardan geçiriyoruz. Sadece sevgili, karı koca ilişkilerinde de değil üstelik bu testler, her yerde, tüm ilişkilerde. Bana göre doğru olan, sevgiliye gelen ve güzelliğinden emin olan o kadının kendi yakasında karanfille askerin karşısına çıkması, hayatta ki kendi testini karşılaması. “Ben askerin yerinde olsam dışarıdaki kafeye uğramazdım bile” diyesim var, kendi değerlerime baktığımda bu kesinlikle doğru. Durup düşündüğümde ise değerlerim bazen uymuyor bana, ilişkilerimde istemesem de testler var benim. Yukarıda geçen hikayede olduğu kadar manipülasyon yapmasam da, güven testlerini bu kadar bariz uygulamazsam da kendime göre ilişki testlerim var. Oysa ne güzel oluyor ilişkiyi test etmeden yaşadığımda, “kendimden emin” yaşadığımda. Hislerimi dobra dobra paylaştığımda. Kızgın mısın diye sorulduğunda, hayır değilim diye kızgın kızgın cevap vermektense evet kızgınım ve şu sebeple, şunları hissettiğim için kızgınım demek ne rahatlatıcı. Kendi bakış açını ifade edebildiğin için rahatlatıcı, başkalarının bakış açısını da görme şansın olduğu için rahatlatıcı. İlişkide taşın altına elimi soktuğumda ve açık olduğumda sorumluluğu yerine getirmiş hissederim kendimi. Bunun özgürlüğünü yaşarım. Gönlü ferah yaşamak, orada bir şey tutmadan yaşamak, yük taşımadan yaşamak bu. Gönlüm ferah olacak diye kalp kırmaktan bahsetmiyorum elbette, bir yumuşaklıktan, bir zarafetten bahsediyorum, açıklıktan, kendine güvenden, değerlerin hakkını vermekten bahsediyorum.

Gönüllerin ferah olduğu günler dilerim.… 

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Tabi ki "her anne" yürekten teşekkürü hak eder.

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 21:50 | 1 Yorum
Facebook ta görüyorum, "anneler günü" ile ilgili mesajlar, fotolar, videolar, şiirler gelmeye başladı. Hem canım annemin yanımda olması hem de bir anne olarak bu güzel bir gün. Nedense bir garip hissediyorum.

Ben elli yaşındayım ve artık arkadaşlarımın içinde, yakınlarımın içinde annelerini kaybeden buruk yürekler de var, anneye duyulan hasretten bahsediyor ve fotoğraflar paylaşıyorlar. Bir gün “benim en büyük zenginliğim arkamdan dua eden bir annem olması” yazılı pankart taşıyan bir kızın resmini paylaşmıştım ve tatlı arkadaşlarımdan birisi “ben fakirim ne yazık ki” diye yorum yazmıştı. O yorumu gördüğüm an başımdan kaynar sular indi. O günden beri elim varmadı daha anne desteği temalı yazıları paylaşmaya. Arkadaşımın burukluğunu, hasretini, bahsetmese de yalnızlığını içimde hissettim. Kaybettiğimiz tüm annelerimize Allah’tan rahmet diliyorum nur içinde yatsınlar.

Annem, anneannemi kaybettiğimizde “işte şimdi büyüdüm” demişti bana. Kendime bakıyorum da evet 50 yaşında hala bir çocuğum. Sırtımı hala anneme yaslayabilmenin rahatlığı içindeyim. Aç mıyım, tok muyum, param var mı, çantam ağır mı, yüzüm mü asık, doktora benimle gelsin mi, pazara gidiyor bir şey ister miyim, sevdiğim yemekten yapmış uğrayıp alayım mı, o mu bıraksın? Ben hiç büyümek istemiyorum.  Ne keyifli böylesi ya. Kime ne olacağı Allah’ın bileceği iş tabi ki ama eninde sonunda bir gün büyüyeceğimi biliyorum. Yaşayacağım ne kadar gün varsa "Anneler Günü" gibi yaşamak istiyorum. Yaptığım her bilmişlik için, gösteremediğim sabır için, kucaklayamadığım her gün için, ayıramadığım zaman için özür diliyorum. Aktardığı değerler, her an hissettirdiği sevgisi, içindeki çocuk neşesi, çocuklarım derken yüreğinin titreyişi, doğallığı, yüreğindeki dilinde hali için dünyanın en şanslı çocuğu hissediyor ve teşekkür ediyorum. Tabi ki "her anne" yürekten teşekkürü hak ediyor.

