7 Kasım 2012 Çarşamba

Venüs bana göz kırpınca

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 00:07 | 6 comments

Sabahın erken vakti, kahvaltı hazırlıyorum kızıma, gözüm mutfak penceresinden gökyüzünün taze rengine takıldı. Güneşin ilk ışıkları derinlerden geliyor, gökyüzündeki bulutlar alttan aydınlatılan modern sanat eserleri olmuş. Öyle bir renk ki bulutların üzerine oturduğu, sanki palette lacivert, mavi, beyaz ve turuncu şöyle bir karışmış, özenle tabloya saçılmış. Gayri ihtiyari havayı yüzümde, serinliği bedenimde hissetmek istedim ve çıktım balkona, kafamı uzatır uzatmaz ışıkların yayıldığı taraftan pırıl pırıl Venüs Yıldızı görüş alanıma girdi. Bir an köşeden dönünce sevgiliyi karşısında bulan genç kız gibi attı kalbim. O da beni gördüğüne sevindi, bana gülümsedi, göz kırptı ne çabuk unuttun birlikte geçirdiğimiz hafta sonunu hani yazacaktın bizi dedi..

Ağustos sonunda, Antalya Saklıkent’te 2,000 metre yükseklikte, memleketi kavuran sıcaklardan uzak Tübitak 15. Gökyüzü Gözlem Şenliğine katıldım. Gün boyu düzenlenen seminerler, etkinlikler, gece boyunca yıldız seyirleri, teleskopların başında sabaha kadar yapılan gözlemler, anlatılan hikayeler, tanısın tanımasın yanındakine soru soranlar, bilgisini başkası ile heyecanla paylaşanlar, hepsi inanılmaz keyifliydi. Demet ve Boydan’la tüm Avrupa’yı gezmiş tecrübeli çadır, kızımın ilkokulda gittiği bir geziden kalma uyku tulumu ve yanıma aldığım çok az eşya ile ilkleri yaşadığım bu hafta sonunuydu.

Bir organizasyonun mükemmel olması için hem düzenleyenin hem de katılanın niyetinin ne olduğu çok önemli. Oraya ayak bastığımız andan dönünceye kadar gönüllü görev yapan amatör gökbilimcilerin heves ve coşkularıydı beni etkileyen. Eflatun tişörtlü bu gençler kimsenin gözünde soru işareti olmasına izin vermedi. Sağım, solum, önüm, arkam, hep gülen gönüllü! Saklıkent'e erken varanlardan olduğumdan, vadiye bakan ilk sıraya çadırımı da onlar kurdu.
Yapılan sunumların içinde gökbilime gönül vermiş, büyüyünce astronot olma hayalinin sadece hayal olarak kaldığı, şimdi bir erkek çocuk sahibi olan Nurcan’da vardı. Nurcan, şenliklere ilk katıldığında “Teleskop nasıl yapılır?”ı dinlemiş, araştırmış, denemiş ve başarmış. Evinin baş köşesine yerleştirdiği teleskoptan bir tane, bir tane daha derken bunun apartman dairesine uygun bir hobi olmadığına karar verip harika bir çözüm üretmiş. Şimdi onun yaptığı teleskoplar, İstanbul’dan Kilis'e kadar okullarda, denizi bile daha görememiş çocukların, gökyüzünün derinliklerini keşfetmesine yarıyor. Katılımcılar arasında bulunan Kilis İlkokulu’nun öğretmeni, mevsime göre erken bastıran kar, kapanan yollara rağmen, Nurcan’ın sadece sözünü tutmak, aydın yarınlar için meraklı gençlerin yetişmesine katkı sağlamak  adına, hangi koşullarda oraya nasıl vardığını anlattı. 2000 den fazla çocuğu gökyüzü ile tanıştırmış bu hanımı herkes gibi yürekten alkışlarken, malum sulu gözlülüğüm sebebi ile tutamadığım gözyaşlarımı gülümseyerek sildim.

