Yaşıyorum Yazıyorum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yaşıyorum Yazıyorum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2013 Cumartesi

Ben insanları seviyorum..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 19:56 | 4 comments

Benim twitter listemde genellikle arkadaşlarım, gazeteciler, kitap yazarları, quotes atan siteler var. Aslında bir alışkanlık değil bende twitter, sadece arada sırada aklıma geldiğinde boş kaldığımda, vapurda, otobüste baktığım bir vakit geçirme aracı. Attığım twitlerde sadece kendi blog yazılarımla kısıtlı.

Birkaç zaman evvel retweet edilen mesajlarda çok hoşuma giden üzerinde düşündüğüm bir twit almıştım, sonra da kim atmış aslında bu twiti diye baktım ve gönderdiği diğer mesajlar hoşuma gittiği, beni gülümsetip bazen de düşündürdüğü için takip etmeye başladım. Bugün bir sürpriz oldu ve sessiz sedasız, attıklarını zevkle izlediğim o kişi de beni izleme listesine ekledi. Yani çok fazla paylaşım yapmadığım için hayal kırıklığı yaratmam olası. Belki de bir gün gerçekten karşılıklı sohbet edeceğim bir arkadaşlık bile kurabilirim onunla, kim bilir? Belki de twitter raconu gereği seni ekleyeni sende ekle durumu vardır, olsun varsın.

Ben insanları seviyorum, yeni dostlukları seviyorum. Tanımadığım kişilere gülümsemeyi seviyorum, tanımadığım kişilere ilham vermekten mutlu oluyorum, onları dinlemekten zevk alıyorum. Görmediğim arkadaşlarımı özlüyor ve sadece özlediğim için sebepsiz arıyorum. Demet bana bir gün “nasıl bu kadar yeni insanı hayatına sokabiliyorsun, bir de onlara nasıl vakit ayırıyorsun” diye sormuştu. Düşündüğümde bunun için özel bir çabam olmuyor aslında, kendiliğinden izliyor her şey birbirini. Herkes de öyle güzel değerler var ki, sıkı sıkı kapatsalar bile kendilerini bazen, o değerleri görmek ve  izlemek var olduklarını muhteşem.

Bankadan emekli olduktan sonra bir süre eğitimler vermiş sonra işlerin değişik şekilde gelişmesi ile ara vermek zorunda kalmiştım ancak ben yine eğitim danışmanlığı işime geri döndüm. Yeni insanlarla tanışıyor, onlara ilham veriyor ve onlardan ilham alıyorum. Sadece kendi yaşadıklarımdan değil başkalarının da yaşamlarından da öğreniyorum. Onların şikayet modundan çıkıp, çözüm üreten moda geçtiklerini izlemeyi, tanıdığım tanımadığım kişilerle işbirliği yapmayı seviyorum. Paylaşmayı çok seviyorum, faydalandığım ne varsa herkes de faydalansın istiyorum. Herkes mutlu olsun, ben de mutlu olayım istiyorum.

Hepimize doğamızda var olan mutluluğu ve sevgiyi her nefes alışımızda hissetmeyi diliyorum:-)

5 Ocak 2013 Cumartesi

Hepimize ödüllü günler..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 17:25 | 2 comments
Bir gün uyanmış, elleri boş. “Almışlar” elindekileri..Düşünmüş, ne vardı elimde demiş?

O anda insan çıplak mı hisseder? Ağır mı hisseder? Bomboş, soğuk  bir arazide mi hisseder? Sağa sola gidilecek yollara bakar, çalılar, taşlar, çakıllar, nasıl da çekilmiş sadece onun için serilen halılar.  Kıpırdayamaz, batmasın ayaklarına dikenler, acıtmasın çakıllar. Oturur oturduğu yerde bekler gelsinler diye. Oysa uzaktadır onu sevenler. Seyreder o, açık hava araba sinemasında kocaman ekran karşısında ama ne patlamış mısır var ortada ne de kola. O kocaman perde de oynar onun da içinde olması gereken film. Görüntüler gelir geçer, perde ona el sallar, oyuncular “gel,gel” der, candan yürekten. O sadece yok der kafayı hafifçe yukarı kaldırır, dudaklarının kenarları aşağı çekilir. “Yok ben oraya gelmek için bu dikenleri çakılları geçemem, canım acımasın benim”.

Bedel ödemek esastır bu dünyada, öyle böyle ödersin. Yürürsün dikenli yolda, girersin filmin karesine, unutursun acıyan yerleri, bakarsın yaralar hatta izler  yok olmuş.

Can acısıysa cesaretin bedeli, özgürlüktür onun ödülü.

Hepimize ödüllü günler.

27 Aralık 2012 Perşembe

Uyanamadım ki..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 08:41 | 1 Yorum
Ne güzeldi sabaha karşı
Aklıma dizilen kelimeler,
Uzanamadım kâğıda
Hepsi senin içindiler oysa.

Sözcükler uçup gitse,
Kalmasa dudaklarımda
Hissi tamamen aklımda,
Canımda, kilit altında..


