24 Eylül 2013 Salı
16 Temmuz 2013 Salı
Hep Sevgili Kalalım-Fatma Torun REID
Gönderen
zamandegerlidir.blogspot.com
02:01
|
Yorum Yap
Bazı kitapları okurken, yazara yakınlık duyar, onu tanıyormuş hissine kapılır ya da açıp telefonu, kendimi tanıtıp tatlı bir sohbet için kahveye davet etmek isterim. İşte "Hep Sevgili Kalalım" kitabını okurken de aynı şey oldu. Bir hikaye kitabı ya da roman filan değil. Aile ve çiftler terapisinde klinik çalışmalar yürüten uzman psikolog “Fatma Torun REID” tarafından yazılmış kendisinin psikoterapi çalışmalarından örnekler verilerek yazılmış bir kitap.
Gözü korkutan bir cümle kurduysam özür dilerim, yanlış anlaşılmak istemem zira anlatılan her olay, onu izleyen gözlem ve sonuçlar öyle tatlı bir dille anlatılmış ki, romantik desem yeridir. Aktardığı vakalarda seçilen kişiler ya da ilişkiler kendi içinde çok özel ve farklı farklı olayları anlatsa bile, kendinizden ya da ilişkilerinizden bir parça illaki buluyorsunuz.
Çocukluğumuzun ilk üç yılının ve ergenlik dönemimizin bitmemiş
işlerini nasıl bugüne taşıdığımızı, daha doğrusu bugünün sevgili, eş ve evlat gibi
önemli ilişkilerine nasıl taşıdığımızı anlatıyor. Geçmişin bitmemiş işlerini
tamamlamamıza yarayacak eşlerimizi nasıl seçtiğimizi anlatıyor.
Eşimi düşündüğüm zaman, ikimizin bazı karakter
özelliklerini, hayata bakış açımızı, alışkanlıklarımızı... kuzey ve güney gibiyiz.
Nasıl oldu da birbirimizi seçtik, nasıl oldu da aşık olduk evlendik ve nasıl oldu
da iyi kötü zamanlarla 20 yılı devirdik. Ben bu kitabı okurken bu soruların
hepsinin cevabını buldum. Boşlukların yani derin çukurların, yığılmış
tepelerin, yollar açmak için sökülüp açılmış ağaçların, yolları kesen
barikatların farkına vardım. Bana eşimi seçtiren neydi sorusunun cevabını
buldum. Bu rahatlatıcı, düşündürücü ve aslında umut verici, çocukken birden
abla ya da ağabey olduğunu farkına varıp büyümek gibi. Bilinmeyenin bilinir olduğunda kendine
duyduğun güven gibi.
Hep sevgili kalabilmek gerçek anlamda kendini bulabildiğin
zaman ama bunu birlikte yapabildiğin zaman mümkün. Fatma Torun hep sevgili
kalabilmenin bir tavır meselesi olduğunu söylüyor. Kişinin birlikteliği yürütme
niyeti, yapılan gayreti görmesi, kendine, diğer insanlara ve dünyaya sevgi
penceresinden bakabilme özelliği diyor. İşte o zaman "Murat Özgül" tarafından hazırlanmış o kitap kapağında olduğu gibi kurumuş onca yaprağın içinde hala baharı yaşayan yemyeşil iki yaprak gibi kalıyorsun.
Okurken kızımı da çok düşündüm, tamamlayamadığı neler var
acaba ilerde ilişkilerine taşıyacak olduğu? Hem kendimiz hem de geleceğe
hazırladığımız evlatlarımız için okunacak bir kitap.
13 Temmuz 2013 Cumartesi
Seminerin adı; "Bir Kirpiye Nasıl Sarılırsınız?"
Gönderen
zamandegerlidir.blogspot.com
14:46
|
3
comments
Dün akşam, bana ismi oldukça ilginç gelen bir seminere
katıldım.
Seminer konusu: ”Bir kirpiye nasıl sarılırsınız.?”