Nurcan şimdi Ankara’da yaşıyor ve kurduğu atölyede (http://www.ilkteleskobum.org/) şimdi çocuklarla birlikte teleskop yapıyor. Bizlere de anlattı nasıl yapıldığını. Zaman isteyen ama kolay, yeter ki insan istesin türünden bir uğraş. O, her gece oğlunu bir takımyıldızı masalı ile uyuturken, aklını ve zamanını verdiği hobisini faydalı bir hale getirmiş. 500 ile 5000 TL arasında mal edebildiği teleskoplara kendisine Uzaylı Zekiye muamelesi yapılmasına aldırmadan sponsor arıyor. Yolun açık olsun Nurcan..

7 Ekim 2012 Pazar

Mutluluğun bana göre tarifi:-)

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 17:31 | 2 comments

Mutlu olmayı düşünüyorum..Hepimizin farkında olarak ya da olmayarak amaç edindiği mutluluğu. Kendimce bir tanım bulmaya çalışıyorum. Kelimelere dökmek zor geliyor bana. Sadece hissedebileceğim bir şey.  Peki o zaman hislerimi yazıya dökebilir miyim? Bilmem, denerim:-)
Gözlerimi kapasam ve tarife başlasam..Hımm evet, seçeceğim ilk kelime hafiflik olur, bende yarattığı his bu çünkü. Düşüncelerde hafiflik, ilişkilerimde hafiflik, yaptığım seçimlerimde hafiflik, taşıdıklarımda hafiflik, hayatın gidişatında hafiflik..daha liste uzar gider.

Düşüncelerde nasıl hafif olurum ki? Tersten gitmek daha mi kolay, o zaman ‘ağır’ olan düşünce nedir? Buldum! O, dudağımı büken, kalbimi buran, yani benim hiç ihtiyacım olmayandır. İhtiyacım olmayanı taşımak, işte bana yük olan da budur. Hemen alır da, atar mıyım o ağır düşünceyi bir kenara?  Cevabı ararken, çocukken duyarak büyüdüğüm bir söz daha, ‘tek elin sesi çıkmaz’ karşıma dikiliyor o vakit. 

Bu söz bana diyor ki;
-Zeyno, ne ise alıp kenara atacağın, atmadan önce üstüne düşeni bul, başkasının yaptıkları ya da yapmadıkları ile ilgilenmek yerine, sadece kendi yaptıklarınla ilgilen ve gözünden ne kaçtıysa, takıldığın hangi çıkıntı ise yont onu.
Kendi çıkıntımı yontup, kafamın içinde ve hatta dışına taşmış olan düşünce balonlarını birer birer patlattığımda ise… Ohhh..Ferahlık!! Hafiflik!! Bu bazılarının dediği gibi umursamazlık değil bence, sadece kendini düşünmek değil, aksine diğerlerine saygı göstermek, aslen kendine saygı göstermek olur.

Bugün birisi kulağıma fısıldadı ‘öz-saygıda dengede durmak yaşam bilmecesini çözmektir, mutluluğun anahtarını edinmektir’ dedi. Bu öyle bilmece ki her gün başka türlü soru var:-) . Kimi bunları biriktirir, ‘aman, sonra çözerim der’ atamaz da, yüküyle yaşar. Kimi ‘aman bana ne der’, hep karşısına aynısı hatta daha zoru çıkar da geçmez o burukluk asla. Kimi gayret gösterir, kullanır o anahtarı açar mutluluk kapısını. Anahtarı elinden almak için fırsat kollayan olsa da o anahtarı hep kalbinde, aklında taşır. Ben gayret gösteren olmak istiyorum. 

Hepimize denge içinde günler dilerim..

17 Eylül 2012 Pazartesi

Bu sonbahar başka güzel.

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 10:56 | Yorum Yap

Kızımı sabah okula uğurladım. Evlatlarımız için hayırlı bir yıl olsun. Bu sene bizim üniversite hazırlık yılımız, dershane’nin bir ayını geride bıraktık, bakalım önümüzdeki aylar bize neler gösterecek ve tabi gayretlerin sonucu ne olacak.