10 Şubat 2014 Pazartesi

Bulutların İlhamı

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 20:01 | Yorum Yap
İçimde yaşadıklarım bazen
Yaşamak istediklerim değil,
Benim doğrularım bazen
Senin doğruların değil.

Buluştuğumuz yer var
Kimse bilmez nerededir,
Ya sen beklersin ya da ben
Orası sonunda hep vardığımız yerdir.

Sessiz kalınca duyuyorum
Aydınlanınca görüyorum
Her döndüğümde gerçeğe
Seni hep kalbimde buluyorum

2 Aralık 2013 Pazartesi

Nehir Olup Akmak

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 23:35 | 1 Yorum

Bugün bir nehir oldum ben
Sessizliğin içinde kendi sesi ile akan
Karanlığın içinde parıltılarımı saçıp
Göğsümde kabulü kucakladım ben

Ağarmasını beklerken günün
Yoluma düşen kaya ile dost oldum 
Akmaya izin aldım, gülümsedim
Ve gururu yaşadım 

Bugünlerde yaşadıklarım nedense böyle dökülüyor kelimelere..Kendimi bir nehir gibi düşünüyorum, engellerimi ise yoluma düşen bir kaya. Hayat ne kadar dinamik ve asla dur durak bilmiyor. Hep bir uğraş, yeni bir heyecan, şüpheli bulutlar, peşi sıra onları dağıtan güneş ve gök kuşağı ile mucizeye tanık olmak. Bir karnaval içinde yaşıyoruz. Ya gürültü itiş kakıştan rahatsız olacağız ya da renklerin kendisi olup kortejde eğleneceğiz. Özgürce:-) 

24 Eylül 2013 Salı

Aynı yerde kalmak insan doğasına aykırı

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 00:29 | 1 Yorum

İstikrarlı olmak zordur. Hep çizgiyi muhafaza etmek, yönünü korumak. .İnsan dalıveriyor ve sapıyor yolundan, bir uyarı cihazı da yok ki “biiip” ötsün sen sapınca. İste onun için hedeflerle çalışmak, onları yazmak, gözünün önünde tutmak ve her zaman kontrol etmek önemli ama daha önemlisi o hedefi bulmak, sana ait olanı, seni besleyeni. Ve üzerinde düşünüp kafa yormak, şekil vermek, işlemek, yaratmak, çoğaltmak ve paylaşmak.

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Seminerin adı; "Bir Kirpiye Nasıl Sarılırsınız?"

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 14:46 | 3 comments

Dün akşam, bana ismi oldukça ilginç gelen bir seminere katıldım.
Seminer konusu: ”Bir kirpiye nasıl sarılırsınız.?”

Kirpiler sevimli hayvanlardır tamam da sanırım sarılmak pek hoş olmaz onlara, ne de olsa dikenleri batar ve acı verir. İlanı görünce etrafta ne de çok kirpi gibi dikenleri olan insanlar var diye düşündüm. Nedir bakalım başa çıkmanın yolu derken bir sürpriz oldu ve kendimi en baba kirpi ilan ettim çünkü, Yogesh Sharda nın saydığı tüm kirpi özelliklerinde kendimi de gördüm.. Çok da zalim olmayacağım kendime, kirpilik hallerimin çok nadir ve kısa süreli oluyor. Bu gibi kirpi durumlarında ben genellikle ortalıklarda pek görünmemeyi tercih ederim. Bilirim batacağımı başkalarına hele en yakınımdakilere. Zor insan oluveririm onlara.

İlişkilerde, karakter özellikleri bize uymayan insanları kirpi olarak değerlendirdiğimiz konuşuldu. Mesela çok ciddi ve titiz tabiatımız var ise hayatı o kadar da ciddiye almayan kişiler bize göre kirpi olur ya da tam tersi. Düşündüğüm zaman bu tip farklılıklara tolerans göstermem kolay oluyor benim, kirpilik yapmıyor, dikenlerimi batırmıyorum. Benim derdim daha başka.