Kirpiler sevimli hayvanlardır tamam da sanırım sarılmak pek
hoş olmaz onlara, ne de olsa dikenleri batar ve acı verir. İlanı görünce
etrafta ne de çok kirpi gibi dikenleri olan insanlar var diye düşündüm. Nedir
bakalım başa çıkmanın yolu derken bir sürpriz oldu ve kendimi en baba kirpi
ilan ettim çünkü, Yogesh Sharda nın saydığı tüm kirpi özelliklerinde kendimi de
gördüm.. Çok da zalim olmayacağım kendime, kirpilik hallerimin çok nadir ve kısa süreli
oluyor. Bu gibi kirpi durumlarında ben genellikle ortalıklarda pek
görünmemeyi tercih ederim. Bilirim batacağımı başkalarına hele en yakınımdakilere.
Zor insan oluveririm onlara.
İlişkilerde, karakter özellikleri bize uymayan insanları
kirpi olarak değerlendirdiğimiz konuşuldu. Mesela çok ciddi ve titiz tabiatımız
var ise hayatı o kadar da ciddiye almayan kişiler bize göre kirpi olur ya da
tam tersi. Düşündüğüm zaman bu tip farklılıklara tolerans göstermem kolay
oluyor benim, kirpilik yapmıyor, dikenlerimi batırmıyorum. Benim derdim daha başka.
Kirpileştiğim durumlar daha çok hayal kırıklığı yaşadığım
durumlar. Dün akşam neden hayal kırıklığına da uğradığımız konuşuldu.
Beklentilerimizin karşılanmadığı durumlarda hayal kırıklığı ile incinmişlik
hissediyoruz dendi. Ne kadar da doğru. Bir beklenti oluşturuyorum yani aslında
bir “hayal”. Sadece ve sadece benim zihnimde. Onu evirir çevirirken, üzerine
yoğunlaşırken öylesine inanıyorum ki kendi ürettiğim hayali, beklentiyi gerçek
sanıyorum. Buraya kadar sorun yok, sorun o beklenti gerçekleşmediğinde
oluşuyor. Bir kirpi oluveriyorum. Bu dönüşümde en çok zararı da ben görüyorum.
Ah o pişmanlık var ya batırınca dikenlerimi, üzünce başkalarını, hayal
kırıklığından beter çünkü dikenler en çok beni acıtıyor. Reçetesi ise “beklentilerine
olan bağımlılıktan kurtulmak”. Bir yerde özgür olmak, hafif olmak, kendine dönük
olmaktır. Bağımsızlık mertebesi ise yüksek bir ruhsal seviye gerektiriyor. İçine
dönüp bakan, ben kimim sorusuna cevap arayan kişilerin gayretidir hep bu
mertebeyi korumak. Hepimize nasip olur
inşallah. Aklımızın kilitleri açık olsun, gerçekle hayali ayırt etme gücümüz
olsun.
Sevdiğim bölümlerden birisi de şu oldu. “Olan oldu, durumu
unut. Dersini al ve geleceğe sadece onu taşı.” Neden? Çünkü daha güçlü bir
yaşam için olanlardan ders almak. Bu durumda kendimiz için yaratabileceğimiz
iki seviye var. Birisi her şeyin olup bittiği seviye bir diğeri ise, her
durumun altında aslında ilerleyebileceğim bir ruhsal sebebin olduğunu bildiğim
seviye. Ve ruhsal sebeplerde mutlaka bir erdemimizi ortaya çıkarmak için
oradalar. Örneğin affedicilik, kararlılık, güven, sabır, istikrar..vs.
Bir de ödevimiz vardı, her hafta bir erdemle ilgili düşünmek
ve çalışmak. Zihnin olumluluk ile çalışması için ona iş vermek ve böylece
düşünce enerjimizi bir üst seviyeye taşımak.Çünkü “bütün hayatımız düşünce
enerjimizi nasıl kullandığımızın yansıması”..
Zihne ödev vermek isteyenlere kolay gelsin.