Bu sonbahar sanki İstanbul’da yaşadığım en güzel sonbahar. Sadece kısacık bir mevsim geçişi olarak değil de, keyifle hissettirdi kendini.  Mevsimin tüm özellikleri,güzellikleri seyrediyor ..Güneş ısıtıyor, gölge serinletiyor, nem artık yok, Adalar burnumuzun dibinde, hava sanki kaldıraç gibi.  Dün gece arka balkonumda rüzgarın savurduğu yaprakların sesleri ile yağmur sesi karıştı birbirine, uzakta çakan şimşekler, gök yüzünün karanlık mavisi içinde bulutların aydınlığı, yüzüme rüzgarla arada sırada çarpan incecik damlalar, şehrin ortasında ciğerlerime dolan henüz kirlenmemiş taze hava ve o anda olmanın coşkusu ile ardından deliksiz bir uyku.

Benim deliksiz uykumun sırrı, yatmadan önce yarım saat beni tatlı uykuma hazırlayacak, düşüncelerimi yavaşlatacak bir faaliyette bulunmak oluyor. Bu yarım saatte ne TV, ne bilgisayar, ne de telefon ile uğraşıyorum. Yatak odamı uyku öncesi mutlaka havalandırıyorum. Eğer yatmadan önce günlük düşüncelerimden sıyrılabilirsem hem güzel bir uyku çekip hem de sabaha hafifçecik, erkenden uyanıyorum. Tıpkı bu sabah uyandığım gibi. Aynaya baktığımda daha gülen yüz, umut dolu gözler, bana verilmiş imkanlara şükran hissi ile karşılaşıyorum.

Hepinize hafif bir hafta diliyorum:-)

13 Eylül 2012 Perşembe

Ah şu yol ayrımları..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 14:06 | 1 Yorum
Kendimi değerlendirdiğimde değiştirmek istediğim, üstesinden gelmeye çalıştığım ne garip davranış kalıplarım var. Etrafımda olan olayların sonucu verdiğim tepkiler, öyle olmaması için çaba harcadığım halde gidip aynı noktaya saplanıyor bazen. Aklım beni tetikleyen zihnime basbas bağırıyor."oradan değil, oradan değil sağa sap, sapsana sağa, hoooppp duymuyormusun!", "Duyuyorum, duyuyorum ama direksiyonu kıramıyorum, sıkışmış araya birşey sıkışmış" ve sonuç aynı nokta:-) Google map de saplanan iğnecik gibi. Evet gülüyorum ağlanacak halime! Ama buna da şükür, eski Zeynep sadece oturup kendine ağlıyordu, en azından şimdi hem yol ayrımını fark ediyorum hem de gitmek istediğim noktayı biliyorum hatta zaman zaman sıkışanları ezip çeviriyorum da direksiyonu. Kolay mı? O araya sıkışanlar onca yaşanmışlıkla oluşan davranış alışkanlıklarım. Bunları yaratan ise kaybetme korkum. Neyi kaybedeceğim ki ben, bedenim bile benim değil, hiçbir şey bana ait değil, kimse bana ait değil. Bana ait olan sadece aklım var, zihnim ve anılarım var. Allahın verdiği güçle aklı kullanıp zihni doğru yola sokmak ve bolca güzel anı yaratmak hepimize nasip olsun..   

