10 Ocak
2012 tarihinde ‘Ben Bir Ressamım’ başlıklı yazımı okudum. Beni kıskandım. Ne
güzel bir resim çizip kendimi oturtmuşum içine.
Güçlü,
umutlu, inançlı, koca dalgalara hazırmışım. Beklemişim dalgayı, meydan okumuşum
ona, sanki biraz da küçük görmüşüm. Her meydan okunan gibi o da silkinmiş,
hazırlığını hiç gecikmeden yapmış ve gelmiş çarpmış bana. Bir tane yetmez
miydi? Kalakalmışım, afallamışım, kapanmışım içime, akmaz olmuş kelimeler, ilham
perim kaçıvermiş. Aman da ne nazlıymış ilham perim. Zora gelememiş bırakıp
gidivermiş beni. Bekleyip durmuşum onu günlerdir.
Ama bugün
birden bir his geldi ve kapıyı çalıverdi, dedi ki “Zeynep, ilham perin seni çok
özledi, sen kapıları kapatıp onu dışarıda bıraktığından beri, aç kalıp başka
diyarlara gitti. Artık onu beslemelisin.” O cesur hisse bakakaldım, e tabi ya!
Ne suçu vardı ki benim perimin.
Akıl hemen uyandı, bir gerindi, fişek gibi
fırladı ve koştu ilham perisine. Anlattı derdini, ne yapsın son zamanlarda onun
da yükü ağırdı tabi, ha bire doğruyu yanlışı ayıkladı durdu, “Kusura bakma
sevgili peri, senin en sevdiğin şeydi rutinin dışına çıkmak, ansızın karar
verilen ufak seyahatler, yeni bir kitap, yeni başlangıçlar, keşifler, daha önce
yapılmayanları yapmak, yeşil ve mavi. Biz bunları unuttuk, di mi?” dedi. İlham
perisi hafifçe gerdan kırdı, gözlerini süzdü, gelin kız gibi bir iki kırpıştırdı
onları ve pembe yanakları gülümsemesiyle aydınlandı.
Ben kapıyı
aralayıp, etrafta neler varmış bakalım deyince perim hiç naz etmeden girdi
koluma. Köprüden geçerken turkuvazını Boğaziçi’nin, irili ufaklı gemilerin
ardından sürüklediği bembeyaz köpüklerin, parlak güneşin tadına vardık ve gittik bir yazarın, Selim İleri’nin söyleşisine katıldık. Birlikte olmayı ne
çok özlemişiz. Kavuştuk ya, artık daha sık yazarızJ