25 Aralık 2012 Salı

Kendine iyi davran:-)

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 03:16 | 1 Yorum

Ayrılırken bana “kendine iyi davran” dediğinde, yüzünde diğer insanlardan farklı bir veda cümlesi söylemiş olmanın verdiği hazzı, tıpkı bulaşık deterjanı reklamlarında, bardağın “cink” diye parlaması gibi, sırıtışında gördüm. Bu artık kendi niyet bozukluğumdan mı yoksa bir arkadaşımın kendini överken diline pelesenk ettiği gibi, üçüncü gözümün açık olmasından mı bilemedim. Diyemez miydi herkes gibi “kendine iyi bak”.
Düşündüm ondan ayrıldıktan sonra yolda, kendine iyi bakmak, hasta olmamak için üşütmemek, ağır taşımamak, beslenmeye dikkat etmek, bilgisayar başında çok kalırsam iki üç saatte bir boyun kireçlenmesini önleyici hareketleri yapmak, saçını başını düzgün tutmak, günlük temizlik vs. Peki ya kendine iyi davranmak. Daha içsel bir olgu bu. Fizikselin ötesine geçmek ve ruha hitap etmek gibi. Kendim için hareketlerimde ve sözlerimde iyi olmanın dışında düşüncelerimde de iyi olanı seçmek gibi. Günün sonunda bana kendimi en iyi hissettirecek olan benim kendime olan tutumum değil mi? Bizler kan kussa da kızılcık şerbeti içtim diyenler değil miyiz? Maskelerimiz yok mu bizim? Çıkmaz mı sonunda öfke dışarıya, düşmez mi maskelerimiz bizim? Düşer be ya! Sen kendine ne kadar iyi bakarsan bak, maskenin altından olur sızıntı. Peki ya kendine iyi davranmak, maskenin altının pırıl pırıl olmasına sebep olmaz mı? Olur vallahi! İyi de o zaman maske mi olur? Olmaz vallahi! Zira kendine iyi davranan başkalarına da doğal yoldan iyi davranır. Kendisi ile iletişimi iyi olanın başkaları ile de iletişimi iyi olur.
Sanırım yaşamı dönüştürmek değiştirmek, bekli de sanat gibi yaratmak burada yatıyor. Bu dönüşüm ise sahip olduğum meziyetlerimi erdemlerimi ortaya çıkarmadan, kullanmadan olmuyor. Yani ruhumun mücevherlerini parlatmadan olmuyor.
Şimdi soruyorum, bugün;
Hangi davranışlarım sevgiyi ortaya koydu?
Kendimi hangi dakikalarda huzurlu hissettim?
En çok hangi anlarda mutluluğu hissettim?
En güçlü olduğum an ne yaptığım andı?
En bilge tavrım hangisiydi?
En saf dakikalarımda aklımda ne vardı?  

Bu soruların altlarını doldurabiliyorsam kendime iyi davranmaya niyet etmiş, bu soruların cevaplarını “gün boyu” na çevirebiliyorsam kendime iyi davranmaya başlamışım demektir. Maskeye kimin ihtiyacı var?

Gerçekten dilerken kendime iyi davranmamı, sen de bunları mı düşündün? 
Sağolasın:)

5 Aralık 2012 Çarşamba

Renin gibi

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 20:09 | Yorum Yap

Resim çizsem morlu sarılı yeşilli
En çok hangi çiçeğe benzer desem
Neresine koysam onu tualin
İnce zarif ruhlu mor menekşem
Ne dost desem ne akraba

Geriye ne kaldı diyene
İnsanı tarif etsem
Bir ırmak olup akan yılların
İçine sadece çiçekler eksem

Zeynep





1 Aralık 2012 Cumartesi

Bu sene üniversiteye hazırlık senemiz

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 19:55 | 2 comments

İki gün önce Facebookta oyalanırken bir arkadaşımın sayfasında bulunan çocukluk resimlerimize ulaştım. Hande, bir yaz tatilinde Amerika’ya teyzesinin yanına gitmişti, gidiş o gidiş. Tüm lise yıllarımız onsuz geçti, gelenle gidenle gönderdiği gençlik dergilerinin içine sıkıştırılmış mektuplarda paylaşıldı sırlar. Bakarken resimlerimize, aklım o yaşlardaki halime çekildi. Annem hep yakın arkadaştı bana, hata yaptığımda paylaşabileceğim bir arkadaş. Sıkı sıkı tembih ederdi, darda kaldığında ilk annelere söylenir çünkü bir annenin sevgisi öyle büyüktür ki yaptığını beğenmese de senin için en tarafsız olandır o, sadece senin iyiliğini düşünerek sana ne yapman gerektiğini söyler. Beni severken, överken senin kızında senin gibi olsun derdi. Ne güzel bir övgü değil mi? Ben de kızımı aynı sözlerle büyütüyor ve onu aynı övgü ile seviyorum. Ama annemin gözden kaçırdığı kara tarafı bertaraf etmek için, senin kızın da senin bu güzel huylarına sahip olsun olsun diye seviyorum.

Ah şu kara taraflar yok mu? O kara tarafıyla karşılaştığımda, hemen o zamanlardaki duygularımı ve bana onları yaptıran içimdeki antagonisti düşünüyorum. Aldığım ama uygulamadığım nasihatleri, ila da duvara mı çarpman lazım? sitemlerini aklıma getiriyorum.

Bu sene üniversiteye hazırlık senemiz. Okul açılışı ve yoğun dershane programı başlarda stres yarattı zira güzel kızım, "benim ve babasının istediği gibi" derslere erkenden kapanmadı. Evde gerginlik, bizim onu hizaya sokma çalışmaları derken sıkı takip ve Nisan’ın isyanı. Evde mutsuz dönem.

Mutsuzluk varsa yanlışlık da var. O zaman doğru olan ne? Hep beraber oturduk, o bizi dinledi biz de onu, sesler yükseldi,göz yaşları ziyan oldu ve en sonunda, doğru olan herkesin üstüne düşeni yapması, kendi sorumluluğunu üstüne alması dedik. Bunun için güven, sabır ve işbirliğinin dengesi gerekti. Onun yerine çalışamayız ama onun ortamını düzgün tutar, vaktinden çalan, konsantrasyonu bozan ne varsa ona göre ayarlayabilirdik. Çenemizi sıkı sıkı tutar, sabreder ve işlerin düzene girmesini bekleyebilirdik. Biz de öyle yaptık. Zaman zaman benim sabrım taştı, Murat yatıştırdı, onun ki taşınca da ben. Önceleri sadece olması gerektiği için var etmeye çalıştığımız huzur, yerini doğal huzura bıraktı galiba. Şimdilerde kızım dengeyi tutturmuşa benziyor. Sonuç her şey olabilir, kazanır ya da kazanamaz ama herkes elinden gelenin en iyisini yapmış olur. Önümüzde daha bir kaç ayımız var. Sabrın sonu selametmiş. Hepimize sabırlar ve evlatlarımıza başarılar. 