19 Temmuz 2012 Perşembe

Anlaşmak..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 10:32 | 1 Yorum

Ne kadar çok insan tanıdım bu yaşıma kadar. Az ya da çok yine de onları tanımaya yetecek vakit geçirdiklerimi düşündüğümde kimse kimseyle benzeşmez. Ben kimseyle benzeşmem. İyi huylular, kötü huylular ya da iyi huylarımla kötü huylarımla bir eşim daha yok. O zaman 'anlaşmak' mümkün müdür? Tıpatıp aynı düşüncelere sahip olmak, aynı şeylerden hoşlanıp, aynı yeteneklere sahip olmak mıdır anlaşmak? Bir arkadaşım bloğunda fonetik açıdan kelimelerden bahsetmişti, onda yarattığı etkiden. Aklıma geldi de baksanıza ‘anlaşmak’ kelimesi nasılda akıp gidiyor. Kelimeyi telaffuz ettiğinizde sanki sırtınızdan bir yük kalkıyor, bir hafiflik sarıyor sizi, birkaç dakika daha geçirdiğinizde zihninizde bu kelime ile, gülümseme yayılıyor yüzünüze. Anlamak var kökünde, kim istemez anlaşılmak, niyetinin doğru sorgulanacağını hatta sorgulanmayacağını bilmek. Onun rahatlığı ile zırhsız, maskesiz çırılçıplak olmak. Hafiflik buradan gelir, yüksüz olmaktan. Ama kelime öyle ki tek taraflı anlamak bir işe yaramaz ya da tek taraflı anlaşılmak. Anlaşmak lazım anlaşmak. Karşılıklı hafiflemek, karşılıklı açık olmak, karşılıklı niyeti bile sorgulamamak, karşılıklı anlamak. Ha olmuyor mu bu karşılıklı anlamak, o zamanda çözüm beklentisiz olmak.

23 Haziran 2012 Cumartesi

İnanç

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 20:22 | 2 comments

İzmir’de oturduğum yıllarda, çok sevdiğim ama araya yollar girdiği için ancak telefonla hasret giderebildiğim sevgili arkadaşımla sohbetimiz sırasında bana “aslında fark ettim ki galiba ben inancımı yitirdim” demişti. Birkaç gündür bunun üzerinde düşünürken tam zamanında bir de hikaye dinledim. Kendine sürekli olarak bir bufalo olduğunu söyleyip duran adam artık buna öyle inanır olmuş ki, dar bir kapıya geldiğinde “ben buradan geçemem, boynuzlarım sığmaz ki” deyivermiş. Ben inancı nasıl yaratırsam, hayatta benim önüme beklediklerimi koyuyor hep. İster tesadüf, ister mucize, ister şans hepsi benim inancımla paralel gidiyor.

Bunları düşünürken aklıma annemin, çok genç yaşta kaybettiğimiz bir arkadaşı Nuran Teyzem geldi. Nuran Teyze giyinmeyi, süslenmeyi seven, her zaman kıkır kıkır gülen, konuşkan ama konuşurken  kendini daha da özel kılan, “s” ve “z” harflerinin yerine değişik bir “ş” sesi çıkaran bir hanımdı. Allah rahmet eylesin, aklımda hareketliliği, yüksek enerjisi, her daim şıklığı ve gösterişli takıları kalmıştır.

Ben o zamanlar lise son sınıftayım ve harıl harıl üniversite sınavlarına hazırlanıyorum. Sene sonu yaklaştıkça mezuniyet kıyafeti konusu malum ortada dolanıyor ve yoğun hazırlıklar başlıyor. Annem güzel dikiş diker, doğal olarak kumaşlarım alındı model belirlendi. O sana yakışır bu yakışmaz tartışmaları vs derken annem elbisemi biçti ama ipek satenin biçkisini supriz bir şekilde yapamadı. Aman boş ver başka kumaş alırız yeniden yaparız diyeceğimiz zamanımız yoktu ve arkadaşlarımın elbiseleri hazırlanmıştı bile. Normalde giyim kuşama düşkünlüğüm yoktu ama annem bize ve dahi arkadaşlarıma hep güzel şeyler dikerdi. Her neyse, elbisemi annemin yapamayacağı ortaya çıktıktan sonra tam benim dudağımın bükülmesi ve annemin suçluluk duygusu ile omuzlarının çökmesinin üzerine Nuran Teyzem ve Hasan Amcam bize misafirliğe geldi. Evde ki mahsun hava sebebinin sorgusu suali derken Nuran Teyze el çırpıp “seni İstanbul’a benim terziye götüreceğim” dedi. Hasan Amca’da “kız ben de sizi arabayla götürüp getireceğim” . O zaman ki afallamayla karışık sevincimi düşünebiliyor musunuz?