7 Temmuz 2013 Pazar
Ekümenopolis
Gönderen
zamandegerlidir.blogspot.com
17:00
|
1 Yorum
Derler ki fareler adamın kulağını uyurken üfleye üfleye yermiş. İşte uyanıp da kulağımızı kemiren fareyi fark etmemiz için büyük emekle hazırlanmış bir belgesel. Saraybosna Film Festivali'nden İnsan Hakları Ödülü ile dönen "EKÜMENOPOLİS - Ucu Olmayan Şehir".. Rant peşindeki siyasetçilerin elinde didik didik edilen bir buket çiçek İSTANBUL.. 3. Köprüyü çevrecilerin şımarık kaprisi diye nitelendiren, gözlerini sımsıkı yummuş olanlara uyanış için güzel bir belgesel.
Avrupa'yı Asya'ya bağlayacak karayollarının adımını atmak uğruna bu köprüyü yapacağını söylüyor Başbakan. 3. Köprünün transit geçişi alarak köprülerde rahatlama yaratacağını savunanlara ise İTÜ İnşaat Fakültesi Profesörlerinden Sn. Haluk Gerçek, transit trafiğin toplam trafik içindeki payının %3 bile olmadığını belgelere dayanarak söylüyor.
9 Haziran 2013 Pazar
Zorunluluk olarak mı? Sevgi ile mi?
Gönderen
zamandegerlidir.blogspot.com
13:24
|
2
comments
BK Kadıkoy facebook |
Hayatta ki rollerimize baktığımızda, anne olarak, evlat olarak, vatandaş olarak, çalışan olarak, arkadaş olarak, çok doğaldır ki yapmak zorunda olduğumuz çok fazla şey var. İstesek de istemesek de bir sorumluluğumuz varsa bunu yerine getiririz. Öyle gördük, öyle de beklenir. Zorunluluklar bazen gözümüzde büyür, sırtımızda kambur olur, hayatımızı zorlaştırır. Sadece kendi zorunluluklarımız olsa içimiz gam yemez, bir de el alemin zorunluluklarındadır gözümüz, işte bu da kamburun kamburudur bize.
7 Mayıs 2013 Salı
2 Nisan 2013 Salı
Pollyanna'ya laf ettiler, kanıma dokundu:-)
Gönderen
zamandegerlidir.blogspot.com
13:02
|
2
comments
Hepimizin bildiği
Pollyanna oyunu vardır, oyunu “her olayın içinde mutlaka iyi olan bir tarafını bulmak
ve ona odaklanıp sahip olduğun neşe ve hayat enerjisini kaybetmemek, üstelik
öyle ki bunu başkalarına da bulaştırmak” şeklinde tarif edebiliriz.
Geçenlerde bir sohbet esnasında arkadaşlarımdan birisi hikayenin içinde geçen Pollyanna’nın koltuk değnekleri ile yürürken bile bunun iyi bir tarafını bulup onunla mutlu olması ile alay etti. Bu arkadaşım kendisini “gerçekçi” olarak tanımlıyor. Vallahi kanıma dokundu, benden bir parçaya laf etmişler gibi geldi. Bu arada Pollyanna’nın hikâyesinin akışını anımsamaya çalıştım, bir de baktım ki aslında unutmuşum. Evet, ben çocuk kitabı Pollyanna’yı bu yaşımda yeniden okudum. Bu kafamla bile hala ben bir Pollyanna’cıyım.
Geçenlerde bir sohbet esnasında arkadaşlarımdan birisi hikayenin içinde geçen Pollyanna’nın koltuk değnekleri ile yürürken bile bunun iyi bir tarafını bulup onunla mutlu olması ile alay etti. Bu arkadaşım kendisini “gerçekçi” olarak tanımlıyor. Vallahi kanıma dokundu, benden bir parçaya laf etmişler gibi geldi. Bu arada Pollyanna’nın hikâyesinin akışını anımsamaya çalıştım, bir de baktım ki aslında unutmuşum. Evet, ben çocuk kitabı Pollyanna’yı bu yaşımda yeniden okudum. Bu kafamla bile hala ben bir Pollyanna’cıyım.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)