19 Mayıs 2012 Cumartesi

İyi dostlar biriktirdim..Hepsi ailem oldu.

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 10:44 | 8 comments

Şebnem Ferah’ın şarkısının bu iki satırı bugünlerde ağzımdan düşmüyor çünkü biriktirdiğim iyi dostlarım her an bunu hatırlatıyor, o zaman da ben dünyanın en şanslı insanıyım diyorum.


Şansım Karadeniz Ereğli gibi seçilmiş birçok insanın bulunduğu küçük kasabada başlamış. O zamanlar Ereğli Demir ve Çelik fabrikasının kuruluş yılları, artan nüfusa karşılık yetmeyen sağlık imkanları sebebi ile ailede yüksek otorite, deniz subayı dedem, annemin İstanbul’da doğum yapmasını uygun görür, derken kara ulaşımının pek yeterli olmadığı küçük kasabamda annemin Ereğli’den İstanbul’a doğum için Samsun gemisi ile gitmesi kararlaştırılır. Ekim ayı, dalgalı bir hava, limana yanaşamayan bir gemi ve gemiye binmek üzere sahilde karnı burnunda olanları merakla seyre dalan 19 yaşında küçük kız, annemJ. Uzun süren yanaşma mücadelesinde deniz galip gelir ve annem gemiye küçük bir botla götürülür. Sağı solu ıslandı mı?, içinde bebek çeyizlerini yerleştirdiği çantasını taşıyan biri var mıydı? bu detayları sormak isterdim ama ben, o koca karınla gemiden uzatılan merdivenden nasıl çıktığına takıldım kaldım.

Doğum sonrası Ereğli’ye dönüş ve Enver Usta’nın evinde geçirilen bebeklik yıllarından sonra, Meydanbaşı durağında, Ereğli’nin ilk büyük marketi Erko’nun yanındaki daha konforlu evimiz.. Yaşadığım o zamanları hatırlamasam da, henüz iki gün önce, bu evde komşu oturduğumuz Filiz Teyzem ve Doğan amcamın 50. evlilik yıldönümlerinde yeniden dinlediğimiz onca anı var. İşte biriktirmeye o zamanlardan başlamışım dostlarımı ben..Meydanbaşı durağındaki evden ilk arkadaşım Yeşim, sobalı evden kaloriferli lojmana 3-4 yaşlarında taşındığımda kapı komşum Hande’m, ilkokul üçüncü sınıfta okul müdürümüzün beni çağırıp ‘tut elinden arkadaşının sınıfa götür’ dediği ama hala ellerimizin sıkı sıkı tutuştuğu Arzu’m, düdüklü tencerede kek yapıp ya patlarsa endişesi ile en arka odada saklandığımız Demet’im, sabah uyanıp, yatarken çıkarmak üzere patenlerimizi giydiğimiz ve sokağın sonunda Gima’nın bulunduğu yüzeyi mermer geniş alanda akrobatik hareketlerle yarıştığımız Erten’im.  Basketbol topunun ardından koştuğum takım arkadaşlarım, bu hafta sonu sınıf toplantısında olacak mıyım diye beni ard arda arayan, hepsine sıkı sıkı sarılmak istediğim sınıf arkadaşlarım..Aklıma düştüğü anda beni arayan Cemal’im. Okul yıllarında kafasını patlatmak istediğim ama şimdi yetiş dediğimde yanımda bitecek olan arkadaşım.Sayarsam yazı bitmeyecek.

Güneşin ardından gelen karanlık bulutlar ve etrafın yağmurla, doluyla alt üst olması sonrası içimde bir anda kabaran yalnızlık hissi mi beni eskilere götüren? Bu yalnızlık hissiyle, bir dosta atılan minik mesaj ve gelen cevapla bana hatırlatılan, yüzümün parlamasına içimde çiçek açmasına sebep olan fırtınalı bir Ereğli havası mı?

Ereğli fırtınalı da olsa, karlı da olsa hep mutlu masal diyarı… Ve bu mutlu masal diyarının çocukları, büyüdüklerinde de en az oradaki dostlukları kadar değerli dostluklar kurmaya devam ettiler. Çünkü sevgiyi orada öğrendiler. Akrabalık bağı olmadan aile olabilmeyi, doğallığı, rahat etmeyi ve ettirmeyi, hayata pozitif bakmayı, kendi durumları ile dalga geçebilmeyi, nazikçe vermeyi, nazikçe almayı orada öğrendiler. Hayatta güzelin de çirkinin de olduğunu ama doğru seçimi yapabilmeyi orada öğrendiler.