Kirpileştiğim durumlar daha çok hayal kırıklığı yaşadığım durumlar. Dün akşam neden hayal kırıklığına da uğradığımız konuşuldu. Beklentilerimizin karşılanmadığı durumlarda hayal kırıklığı ile incinmişlik hissediyoruz dendi. Ne kadar da doğru. Bir beklenti oluşturuyorum yani aslında bir “hayal”. Sadece ve sadece benim zihnimde. Onu evirir çevirirken, üzerine yoğunlaşırken öylesine inanıyorum ki kendi ürettiğim hayali, beklentiyi gerçek sanıyorum. Buraya kadar sorun yok, sorun o beklenti gerçekleşmediğinde oluşuyor. Bir kirpi oluveriyorum. Bu dönüşümde en çok zararı da ben görüyorum. Ah o pişmanlık var ya batırınca dikenlerimi, üzünce başkalarını, hayal kırıklığından beter çünkü dikenler en çok beni acıtıyor. Reçetesi ise “beklentilerine olan bağımlılıktan kurtulmak”. Bir yerde özgür olmak, hafif olmak, kendine dönük olmaktır. Bağımsızlık mertebesi ise yüksek bir ruhsal seviye gerektiriyor. İçine dönüp bakan, ben kimim sorusuna cevap arayan kişilerin gayretidir hep bu mertebeyi korumak.  Hepimize nasip olur inşallah. Aklımızın kilitleri açık olsun, gerçekle hayali ayırt etme gücümüz olsun.

Sevdiğim bölümlerden birisi de şu oldu. “Olan oldu, durumu unut. Dersini al ve geleceğe sadece onu taşı.” Neden? Çünkü daha güçlü bir yaşam için olanlardan ders almak. Bu durumda kendimiz için yaratabileceğimiz iki seviye var. Birisi her şeyin olup bittiği seviye bir diğeri ise, her durumun altında aslında ilerleyebileceğim bir ruhsal sebebin olduğunu bildiğim seviye. Ve ruhsal sebeplerde mutlaka bir erdemimizi ortaya çıkarmak için oradalar. Örneğin affedicilik, kararlılık, güven, sabır, istikrar..vs.

Bir de ödevimiz vardı, her hafta bir erdemle ilgili düşünmek ve çalışmak. Zihnin olumluluk ile çalışması için ona iş vermek ve böylece düşünce enerjimizi bir üst seviyeye taşımak.Çünkü “bütün hayatımız düşünce enerjimizi nasıl kullandığımızın yansıması”..


Zihne ödev vermek isteyenlere kolay gelsin.

9 Haziran 2013 Pazar

Zorunluluk olarak mı? Sevgi ile mi?

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 13:24 | 2 comments
BK Kadikoy facebook sayfasından
BK Kadıkoy facebook

Hayatta ki rollerimize baktığımızda, anne olarak, evlat olarak, vatandaş olarak, çalışan olarak, arkadaş olarak, çok doğaldır ki yapmak zorunda olduğumuz çok fazla şey var. İstesek de istemesek de bir sorumluluğumuz varsa bunu yerine getiririz. Öyle gördük, öyle de beklenir.  Zorunluluklar bazen gözümüzde büyür, sırtımızda kambur olur, hayatımızı zorlaştırır. Sadece kendi zorunluluklarımız olsa içimiz gam yemez, bir de el alemin zorunluluklarındadır gözümüz, işte bu da kamburun kamburudur bize.

7 Mayıs 2013 Salı

Seçmece rüya:-)

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 10:53 | 1 Yorum

2 Nisan 2013 Salı

Pollyanna'ya laf ettiler, kanıma dokundu:-)

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 13:02 | 2 comments

Hepimizin bildiği Pollyanna oyunu vardır, oyunu “her olayın içinde mutlaka iyi olan bir tarafını bulmak ve ona odaklanıp sahip olduğun neşe ve hayat enerjisini kaybetmemek, üstelik öyle ki bunu başkalarına da bulaştırmak” şeklinde tarif edebiliriz.
Geçenlerde bir sohbet esnasında arkadaşlarımdan birisi hikayenin içinde geçen Pollyanna’nın koltuk değnekleri ile yürürken bile bunun iyi bir tarafını bulup onunla mutlu olması ile alay etti. Bu arkadaşım kendisini “gerçekçi” olarak tanımlıyor. Vallahi kanıma dokundu, benden bir parçaya laf etmişler gibi geldi. Bu arada Pollyanna’nın hikâyesinin akışını anımsamaya çalıştım, bir de baktım ki aslında unutmuşum. Evet, ben çocuk kitabı Pollyanna’yı bu yaşımda yeniden okudum. Bu kafamla bile hala ben bir Pollyanna’cıyım.

Sayfa Görüntüleme