Rahmetli Nuran Teyzemi bu tatlı anıyla hep güzel ve minnetle andım ama asıl onun büyük mirası başkadır. Biz İstanbul yolunda giderken bir dua öğretti bana, “ne zaman başın çok sıkışsa bu duayı oku, bak üniversite sınavına da gireceksin” dedi ve elime yazıp verdi. O andan sonra bu dua, benim tüm müşküllerimi çözdü gitti. Her zor durumda gözlerimi kapatıp, çok içten söyledim o kelimeleri çünkü biliyorum içim ferahlar ve düğümler çözülür. Kaç defa test ettim, kaç defa..

Yapmadığım bir şey var aslında, ben bu duamı kimseye öğretmedim çünkü uğurunun kaçacağına inandım ama şimdi artık ben her güzel şeyin paylaşılması gerektiğine inanıyorum. İşte müşkülleri yok eden duamJ

Sıtkı sadakat,seyyid’ül Ahmet
Yetiş imdadıma ya Muhammed
Sırrımın süphanı Allah, derdimin dermanı Allah
Müşkülüm çoktur yardımcı ol ya Allah..

Her şeye rağmen müşkül devam ediyorsa, eh bu da hayradırJ

Tüm müşküllerinizin yok olması dileği ile..

21 Haziran 2012 Perşembe

Hindiba gibi..

Gönderen zamandegerlidir.blogspot.com 19:17 | 2 comments

Rahmetli dedemle anılarımın içinde Yeşilköy-Sirkeci hattı tren yolculuklarımız vardır. Kaç yıl oldu treni unuttum. Şimdi Göztepe tren istasyonundayım. Yıllardır bu sevimli binanın önünden geçer dururum. İçeri girince merdivenlerle aşağıya istasyona iniyorsunuz. Dışarıda çılgın trafik ve uğultulu gürültüye rağmen ağır bir sessizlik var trenin beklendiği yerde, uğultu hiç yok. Sessizliğe uyumlanmış insanlar küçük adımlarla yürüyorlar, topuklardan bile hiç ses çıkmıyor. Yoksa ses çıkıyor da bu bina, bu tünel, bu raylar, rayların altındaki çoğu aynı boyda hem beyaz hem de trenin yağları ile karalaşmış taşlar mı yutuyor sesleri?

Eskilik, yenilik, zenginlik, fakirlik, temizlik, pislik, yeşillik, karşı yön tarafında kendisine özel yer ayrılan koca zakkum ağacından yayılan neşeli pembelik,desenli karolar üzerinde çekilen bavulun rahatsız etmeyen tıkırtısı ve en sonunda trenin yaklaşan traka da traka sesi. Adımımı atarken içeriye, düşünüyorum, yaşlanınca zor olur bu tren eşiğinden atlamak. Ray sesleri ile gidiyorum zihnimdeki uzaklara, havalandırmanın tatlı serinliği ile temiz bakımlı koltuklar üzerinde otururken,  sağa sola salınıyorum. Tren kavalyem olmuş dans ediyoruz da o beni idare ediyor ben de bedenimi ona uyumluyor gibiyim. Rüzgarda salınan bir hindiba olduğumu düşünüyorum. Onun ince sapı olmuş benim bel kemiğim, üzerinde kocaman tüylerle dolu çiçeği ise benim düşüncelerle dolu başım.

İki durak sonra, yeşil ağaçların arasından denizin mavisi ve adalar giriyor manzaraya, ne çabuk geldim Küçükyalı'ya..

O ses de ne?Acı acı genizden gelen ses gibi..İki tren selamlaşıyormuş meğer..

İdealtepe’ye gelince fark ettim ki, üfleyince hindibanın uçup giden tüyleri gibi, kafamdaki düşünceler de, ön tarafta açılan pencereden giren hızlı esinti ile uçuşup gitmiş, ben sadecik kalmışım.

Sayfa Görüntüleme