Biriktirdiğim ve ailem olan eski yeni tüm dostlarıma bin kere teşekkür ediyorum. Bir sürü arkadaşın olur ama birkaç tanesi dostundur diyenlere de selam ediyorum. Benim kadar şanslı değiller anlaşılanJ

28 Nisan 2012 Cumartesi

Darısı Başıma

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 16:06 | 2 comments

Bosnalı Sejla Kameric’in, "Kırmızısız 1395 Gün" adlı filmini anlattığı İstanbul Modern'de ki bir söyleşinin bana düşündürdükleri


Dönem dönem kendimi rutinin içine sıkışıp kalanlar içinde değerlendiririm. Ama son birkaç aydır değil çünkü geçirdiğim rahat dönemi sanırım oldukça iyi değerlendirdim. Fırsat buldukça farklı yerlere gidip farklı etkinlikler yaptım yeni şeyler öğrendim. Örneğin gezdiğim fotoğraf sergisinde, fotoshop’un sadece vesikalıklarda kırışıklıkları ve sivilceleri yok etmekten ya da ona buna bıyık takıp, tavşan kulağı yapmaktan ibaret olmadığını, bir insanın hayallerini değişik mekanlarda yaptığı çekimleri birleştirmesi ile nasıl anlatabileceğini, nasıl tablo haline getirileceğini gördüm, etkilendim, heyecanlandım ve yine yenilikler için ilham aldım. Müzelere daha sık gider, sergilere ilgi gösterir oldum. Bir ilk yaparak daha önce ne ismini ne de yaptığı işi duymadığım Bosnalı Sejla Kameric’in, "Kırmızısız 1395 Gün" adlı filmini anlattığı İstanbul Modern'de ki bir söyleşiye katıldım. Salonda birbirini tanıyan, selamlaşan akademisyenler, sanat eleştirmenleri bir de armut gibi ben vardım. Kenarda oturup izledim. Sanata kırk beşine kadar çok da ilgi duymamış, hala top peşinde koşan ben, film, resim, heykel, fotoğraf her ne ise, bir yapıtı izlemeden, görmeden ve fikir yürütmeden önce, eserin sanatçısı hakkında, yaşadığı hayat, dönem, ilişkileri, travmaları ile ilgili bilgi sahibi olmam gerektiğini o zaman zevk alabileceğimi öğrendim. Birkaç yıl evvel Salvador Dali gelmişti Sabancı Müzesine, Arzu ve Neşeyle birlikte kızlarımızı alıp hevesle gezmiştik. Ben çok hoşlanmadım Dali’nin bilinçaltının dışa vurumundanJ.  Beni irite etti, anlamsız buldum o tablolara bakmayı, oysa arkadaşım Oktay en sevdiği ressamlardan olduğunu söylemişti bana da, ‘nesini seviyorsun’ demiştim o zaman. Cevabını hatırlamıyorum.. Oktay’ın değişik bir bakış açısı yakaladığı muhakkak. Eh benim de babam sanat tarihinde akademisyen olsa farklı yorumlar yapabilirdim elbet. Umutsuz değilimJ Pera Müzesi’nde Goya sergisine gideceğim ancak bu sefer öncesinden  Küratörün yorumunu okudum yani Dali’de olduğu gibi hayal kırıklığı yaşamayacağım zira kendisinin de içimi açan resimler yapmadığını anladım. Küratör; ‘Goya hem aklı hem de kalbi ile çalışan bir ressam olduğu için her şeyi apaçık görebiliyor ve saray ressamı olmasına karşılık, savaşı zafer gösterisi olarak değil insanlık dramı olarak gösteriyor’ diyor. Yani aslında görmek istemeyeceğim türden resimler anlaşılan. Bakalım bunları bilmek bende farklı bir bakış açısı yaratacak mı?

Sanat hep benim sevdiğim gibi hayatın güzel yönünü mü yansıtmalı? 


Hayır, hayatın her yönünü yansıtmalı. İçinden gelen mutluluk dışında acıyı, kıskançlığı, şehveti her şeyi, şu yaşadığımız dünyada var olan her duyguyu yansıtmalı. Geçen akşam yaptığımız kızlar toplantısında Yeşim bana sen küçüklüğünden beri her zaman her şeyin iyi tarafından bakarsın, sana herkes iyidir, her olay hayrınadır, affedersin dedi. Evet mizacım buJ ancak bazen dozu kaçırıp devekuşu farkındalığına gelince yaşadığım hayal kırıklığı çok derin oluyor. Ağır bir bombalama da olsa toparlanıp devam ediyorsun ama karşı taarruz devam ediyorsa direnirken zayıflamak mümkün. Belki de hoşlanmadığım o sanat yapıtları bu zayıflık anlarında ortaya çıkanlar. Bu sabah bir arkadaşım sordu; ‘Bu sessizlik yoga  halimi yoksa depresyon mu’ diye. Gülerek ‘depresyona direnç’ dediğimde aldığım cevap ‘aman bırak çarp yere, daha kolay sıçrarsın yukarı’ oldu.

Neyse ki hep yukarda kalabilen ve darısı başına dilekleri gönderen örnek dostlarım varJ Şimdi bildiğim tüm numaraları uygulayıp hayal kırıklıklarından sıyrılma zamanıdır. 

16 Nisan 2012 Pazartesi

Başrol Oyuncusu ve Yönetmen

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 11:50 | 6 comments

Perşembe akşamı havaalanındayım. Etraf bir kalabalık. Amsterdam’dan gelen uçağın tahmini varış saati 00:12 demek ki bir buçuk saat rötar var, demek ki tarih artık 12 Nisan değil 13 Nisan olmuş olacak uçak indiğinde..
Dış hat gelen yolcu tarafında Cafe Nero açılmış, rahat bir koltuk buldum, ağzım kulaklarımda, içim pırpır, kahvem elimde, uzattım ayaklarımı, açtım kitabımı vaktin geçmesini bekliyorum. Gözlerim kitabın satırlarında dolaşırken aklım gerilerde. Geçmişten fotoğraf kareleri dökülüyor sayfalara, dönüp dönüp tekrar okuyorum anlayamadığım cümleleri. Yok yok, mücadele etmek gereksiz bıraktım satır aralarına sıkışan fotoğraf karelerini artık tatlı tatlı akıyor benim başyapıt filmim. Senaristi ben değilim ama yönetmenliğini yapıyorum. Bir anda dudaklarım büzülüp, tek kaşım havaya kalkıyor. Acaba? Sahiden yönetmenlik yapabildim mi hakkıyla? Hiç sanmıyorum oyuncu o kadar güçlü ki, kendi oyununu çıkarmış hep. Filmin yönetmenliğini o yapmış aslında, ben sadece ona 18 yıl boyunca gerektiğinde destek olmuşum. Kendini öyle güzel ifade etmesini bilmiş ki, unuttuğunda ya da yetişemediğinde arkasından boşlukları doldurmak kalmış bana. Gitmek istediği kendi yolunu yürümüş, arkasından iz sürmek, arada kaçak yollara saptığında höt demek kalmış bana. Seçimlerinde özgür olmuş, kendini yönetmen sanan ben karşısına hayır bu olmaz diye dikildiğimde, ya ikna etmeyi bilmiş ya da vardır sebebi diye tecrübeye isteyerek kendi seçimiyle saygı göstermiş. Ağladığında koynuma girip göz yaşlarını dökmüş, uzun sürmemiş hiç göz yaşları çünkü hep mutlu olmak doğası olmuş. Yanlış yapmış ama ders almasını bilmiş, zayıflıklarına boyun eğerken gelecek darbelere karşı da uyanık olmaya çalışmış. Olamadığında onarmasını bilmiş. Güçlü bir oyuncu olmuş. Yönetmenine güç veren bir oyuncu olmuş. Ben kendimi ölünceye kadar yönetmen sanacağım galiba, güçlü baş rol oyuncusuna saygı gösteren bir yönetmen.
Saat 00:30, telefon çalıyor. ‘Annecim, pasaport sırasındayız. Bavulumu alıp hemen geliyorum, sizi öyle özledim ki’. Canım kızım bende seni öyle özledim ki, ‘hemen hemen gidiyorum kapıya’. Gümrüksüz satış mağazalarına uğrar mı uğramaz mı sorusu, bekleme sürem uzadıkça cevap buluyor. Olsun gülümsüyorum yine de, ben olsam bende kendimi kaybederdim, o genç, otur bekle sözde yönetmen..
Sonunda açılan kapıdan, kocaman gülümsemesi, kendine has giyim tarzı ile minik bavulunu arkasından çekerek gelen, 18 yıl bir gün önce doğmuş zarif bir genç kız çıkıyor. Hoş geldin bir tanem. Ben doğum gününde seninle olamadım. Kocaman sarılıyorum,mis gibi kokusunu içime çekiyorum. ‘Doğum günün kutlu olsun güzel kızım’ ‘Anne nasıl eğlendik, 18 yaş doğum günümü daha güzel kutlayamazdım’.  

11 Nisan 2012 Çarşamba

Mea Culpa

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 10:54 | 6 comments
Hazır otobüslerden laf açılmışken biraz daha otobüs maceralarına devam edeyim dedim. Artık öyle bir zamanda yaşıyoruz ki doğru olan şeyler bize anormal geliyor. Genelde bizim otobüs şoförleri binlerce çeşit insanla karşılaşmaktan bir bıkkınlık durumu yaşıyorlar. Düşünsenize yüzlerce insana aynı sorunun cevabını veriyorsunuz. Kocaman yazsa da önde duran tabelada, yine içimizdeki o güvensizlikle şoföre soruyoruz nereden geçtiğini. Böyle bıkkın şoförlere çok abartmazlarsa saygısızlığı, anlayış gösterebiliyorum. Geçenlerde Kadıköy çarşıdan bizim eve yakın geçen bir otobüs yakaladım, aman Allah’ım içinde hiç de bıkkın olmayan bir şoför. Soru soranlara “buyurun efendim, şu duraktan geçer ya da 100 mt ilerisinden geçer” gibi cevaplar verip, duraklarda frene tatlı tatlı zamanında basıyor. Günümüzde belediye çalışanlarında artık normal olan sakalı, ufak tefek yapısı, temiz kıyafetleri ve güler yüzü ile işini seven bir insan olduğu belli. Durağıma yaklaşırken yanına gittim, kendisine herkese davranışı ve nezaketinden dolayı teşekkür ettim ve dayanamayıp diğer hırt şoförlere de bir gönderme yapıverdim. Bana şöyle karşılık verdi. “Efendim, herkes işini iyi yapmak ister ama söyleyene değil söyletene bakınız” dedi.
Söyleyene değil söyletene bakınız. …Duyarak büyüdüğümüz bir söz daha çaktı kafamda. Hatırlıyorum annem bize çok kızdığında, ağzından yılanlar çiyanlar fışkırdığında böyle söylerdi. Daha iyi hatırlıyorum çok yakın bir zamana kadar Nisan’a doğru fışkıran o yılanlar çiyanların ardından ben de aynı şeyi söylerdim. Yani bu aslında, “efendim beni kızdırıyorlar, e tabi bende kızıyorum bağırıyorum çağırıyorum, laflarım çığrından çıkıyor, arada başka şeylerin açısını da çıkartıyorum  ama olanlar benim sorumluluğumda değil çünkü neden? Beni başkası kızırdı” demek oluyor. “Ben kendi aklımın dizginlerini vermişim başkasının eline, o bana istediğini yapıyor” demek oluyor gerçek anlamda. Yani kendi davranışımın sorumluluğunu almıyorum, oysaki bulunduğum durum ne ise sorumluluğu da tamamen bana ait. Onu ben yarattım. Bu öfkeyi ben yarattım. Geçmişten gelen ne biriktiyse o an fışkırttım işte. Stefano E. D’anna-Tanrılar Okulu adlı kitabı okurken üzerinde en çok düşündüğüm konuydu bu. Her durumun sorumlusunun ben olduğum ile ilgili bölüm. Mea Culpa. Ne zaman birilerine kızarsam, üzüntülerimin sorumluluğunu başkasına atmaya kalkarsam aklımdan geçen kelimedir Mea Culpa. Kendimi hizalayıverir işlemeyen çözümleri işler hale getirmeye çalışırım. Bu benim yanlış duyarak büyüdüğüm bir söz..Peki neden böyle bir söz söylenip durur, o zaman başka bir doğru anlamı olmalı.. Söyleyene değil söyletene bak.
Yunusun dediği “bir ben var benden içeri” deki aslında o “ben” olmasın bunu söyleten? Söyleyen ağzın ne kabahati var. Komut veren beynin ne kabahati var. Kirlilikten çalışmaz olmuş akıl süzgeci, temizlemeye çalıştığım geçmişin yükleri  ve dizginlerini kontrol edemediğim zihnim olmasın o “ben”? Özlediğimiz ise o saf "ben", bulan var mı?
Kimseyi suçlamadan, kimseyle uğraşmadan sadece kendimizde olduğumuz günler diliyorumJ

*Mea Culpa:( My Fault, güzel Türkçemde Benim Hatam

8 Nisan 2012 Pazar

Ben seviyorum toplu taşım araçlarını

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 18:51 | 2 comments

Toplu taşım araçlarını arabamız olunca  kullanmayı hemen unutuveriyoruz di mi? Üniversiteyi bitirdiğim sene ehliyet almıştım ve çok uzun bir süre onu sadece kimlik yerine kullandım. Murat’la evlenir evlenmez onun işi gereği hep arabamız olmasına rağmen malum şirket arabası bana sadece hafta sonları yan koltuk düştü. Sanki sitem edermiş gibi söylediğime bakmayın, o yıllarda hiç araban olsun istedin mi? diye sorarsanız hayır hiç istemedim çünkü ihtiyacım olmadı. Ta ki İzmir’de tekrar oturmaya başlayıncaya kadar. O zaman Nisan küçük ve ben Finansbank Gaziemir Şube’de çalışıyorum, evin arkasındaki yoldan gazetemi alıp otobüse biniyor, yarım saat hem seyahat hem kıraat ediyorum ve  bankanın önünde otobüsten iniyorum. Daha ne olsun? Nisan’da artık büyümüş, evin anahtarını vermişiz, kendisi geliyor açıyor kapıyı, hadi açamadı diyelim apartman Murat’ın çocukluğunda oturduğu apartman, karşı komşu çocukluk arkadaşı, üst kat komşunun çocuğu Nisan’nın sınıf arkadaşı, yani her şey rahat ve düzen harika. Arkadaşlarımla görüşmek istediğimde atla vapura git Karşıyaka’ya 10 dakika, yürü istediğin yere git. Hayat böyle rahat ve kolay devam ederken, harika bir İzmir Baharı mevsimi sonrası yaz kendini göstermeye başlayınca bir şey fark ettim ki Cuma akşamı sonrası Nisan ve ben görüşecek kimse, yapacak hiçbir program bulamıyoruz. İzmir ölü şehir oluveriyor. Cuma sabahı ayarladın ayarladın, ayarlayamadın herkes Çeşme’de.. Petrol Ofisi’nin özelleşmesinin ardından cehennemin içine düşen Murat’ı görebilene aşk olsun, hal böyle olunca şikayetler artmaya başlamadan Murat çareyi bize bir araba almakta buldu. İlk arabam da bu sayede oldu. İtiraf etmeliyim ki özgür ruhumu tamamlayan bir araç oldu beyaz minik kuzu Corsam. Cuma akşamından iş çıkışı beni heyecanla bekleyen Nisan’ı kaptığım gibi 1 saatte şıpıdık terlik ve ifil ifil şort ile Pazartesi sabahına kadar tatil yapıyorduk. Toplu taşım araçlarıyla başlamışken birden ilk göz ağrım, binlerce güzel anıyı barındıran tatlı Corsama gelivermişim.:-)

Araba benim için özgürlüktü ama toplutaşım araçlarını kullanmayı bırakmadım ben. Onları kullanmamın, sevmemin  sebebi ise sanırım çoğu insan araçta okuyamaz ama bana Allah vergisi bu rahat rahat okuyabilmem. Özellikle İstanbul’da trafikte zaman çok ziyan oluyor oysaki bana kendime ayırdığım bir zamanmış gibi geliyor otobüsler, vapurlar. Kitap okumasam da insanları izlemek hoşuma gidiyor, her birine bir hikaye yazmak. Dün Fenerbahçe maçı vardı, formalarını giymiş bir sürü genç benimde içinde olduğum metrobüsle gidiyor maça. Tam önümde tıfıl koca burunlu bir laz uşağı ve yanında ona hayran hayran bakan güzel gözlü, tatlı gülüşlü bir kız. Bakışlar o kadar anlamlı, o kadar derin, konuşmalarına gerek yok sanki. Öylece konuşmadan saatlerce birbirlerini seyrettiklerine eminim. Yaşları yirmi cıvarıydı, aşkları devem eder de nihayetinde bir ömür boyu birlikte geçirmeye karar verirler mi, çoluğa çocuğa karışırlar mı bilmiyorum ama benim o an aklımdan yazdığım hikayede karışmadılar… ve yıllar sonra tekrar karşılaştılar.

Belma hastanenin geniş ve aydınlık kafesinde küçük masalardan birinde çayını yudumluyordu. Biraz önce doktorlar babasının ameliyatının başarı ile geçmiş olduğunu ona müjdelediklerinde içi kuş gibi kanatlanmıştı ama bu hafiflik çok da uzun sürmedi. Taburcu olduktan sonra yalnız yaşayan babasının bakımı için kendi evinin düzenlenmesi, kızının burslu olarak kazandığı Bilkent Üniversitesi’ne yerleştirilmesi ve ihmal ettiği işleri yavaş yavaş omuzlarına çökmeye başlamıştı. Bunların üstesinden gelecek kadar güçlü bir kadındı o. Derin bir nefes aldı ve sırtını dikleştirdi. O sırada,
-“Belma”..derinden gelen boğuk sese doğru baktı.
Ali bu..Kaç yıl olmuştu? Hiç bitmeyecekmiş gibi sevdiği adam karşısındaydı. Gözleri sevgi dolu Ali’si. Hiç unutmadığı Ali’si.
-“Ali?” Adını telaffuz eden o sesin neden boğuk çıktığını anladı.
Belma’yı görmemezlikten gelmediği için içinde bir an pişmanlık duyduğunu hissetti Ali. Onu terk edişi..doğruya neden terk edilmişti? Oysaki ne kadar uzun uzun konuşmuşlardı yüreğinde acısını hep hissettiği o ayrılış gününde. Kısa bir an eşi ve çocukları geldi gözünün önüne ve cesaretini toplayıp yeniden baktı ela mı yeşimli asla karar veremediği eski aşkının güzel gözlerine. Karşısında gördüğü yüreğini yaralayan geçmişteki kadın değil, eski bir dosttu.
Diye başlayıp gelişen bir hikayeJ Acaba devam etsem mi? İkisi içinde gerçekleşmesi gereken bir karşılaşma olsa bu, çünkü içlerinde taşıdıkları o burukluğun aslında artık kalmadığını anlasalar ve eski sevgililer dost olup birbirlerine hayat hikayelerini anlatsalar, eski aşklarına dair bir şey konuşmadan , çünkü farkında olmadan yaşanan zorluklara rağmen herkes kendi hayatını çok sevmiş olsa..

İşte otobüslere binmeyi bunun için seviyorum. Sadece başkalarının hikayelerini yazmıyorum kafamda aslında kendime dair ne çok karar veriyorum, doğrularımı yanlışlarımı tartıyor biçiyor ona göre hızalanıyorum.  Aslında kendi hikayemi de yazıyorum sanki, değil mi?

4 Nisan 2012 Çarşamba

Bitmeyen Öğrencilik Hayatı Ruhsallık

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 21:03 | 6 comments
Bir buçuk sene evvel yine Brahma Kumaris’e ait olan ve Oxford’ta bulunan Global Retreat Centre'a gittiğimde arkadaşlarım doğal olarak merak ettiler. Onlara bu içinde bulunduğum ruhsal organizasyonu anlatırken bana sürekli bunun bir din kuruluşu olmadığından emin olup olmadığımı sordular.
Brahma Kumaris’e sosyo-ruhsal organizasyon, eğitim organizasyonu diyebiliriz. Hatırlıyorum bunu anlatmakta biraz zorluk çekmiştim. Birçokları da tarikat, mezhep olarak değerlendirebiliyorlar.  Aslına bakarsanız, ben dini vecibelerini fazlaca yerine getirmeyen ama iyi kalpli bir ailenin çocuğuyum . Kulakları çınlasın çocukluğumda üst kat komşumuz Aliye Teyzem ve Eşref Amcam dindar kişiler olarak bana örnek oldular. Onlarla sahura kalkmak ve iftar yapmak için oruç tutardım. Kimseyi eleştirmeyen açık fikirli, ibadette gösterişten uzak insanlardı. Geçen ramazan telefon ettiğimde hala oruç tutuyor musunuz diye sordum çünkü neredeyse seksen yaşlarında olmalı Eşref Amcam. Aliye Teyzem bu bizim yaşam tarzımız kızım, böyle alışmışız dedi. Daha sağlıklı nice ramazanlar geçirsinler diye dua ediyorum.  Allah rahmet eylesin sevgili babamsa dinde gösterişten nefret eden, gayet politik bir yönetimi olan Ereğli Demir Çelik gibi bir fabrikada Milli Selamet Partisi zamanlarını yaşarken, dindar kimselerle değil ama iktidar değiştiğinde hemen namaz kılmaya başlayan dincilerle kendince mücadeleye girmiş bir adamdı. Hatırlarım o senenin ilk din dersine giren Ereğli müftüsü,  kızlar ve erkekleri sınıfımızın sağ sol sıralarına ayrı ayrı oturtmuş, üç sıra halinde dizilen masalarımızın orta sırası boş kalmıştı. Bizim için eğlence olan bu durum, babamın gözlerinden ateşler çıkarak müftünün makamını basıp, kendisini sinema salonunda Kuran’ı Kerim i yorumlamaya davet etmesi ne sebep olmuştu. Böyle bir şey asla olmadı ama babacığımın karşıma müftü bile çıkamadı diyerek yayılan sırıtışını hiç unutmuyorum. Sanırım bu zamanlardı beni biraz dinden uzak tutan. Bu uzak duruş, ta ki ben Brahma Kumaris ile tanışana kadar sürdü. Burada kimse bana bir dini empoze etmeye çalışmadı, güzel olan ben “kendime göre” daha inançlı bir Müslüman oldum. Gerçeğin aslında o kadar açık ve basit olduğunu, bunu bu kadar karmaşık, oyuncak hale sadece çıkarları olan insanların getirdiğini, büyük resimdeki yerimi gördüm. Dinimizin tarihi, Peygamberimizin hayatı, Kuran’ı Kerim’in yorumlamaları, tasavvuf, bunlara daha ilgi duydum, okudum ve yine “kendime göre”  bir yol tuttum. Tanrı inancını sağa sola çekmeden, tamamen içte yaşayarak, değil kimseyi kendimi bile yargılamadan, sadece zihnimin efendisi olma yolunda çalışma yapıyorum. Mutluluğu, memnuniyeti, huzuru, üzüntüyü, korkuyu, egoyu hayatımıza alan zihnimin efendisi olmaya uğraşıyorum. Bunu herkes bir yoldan deniyor ben de bu yolu buldum. Yaşam tarzımı, huzuru ve sevgiyi sürekli kılmak için, geçici olan üzerine değil kalıcı olan üzerine kurmaya çalışıyorum. Bunun beni daha mutlu ettiğini, daha huzurlu insan yaptığını gördüm. En azından yol ayrımlarını görüyor, yanlış yola saptıysam, geri dönüp diğerine yönelmeye çalışıyorum. Keşke elimden daha da iyisi gelse ama en azından görüyorum ki eski Zeynep’in vereceği tepkileri şimdilerde vermiyorum. Hayatımda değişiklikler olsa da eski girdiğim streslere şimdilerde girmiyorum, en yakınlarımın hatalarını kendi seçimleri olarak görebiliyor ve en güzeli kabul edebiliyorum. Yıkıp yakan Zeynep değil yapıcı Zeynep olmayı seviyorum. Her zaman mı?  Yok, itiraf ediyorum her zaman değilJ . Olsun en azından alışkanlıklardan kurtulmak için çabam var. Niyetimi saflaştırmak için çabam var. Gerçek, sevdiğim Zeynebin ortaya çıkmasına yardımcı olan bu eğitim kurumunun Tanrı tarafından sevilen öğrencisi olmaktan mutluyum. 



7 Ekim 2011 Cuma

Yeni yolculuklar için cesaret

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 13:59 | Yorum Yap
Bir seminer vermek üzere hazırlıklara başladım..Seminerin konusu 'Düşünme Sanatı ya da düşünce kalıplarımızın değişimi' olsun istiyorum.
Dernekte önümüzdeki aylarda yapılacak olan programları konuşmak üzere geçenlerde toplandık. Bu toplantıda arkadaşlarım beni eğitim vermem konusunda çok teşvik etti.Tabi cevabım henüz değil şeklinde oldu..

Eğitimleri veren kişilerin bu konuda başarılı olabilmeleri için gerçekten anlattıkları konuları öncelikle kendilerinin sindirmiş ve uygulayabiliyor olmaları gerektiği söylenir. Bir anda tamam deme cesaretini gösteremedim ama eve gelince oturup düşündüm, ben neden yapamam dedim? Bir tek cevabı var bunun o da cesaretli davranmadığım. Emniyetli bölgeden çıkıp, tehlikelere maruz kalabileceğim bir bölgeye çıkmak. Tehlike nedir peki? Başarısızlık tabi ki..

Başarılı ya da başarısız olmak
Başarısız olursam ne kaybederim? Bana, Zeynep’cim senin biraz daha çalışman lazım, kimse memnun kalmadı derler. Nasıl bir his içerisinde olurum o zaman? Rezil olmuş hissederim, başkalarının gözünde küçük düşerim. Başarısızlıkta bu hisler önce ortaya çıkıyor ve sonra kendini suçlama, kırılan cesaret duygusu derken ilerleme yolunda kendimizi kısıtlıyoruz..Daha önceki başarısız denemelerden yerleşen düşünce kalıpları..Ben bunları yıkmak için onca zamandır çalışmıyor muyum? O zaman bu kalıbı yıkmak için önce cesaret göstereceğim. Başarılı ya da başarısız olmaya değil, bunu bir yolculuk olarak kabul edersem eğitimin hazırlık sürecindeki kazanımlarıma ve farkındalıklarıma odaklanmalıyım. Nelerin anlatılması gerektiğinin tespitini yapıp, her birini özenle üzerimde uygulamalıyım. Bundan daha ala ne olabilir.

O zaman ilk değiştirdiğim düşünce kalıbı; ‘Ya barısız olursam’ düşüncesinin, ‘Kendim için harika bir fırsat yakaladım’ düşüncesine dönüşmesi.. Eğitimin konusu da düşünce kalıplarımızın değişimi olabilir.

Nereden başlasam? İki saatin içine hangi konuları alsam? Kendi üzerimde ne uygulamalar yapsam..

O zaman kendime bol kazanımların ve farkındalıkların olduğu iyi yolculuklar diliyorum..:-)

3 Ocak 2011 Pazartesi

Her sabah o gün için hedef belirlemek

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 15:33 | 1 Yorum
Her yılbaşı geçen yılın ardından bakarım. Zaman ne çabuk geçmiş şaşar kalırım.

Bu sene de şaşırdım mı? Evet şaşırdım ama geçen seneler gibi panik halim yok. Her yıl olduğu gibi bu sene de benim ve sevdiklerim için dileklerim var ancak dilekler yanında sadece kendim için hedeflerim de var. Her an gözümün önünde tutacağım, sabahları hatırlayıp akşamları unutup unutmadığımı kontrol edeceğim hedeflerim var. Hedefler göz önünde tutulduğunda sanırım zaman kaybı da olmuyor. Zaman kaybı olmayınca stres olmuyor.Stres olmayınca güzel enerji yayılıyor, güzel enerji yayınca aynı düzeyde olaylarla karşılaşılıyor, akşam günü düşünürken ohhh çekiyorsun..Günüm güzel geçti..Belki de nasıl gördüğümüz önemli. Bugün Depack Chopra'nın dediği gibi engelleri sadece nefes alıp dinleneceğin anlar olarak görmeli.

Bu sabah hedefim insanlara daha fazla gülümsemek, daha fazla anlayış göstermek ve bunu zorunluluk değil içimden gelerek yapmak..Sevgili Neşe Akar dan esinlenerek..Sagol Neşe..

Sayfa Görüntüleme